Arslantürk AKYILDIZ 24 NİSAN'DA NE OLDU?
Tarih : 2008-05-24
Tüm Yazılar

Arslantürk AKYILDIZ



 Son yıllarda, her 24 Nisan yaklaştıkça Ermeni Diasporasının yoğun olduğu merkezlerden idare edilen, sözde "Ermeni Soykırım " iddiaları gündemi meşgul etmektedir. Tarihi gerçekler göz ardı edilerek, olay tamamen siyasal zemine kaydırılmış, Türklüğe saldırmanın  yeni adresi haline getirilmiştir. Geçmişte, Ermenileri kendi çıkarları için maşa olarak kullanan bazı devletler bunlara destek olmakta, cesaret vermektedirler. İlmi gerçeklerden uzak olarak uydurulan masallara dört elle sarılmakta, böylece Türklüğü köşeye sıkıştırmak istemektedirler.
 Peki, nedir bu olayın aslı, 24 Nisan'da neler oldu? Belgelerin ışığında baktığımızda, olayın iç yüzü hiçte belli çevrelerin iddia ettiği gibi olmadığı görülmektedir.
Osmanlı devletinde, uzun yıllar mutlu bir hayat yaşayan Ermeniler, önemli Devlet memurluklarından, bayındırlık hizmetlerine, ticaretten, güzel sanatlara, bankerliğe kadar birçok sektörde faaliyet gösteriyordu.

 Osmanlı tebaası içerisinde en uyumlu topluluklardan birisi  oldukları için  "Millet-i Sadıkan" olarak da anılıyorlardı.
18.yy.ın başlarından itibaren, Dünyada  gelişen siyasi, iktisadi ve askeri şartlar, başta  Rusya olmak üzere İngiltere, Fransa gibi devletlerin, Osmanlı Devleti ile daha fazla ilgilenmeleri sonucunu doğurmuştu.  Balkanlarda Salv asıllı topluluklar kışkırtılırken, Anadolu'da bu iş için en uygun topluluk olarak Ermeniler seçilmişti. Bölgedeki Emperyalist emeller, ancak Ermenilerin kışkırtılarak Osmanlı Devletinden koparılmaları ile gerçekleştirilebilecekti. Bunun için her devlet, bazen bir biriyle çatışan planlar hazırlayıp uygulamaya başladılar. Amaç Osmanlı toprakları üzerinde ki emellerine ulaşmaktı.
Ardı ardına gelişen olaylar ve yapılan propagandalar, zamanla bir kısım Ermeni'yi etkilemeye başladı. Genellikle bazı kiliseler ve dernekler eliyle bu faaliyetler yürütülüyordu. Bu arada Katolik dünyasının merkezi olan Papalıkta, Ortodoks Ermenileri kendi yanlarına çekebilmek için büyük gayretler sarf ediyordu. Bu maksatla Sivaslı bir Ermeni olan Mekhitaris'e, 1717 yılında Saint-Lazare adası tahsis edilmiştir. Daha sonra adı geçen şahsa İtalyan kralı tarafından berat verilerek, çalışmaları teşvik edilmiş. Böylece ada, günümüze kadar faaliyetlerini devam ettiren " Ermeni Akademisi " haline getirilmiştir.   Bunu takip eden yıllarda bu olaydan cesaret alan bazı Ermeni Papazlarının da, bilhassa bazı Avrupa ülkelerinde Ermeniler için yardım talep ettikleri görülmektedir.
Ermenileri kışkırtarak, Osmanlı Devletine düşman etme siyaseti, içte ve dışta aralıklı olarak devam etti. Ancak bu olay, gerçek bir tehlike haline, 1774 Küçük Kaynarca ve 1829 Edirne Anlaşmaları ile geldi. Bu anlaşmalarla, Osmanlı Devleti, hâkimiyeti altında yaşayan Ermenilerin hamiliği Ruslara veriliyordu.   Bu durumu kendi amaçları için kullanmaktan geri kalmayan Ermeni ayrılıkçı çevreleri, her vesile ile Osmanlı devleti ile Rusya'yı karşı karşıya getirmeye çalıştılar. Yapılan çalışmalar, ilk meyvelerini 1799 'da mimarlığını katogikos Hovsep Argutian'nın yaptığı " Ermeni Ararat Krallığı" projesi ile verdi.
 Büyük Ermenistan olarak ta bilinen, bu   "Ermeni Ararat  Kırallığı" projesini gerçekleştirmek için hummalı bir çalışma başlatıldı. Van'da bir manastır da kurulan Hirimyan , Ermeni bağımsızlığını hedefleyen " Van Kartalı " , " Muş Kartalı" adlı gazeteleri 1857'den itibaren çıkarmaya başlamış ve Ermeni çetelerinin yaptıklarını ört bas etmek için, Türklerin aleyhine  büyük bir karalama ve iftira kampanyası başlatmıştır. Diğer taraftan da etrafında toplanan ateşli Ermeni papaz ve gençlere dersler vermekten geri kalmadı. Bu ve benzeri çalışmalar içinde kiliseler, okullar, hayır müessesleri, cemiyetler, komiteler aktif şekilde yer almışlardır.
Kiliseler bu faaliyetlerin merkezinde olmayı bir nevi dini bir vecibe olarak görmüşlerdir.  20 Haziran 1890 tarihinde Erzurum'da bulunan Saint Asalyan Kilisesinde yapılan aramada, Rusyadan getirilip gizlenen, silah, cephane ve bombalar bulunmuştur.  Yine, Bitlis doğumlu ve Amerika'da tahsilini yapıp tekrar memleketine dönen Jorcnab, Ermeni kilisesi papaz vekili ve oradaki Amerika misyonerlik okulu idarecileri, Ermenileri silahlandırmış ve Cuma namazına giden Müslümanlara suikast düzenlenmiştir. (25 Ekim 1895) çıkan çatışmada 200'den fazla insan ölmüştür.  1909 talihli Adana isyanının sorumlusu yine bir din adamı olan, Adana Episkopusu Muşeg'dir. Ermeni Din adamlarının bu olaylarda aktif olarak yer aldığını gösteren benzeri birçok örnek belgelerde sabit olarak görülmektedir.
Ermeni meselesinin dış kaynaklı olarak Ermeniler tarafından başlatıldığını, daha sonra Başbakan olan ve dönemin Dâhiliye nazırı Talat Paşa, şöyle ifade etmektedir; " …Adana olaylarının tahkik evrakını dikkatle inceledim. Olayların Ermeniler tarafından başlatılmış olduğu inceleme komisyonu üyesi Ermenilerin  şahitlikleriyle de anlaşılmıştır. Bu komisyonda Ermenilerin üyesi olan Agop Babikyan tarafından bizzat ifade edilmiştir. Bu olayları çıkarmaktaki amaç, bir karışıklık meydana getirerek Avrupa devletlerinin dikkatlerini üzerlerine çekmek ve sonucunda Çukurova ( Kilikya) 'da özerk bir Ermeni idaresi kurmaktı".
Ermeni terörünü destekleyen çevreler, dış desteği de sağladıklarına emin olduktan sonra harekâta geçtiler. Komitelerin kurulması ile kendilerini "Büyük Ermenistan" 'a götürecek yol açılacaktı. Ermeniler, başta Rusya olmak üzere İngiltere,  A.B.D.ve Fransa gibi devletlerin desteği ile Armenekan  ve Daşnak  , Hınçak  başta olmak üzere çeşitli partiler ve örgütler kurmuşlardır. Osmanlı Devleti'nin topraklarında yaşayan Ermenilere, sözde özgürlük sağlamayı hedefleyen bu partiler, aslında Ermenilerin özgürlüğe kavuşmasına değil,  bilhassa Rusya'nın Doğu Anadolu Bölgesi'nde bir Ermenistan kurdurmak suretiyle, Bağdat Demiryolu'nu ele geçirme ve İskenderun'a kadar inen bir Ermenistan ile sıcak denizlere çıkma politikalarına da hizmet etmişlerdir. Yine aynı şekilde, İngiltere'nin Uzakdoğu'daki sömürgelerinin ürettiği mamul ve tekstil ürünleri için bir güzergâh oluşturma düşüncesine, Fransızların ise rekabet hâlinde bulunduğu devletlerin, Osmanlı Devleti üzerinde kurmaya çalıştığı bu hâkimiyetten pay almak şeklinde özetlenebilecek emellerine hizmet etmiştir. Yani bu devletlerde kendi çıkarları için, Ermenileri desteklemişlerdir.
Bu baskılar sonucunda Osmanlı Devleti, 8 Şubat 1914'te Rusya ile Islahat Anlaşması yapmak zorunda kalmıştır. Bu anlaşma uyarınca Doğu illerinde Ermenice resmî dil olarak kabul edilecek, bu bölgeden  askere alınacak Ermeniler başka bir bölgeye gönderilmeyecek ve bu vilâyetlerin yönetimi  Rusya, İngiltere, Fransa ve Almanya'nın birlikte tespit edecekleri üç gayrimüslim müfettişten birisi arasından seçilmek sûretiyle yapılacaktı. Görüldüğü gibi bölgede adeta bir bağımsız Ermeni devleti kurulmak istenmiştir.
Ancak, I. Dünya Savaşı'nın çıkması bu hain planın uygulanmasını önlemiştir. Osmanlı Devletine zorla kabul ettirilmek istenen bu dayatmayı rafa kaldırılmıştır.  Büyük bir hayal kırıklığı yaşayan Ermeni terör cemiyetleri, Birinci dünya savaşında içine düştüğümüz zor dönemi de fırsat bilerek, Anadolu'daki isyan hareketlerine hız verdiler. Bu maksatla 1914 Haziranı'nda Erzurum'da yapılan Daşnaksutyun kongresinde, Osmanlı devletine muhalefet etme, pasif direnişe geçme kararı alındı. Alınan bu karara, diğer Ermeni teşkilatları olan Hınçak, Reforme Hınçak, Ramgavar 'da iştirak ettiler. 
  Nihayet 17 Nisan 1914'de Van'da başlayan isyan, kademeli olarak bütün Anadolu'ya yayılmaya başladı. Büyük bir hazırlığın neticesinde başlatılan isyan harekatı, kısa zamanda, Maraş (Zeytun ), Kayseri, Bitlis, Muş, Diyarbakır, Elazığ, Erzurum, Sivas, Trabzon, Ankara, Urfa,  İzmit, Adapazarı, Bursa, Maraş, Antep, Halep gibi nice Osmanlı topraklarında  korku ve paniği beraberinde getirdi..Bunun üzerine Osmanlı Devleti, Ermeni ileri gelenlerini İstanbul'a davet ederek bir araya getirmiş ve onlara bu hareketlerin devam etmesi hâlinde sert tedbirler alınacağını  bildirmiştir. Buna rağmen Ermeni isyanları durmayınca Osmanlı Devleti, 24 Nisan'da, yani Ermenilerin "soykırım günü" olarak andıkları günde, bir gece içerisinde bu parti ve örgütlerin ileri gelenlerinden 2345 kişiyi tutuklamıştır.  24 Nisan 1915 ( 11 Nisan 1331 )  Bu operasyonla devletin gücü gösterilmeye, meydanın zannedildiği gibi boş olmadığı mesajı verilmek istenmiştir. Bu operasyonda  tutuklanan içerisinde hiçbir kimsenin burnu bile kanamamış, hatta bir kısmı daha  sonra serbest bırakılmıştır. Ancak bu hamle ile birlikte, Ermeni hareketinin etkinliği büyük ölçüde kırılmıştır. İşte Ermenilerin bu tarihi, "soykırım günü" olarak anmalarının asıl sebebi, Ermenilerin devlet kurmak için örgütlenmelerinin, bu tarih ile birlikte sekteye uğramış  olmasıdır. Yani, 24 Nisan bağımsız bir Ermenistan kurma hayallerinin sona erdiği tarihtir. İşte bundan dolayı Ermeniler bugünü, "soykırım günü" olarak anmaya başlamışlardır.
Komitelerin kapatılması, elebaşlarının ve bazı teröristlerin tutuklanması, olayları yatıştıracağı yerde daha da şiddetlendirmiştir. Teşkilatlanma ve silahlanma şehirlerden en ücra yerlere kadar yayılmıştı. Bir taraftan Osmanlı ordusunu, diğer taraftan sivil halkı emniyet altına almak maksadı ile Osmanlı Hükümeti nihayet son insani çare olarak, savaş bölgesindeki  Ermeni halkın "sevk ve iskanı"na karar vermek zorunda kalmıştır.
Bu maksatla hazırlanan yer değiştirme (Tehcir ) kanunu, Osmanlı Mebusan Meclis tarafından 27 Mayıs 1915 tarihinde kabul edilmiş ve 1 Haziran 1915 günü dönemin Resmi Gazetesi, Takvim-i Vekayi'de yayınlanarak yürürlüğe girmiştir
Arapça asıllı bir kelime olan tehcir, "bir yerden başka bir yere göç ettirmek, yer değiştirmek, hicret ettirmek " manasını taşır; bir "sürgün" manası yoktur. Bununla birlikte;   "Tehcir Kanunu" diye adlandırılan kanunun adı da aslında,  "Savaş zamanında hükümet uygulamalarına karşı gelenler için asker tarafından uygulanacak önlemler hakkına geçici kanun"dur. Başta Van olmak üzere, yurdun pek çok yerinde başlayan Ermeni isyanlarına karşı tedbir almak amacıyla Talat Paşa'nın başlattığı, Hükümet ve Meclis'in de uygun gördüğü yer değiştirme, doğrudan doğruya cephelerin güvenini sarsacak bölgelerde uygulanmıştır. Bunlardan birincisi, Kafkas ve İran cephesinin geri bölgesini oluşturan Erzurum, Van ve Bitlis dolayları; ikincisi ise, Sina cephesi gerilerini oluşturan Mersin-İskenderun bölgeleridir. Ermeniler, her iki bölgede de düşmanla işbirliği yapmış ve onların çıkarma yapmalarını kolaylaştıracak faaliyetlerde bulunmuşlardır.
10 Haziran 1915 tarihinde yayımlanan bir emir yazısı ile de, göçe tabi tutulan Ermenilerin mallarını koruma altına almak maksadı ile  "Terkedilmiş Mallar Komisyonu" kurulmuştur. Bu komisyonlar, boşaltılan köy ve kasabalardaki Ermenilere ait malları tespit edecek, ayrıntılı defterlerini tutacaktır. Defterlerden biri bölgesel kiliselerde korunacak, biri bölge yönetimine verilecek, biri de komisyonda kalacaktır. Bozulabilir eşya ile hayvanlar açık arttırma ile satılacak ve parası korunacaktır. Komisyon gönderilmeyen yerlerde, bildiri hükümlerini, bölgelerdeki görevliler yerine getirecektir. Bu malların Ermeniler dönünceye kadar korunmasından hem komisyon, hem de bölge yöneticileri sorumlu olacaktır.
Göç sırasında, özellikle kadın, çocuk yaşlı ve hastaların rahat bir yolculuk geçirmeleri için çeşitli tedbirlerde alınmıştır. Yol güzergâhındaki asker ve sivil idareciler, çeşitli zamanlarda gönderilen emirlerle uyarılarak gerekli ilgi ve ihtimamı göstermeleri sağlanmıştır. Zaman zaman meydana gelen bazı nahoş hadiseler ile ilgili suçlular tespit edilerek gereği yapılmaya çalışılmıştır. Ancak Birinci Dünya savaşının bütün hızıyla devam ettiği bu dönemde kanun hâkimiyetini kurmak bazen mümkün olamamıştır.
Dönemin Emperyal devletleri tarafından kışkırtılarak, yüzyıllarca dost olarak iç içe yaşadıkları Türklere karşı adeta canavarlaştırılmıştır. Bütün uyarılara rağmen isyan ve Türk katliamlarından vaz geçmemişlerdir.  Ermeniler bununla yetinmemiş, başta Ruslar olmak üzere düşmanlarımızla işbirliğine giderek bizi arkadan vurmak için gizli anlaşmalar yapmışlar, isyan çıkarmışlardır. Bu şartlar altında hangi devlet seyirci kalabilirdi. Osmanlı Devleti de, meşru müdafaa hakkını kullanmaktan başka çare bulamadığı için Tehcir kanununu çıkarmak zorunda kalmıştır.
Azerbaycan Türküleri'nin " Kan Yaddaşı" dedikleri, Milli hafızamızı zaman zaman tazelemediğimiz için tarihte karşılaştığımız, benzeri faciaları çabuk unutma gibi bir özelliğimiz var. Ancak biz unutsak bile düşmanlarımız unutmuyor. Hatta bizim unutmamız onların işine gelmiştir. Olaylar ters yüz edilerek, Türklüğe karşı oluşturulan şer cephesinin malzemeleri arasında yerini almıştır..

Henüz yorum yapılmadı!

Bu içerik için yorum yapılmadı. Yorum yapmak için aşağıdaki formu kullanınız.

Yorum Yaz!

E-Posta adresiniz yayınlanmayacaktır.
* İşareti olan alanlar gereklidir.