Yerelin Ekonomi-Politiği ve Siyasetin Geleceği Üzerine: Iğdır Örneği Üzerinden Bir Okuma Denemesi

Tarih : 2013-06-29 / Kategori : Siyaset

Yerelin Ekonomi-Politiği ve Siyasetin Geleceği Üzerine: Iğdır Örneği Üzerinden Bir Okuma Denemesi

    Genel siyasi deneyimlerimiz bize göstermektedir ki yerelin ekonomi-politik kodlarının değişmesi ulusal siyaseti, ulusal ekonomi-politiğin değişmesi yerelin siyaset yapma biçimini doğrudan etkilemektedir. Yerel ve ulusal arasındaki bu ilişkinin analizini yapmak gelecek siyasetini ve siyasi dilin içeriğini öngörmede zorunludur. Bu yazının konusunu 12-19 Haziran tarihleri arasında ziyaret ettiğim Iğdır’a dair gözlemlerim ve buradan yola çıkarak şimdiye dair tespitlerim ve geleceğe dönük naçizane tavsiyelerim oluşturmaktadır. İlk önce, geçmişteki Iğdır’ın ekonomik dengelerine ve bu dengelerden doğan politik sisteme kısaca değineceğim. Geçmişi de dört bölümde değerlendirmeyi uygun buluyorum: 1923-1950 (Uluslaşma süreci), 1950-1985 (Soğuk Savaş Dönemi), 1986-2001 (PKK’nin etkisi), 2002-2013 (AKP iktidarıyla doğan yeni kodlar ve aktörler). Yazının sonunda ise gelecek yerel ve Türkiye siyasetine dair tavsiyelerim bulunmaktadır.
    I-Geçmişin Ekonomi- Politik Dengeleri:
    a-1923-1950/ Uluslaşma Dönemi:
    Tek partili Cumhuriyet’in ve tekçi dilinin kurumsallaşması Iğdır yerelinde iki başlı bir mekanizmanın işlemesini de beraberinde getirmiştir: Devlet uzunca bir süre Şii-Caferi inancına sahip Azerileri Sünnileştirmeye çalışırken Kürtleri Türkleştirmeye çalışılmıştır. Bu dönemde doğu vilayetlerine gönderilen ve devleti temsil eden valiler ya da idari görevlilerin temel görevlerinden biri halkları zapturapt altına almak, sindirmek ve baskıcı politikaların günlük yaşama nüfuz etmesini sağlamaktı. Diğer yandan bu yıllarda yerelde burjuvaların yaratılmasına hız verilmişti. Yerel burjuva diyebileceğimiz bu gruplar esasen devletle iyi geçinen, seküler ve bu yolla zenginleşen kentli Kürt ve Azeri elitleri ile civar il ve ilçelerden gelip Iğdır’da küçük çaplı ticaret yapan ailelerden oluşmaktaydı. Bu gruplardan Azeriler ve dışarıdan gelen aileler kent merkezinde esnaflık, ticaret, dar anlamda hizmet sektöründe faaliyet gösterirken Kürt elitler genellikle feodal bağların çok güçlü olduğu kırsalda ağalık ve beylik makamları çerçevesinde hayvancılık üzerinden varlık göstermekteydiler. Kent merkezindeki Kürtler ise devletle ilişkileri kuvvetli, Cumhuriyet değerlerine bağlı küçük bir azınlıktan oluşmaktaydı. Siyasal hayatta tek partiden başka legal bir seçeneğin olmadığı bu yıllar ulus devletin Iğdır yerelinde modern Türkiye’nin yeni aydın ve yönetici sınıfını yaratmakla geçmiştir. Dolayısıyla Iğdır’daki esas unsurun etnik kimliklerden ziyade ulus devlet, tek parti ve onun ekonomik ve siyasi dönüştürücü kabiliyetleri olduğu söylenebilir.
    b-1950-1985 / Soğuk Savaş Dönemi:
    Esasında her ne kadar kendi içinde de ayrı dönemlere ayrılsa da genel olarak Soğuk Savaş  dönemi olarak adlandırılabilecek bu dönemin ana karakteristiği çok partili siyasi hayat ve etnik kimlikler üzerine yani Kürt-Azeri “dengesi” üzerine kurulmuştur. Bu dengenin bir tarafında kent merkezinde yaşayan, ticaretle zenginleşmiş, devlet ile ilişkilenerek siyasal ve sosyal bir garanti elde eden Azeri nüfus; diğer tarafında kırsalda yaşayıp kentle tek ilişkisi hayvancılıktan elde ettiği malları tarım ürünleri ve temel ihtiyaçlarla değiş-tokuş yapma üzerine kurulmuş Kürtler bulunmaktaydı. Azerilerin kentteki ekonomik üstünlüğü onlara kenti kendi değerleri üzerinden şekillendirme olanağı sağladığı gibi bu değerler sosyal ve kültürel hayatın canlı olmasında da etkili olmuştur. Öte yandan Kürtlerin kentte esaslı bir mevcudiyetinin olmaması veya kısıtlı mevcudiyetleri her iki kimliğin yan yana yaşayabilmesine imkân verdiği söylenebilir.
    c-1986-2001 / PKK’nın Etkisi:
    1980’lerden sonra bölgede etkinliğini arttıran PKK’nın faaliyetleri ve PKK’ya karşı devletin güvenlikçi politikalarının dozunu arttırmasıyla köy boşaltmaların, zorunlu göçlerin gündeme gelmesiyle alt üst olan bir Iğdır’dan bahsetmek doğru olacaktır. Her ne kadar bu dönemde de ekonomik olarak baskın kimliğin Azeri olmasına karşın Iğdır’ın diğer iller ve kent kırsalındaki köy boşaltmalar sonucunda devletin regüle etmekten imtina ettiği göçe zorlanan Kürtlerce tercih edilen bir merkez olması Iğdır kent merkezinin çeperlerini genişletmiştir. Bu tarihlerde Iğdır’ın bugün dahi en büyük tehlikelerinden birini oluşturan “varoş” gerçekliği vücut bulmaya başlamıştır. Çeperlerde yaşamaya başlayan Kürtleri ise kısaca devlete öfkeliler ve kaybedecek hiçbir şeyi olmayanlar olarak tarif edebiliriz. İşte bu öfkeli kitlenin kentte tutunmak için kayıt dışı ekonomiye yönelmesi ve bu yolla zenginleşmeye ve daha sonraları sermaye birikimine başlamasıyla Iğdır’daki ekonomik dengeler yavaş yavaş değişmeye başlamıştır. Kayıt dışı ekonomik kazançlar kabaca sınır ticareti (kaçak hayvancılık, sigara kaçakçılığı), kaçak mazot ticaretinden elde edilen gelirler olarak tanımlanabilir. Fakat belirtmek gerekir ki bu dönemde devletin güvenlikçi politikaları ve devletin PKK’ya karşı Türk aidiyetlerini aşırı desteklemesi kentteki ekonomik ve dolayısıyla politik dengeleri bariz bir biçimde sarsmamıştır. Diğer yandan yine bu dönemde Kürt nüfusun ekonomik ve siyasal mevcudiyetine etki eden bir unsur PKK’nın kent politikaları olmuştur. Kent yapılanmasının içine giren Kürtler PKK’nın korunmasından yararlanmışken dışında kalanlar devletin baskıcı politikaları ve PKK arasındaki çatışmanın ortasında kalmış ve bir taraf seçmeye zorlanmışlardır. İşte bu dönemde geleneksel Azeri-Kürt “dengesi” yeniden pozisyonlanmıştır: Azeriler devletten yana “iyi vatandaş” olarak yeniden tanımlanır ve konumlandırılırken Kürtler “olağan şüpheli” olarak damgalanmış, kentteki demokratik karar alma mekanizmalarının uzağına itilmişlerdir. Dolayısıyla kendi siyasallaşmasını içe dönük bir sosyolojiyle geliştiren Kürtler bugün hayli olgunlaştığını söyleyebileceğimiz siyasal Kürt hareketinin yapılanmasına hız vermişlerdir. Kaldı ki devletin sistematik dışlama politikaları dolayısıyla siyasal hareketin doğal bir tabanı da zaman içinde oluşmuştur.
d-2002-2013 / AKP İktidarıyla Doğan Yeni Kodlar ve Aktörler:
2002 yılı Türkiye genelinde 28 Şubat sürecindeki aşırı mağduriyet ve haksız ötekileştirmelerden dolayı adeta patlayan yeni bir siyasi parti ve buna bağlı olarak yeni bir siyaset yapma biçiminin miladı olmuştur. Hâlihazırdaki ulusal politikaları yukarıdan aşağıya yeniden biçimlendiren, yeni bir dille siyaset yapacağı konusunda garanti veren ve bu konuda da maddi adımlar atan AKP’nin 2007 yılına kadar Türkiye’nin demokrasi standardını yükselttiği yadsınamaz bir gerçektir. Özellikle Türkiyeli liberallerle yapılan ittifak harekete hem dinamizm kazandırmış hem de özgürlükçü ve demokrat karakterini ciddi biçimde şekillendirmiştir. Bu süreçte Iğdır ekonomik hayatında Azeri-Kürt ikiliği devam etse de Kürtlerin ağırlıklı olarak içinde bulunduğu yeni bir zengin sınıf “türemiştir”: AKP ile organik bir ilişkiye geçerek kendilerine tek değer ve hedef olarak sermaye birikimi artırımını seçmiş, İslami şemsiye altında çeşitli cemaatlerle buluşabilen, iş yapabilen ve daha da çok zenginleşen bir kesimdir bu. Şu andaki yönetici ekonomik sınıfın baskın değeri her ne kadar Sünni-İslam olsa da Iğdır’a özgü koşullardan ötürü Caferi İslam inancının sermaye grupları da bu blok içinde yer almaktadır. Mevcut durumda ise Azeri ve Kürt kimlikleri üzerinden ticari hayatta var olan grupların ekonomik olarak kenti yönetme kabiliyetlerinin sınırına geldiklerini ve zaman içinde tasfiye olacaklarını söylemek yanlış olmaz.

Bu yeni düzenin kaybedeni ise geleneksel Azeri-Kürt yönetici elitidir. Bu yönetici elitin rekabetin gerisinde kalmasının en öneli nedenlerden biri kayıt dışı ekonomik zenginleşmeyle arasına mesafe koymasıdır. Kayıt dışı ekonominin barındırdığı dinamizm ve hızlı zenginleştirme potansiyelinden yararlan(a)mamaları yereldeki ekonomik güçlerini yitirmelerine neden olmuştur. İkinci bir neden ise ulusal ve dolayısıyla yerel politikada Sünni-İslam ağırlıklı dilin ekonomik yapılanmada baskın unsur olmasıdır. Tarihsel olarak seküler olagelmiş bu geleneksel yönetici elit haliyle bu yeni düzenin dışında kalmıştır. Son olarak, geleneksel yönetici elitin öngörüsüzlüğünün de mevcut pozisyon kaybında önemli bir yer teşkil ettiğini söylemek gerekir: Seküler Azeri ve Kürt ekonomik elit kendinden sonraki jenerasyonlara doğru ve etkili bir şekilde değer aktarımı yapamamıştır. Değer aktarımı sadece mevcut sermayenin sonraki jenerasyona aktarımı demek değildir; bu, gelecek jenerasyonları ulusal ve global değişimler çerçevesinde donanımlı ve vasıflı kılmayı, dolayısıyla eğitimli ve bilinçli bir nesil yetiştirme yükümlülüğünü de kapsar. Maalesef, geleneksel elit bu yükümlülüğünü yerine getirememiş ya da bu yükümlülüğün vaktinde farkına varamayarak bugünün Iğdır’ında mevzi kaybetmiştir.

II-Geleceğe Dönük Tavsiyeler:

a-Her şeyden önce şunu söyleyerek başlamak gerekir: Muhafazakar ve statükoyu hedefleyen hiçbir siyasi yapılanmadan özgürlükçü politikalar çıkmaz. Örneğin, bugün daha sağlıklı bir biçimde görüyoruz ki AKP’nin 2002-2007 yılları arasındaki özgürlükçü ve demokrat tavrının ana nedeni çevreden merkeze geçiş sürecinde olmasından kaynaklanmıştı. Ve yine siyasal deneyimler bize göstermektedir ki muhafazakâr siyasal hareket bir kere merkeze yerleştikten sonra devletin baskıcı ve sınırlayıcı aygıtlarını kendi çıkarları doğrultusunda yeni ötekilere karşı kullanmaktan çekinmez. Son Gezi Parkı direnişinde gözlemlendiği üzere AKP için yeni ötekiler geçmişin yönetici elitleri, ulusalcı olarak nitelenenler, sekülerler, sendikalar, Şii-Alevi inancına sahip olanlar, çevreciler, kadın hakları savunucuları, liberal soldan gelenler gibi oldukça geniş bir kesimi kapsamaktadır. Dolayısıyla önümüzdeki on yılın hem ulusal hem de yereldeki kırılma noktası belli bir grubun zenginleşmesine dayalı kalkınma değil özgürlük ve demokrasi olacaktır. Kaldı ki Gezi Parkı direnişine katılan kitlenin taleplerinin ekonomik değil hayat tarzına dair özgürlükçü talepler olması Türkiye’nin bundan sonraki siyasal hattının bu eksende karılacağını haber vermektedir. Ulusal ve yerel arasındaki ilişkiden yola çıkarak bundan sonraki dönemde yerelde üzerinde düşünülmesi ve mevcut siyasal partilere yöneltilmesi elzem sorular şöyle sıralanabilir: İşsizlik sorunu nasıl çözülmelidir? Kadın haklarıyla ve kadın-erkek eşitliğiyle ilgili ne öneriyorsunuz? Çevre sorunları listenizin kaçıncı sırasındadır? Kent yoksullarıyla ve kent rantının adil bölüşümüyle ilgili projeniz nedir? Eleştirel akıl ve bilime dayalı eğitim nasıl olmalıdır?

b- Tam bu noktada bir adım ileri giderek bu sürecin hem ulusal hem de yerel politikalarda şu çatışmayı yeniden gözden geçirmeyi zorunlu kılacağını belirtmek gerekir: Kültüre dayalı bir siyaset mi yoksa evrensel insan hakları ve global değerlere dayalı politikalar mı? Kültüre dayalı siyaseti kısaca bir grubun, topluluğun DOĞUMLA getirdiği değerler üzerinden siyasallaşması olarak tanımlayabiliriz. Örneğin; İslami bir söylem üzerinden AKP, Kürt kimliği üzerinden BDP yahut Türk kimliği üzerinden MHP kültür siyaseti yapan partilerdir; çünkü ana eksene oturttukları kültürel değerler zaman-mekân ikiliğine göre değişkenlik gösterir. BDP, AKP veya MHP tarzı siyasetin, örneğin demokratik ülkelerde bir karşılığı yoktur. Öte yandan değer siyaseti her yerde geçerlidir, zaman ve mekânlar üstüdür; çünkü hedefinde insan onuru ve bu onurdan kaynaklanan insan hakları vardır. Değer siyaseti vicdan, etkin ve etkili hukuk düzenini de içine alan adalet, insan onur ve haysiyetine yaraşır kalkınma ve ekonomik zenginleşme ile uluslararası sözleşmelerle kabul edilmiş vazgeçilmez, devredilmez, bölünemez temel insan hakları odaklı olduğundan hem sürdürülebilir hem de kalıcıdır. Dolayısıyla bundan sonraki on yılda tanık olacağımız bir başka siyasi yapılanmanın bu eksende de olacağını öngörmekteyim.28/06/2013
Saygılarımla,

Atila HUN
19. Dönem Kars Milletvekili

Facebook Beğenenler

Yorum yapılmadı!

Yorum yapmak için aşağıdaki formu kullanabilirsiniz.

Yorum Yaz!

E-Posta adresiniz yayınlanmayacaktır.
* İşareti olan alanlar gereklidir.