Cabbar ŞIKTAŞ HASRET KAPISI HENÜZ AÇILMAMIŞTI
Tarih : 2016-01-10
Tüm Yazılar

Cabbar ŞIKTAŞ



HASRET KAPISI HENÜZ AÇILMAMIŞTI

            Çocukluk yıllarımda mahalleli arkadaşlarla bir araya geldiğimizde hafta sonları Aras Nehri kenarına balık tutmaya giderdik. Sınırı koruyan Türk askerinden izin alır, muhteşem görünümlü Aras Nehri'nin kıyısında balık tutar, piknik yapardık... Nehrin hemen karşısında Ermenistan sınırını koruyan Rus askerleri vardı. İçimizden kızardık ama işaretle hakaret etmek yasak olduğundan taşkınlık yapmazdık.

            Aras Nehri'nin kıyısına her gittiğimde Azerbaycan'ın kokusunu almaya çalışırdım. Pet şişelere mesajlar yazıp Aras Nehri'ne atardım. Ya Nahcivan'da ya da Hazar'da gören olur düşüncesiyle Azerbaycan'a ulaşma hayalleri kurardım.

            1991 yılının son aylarıydı.

            Yeşil Iğdır gazetesinin ve Milliyet gazetesinin muhabirliğini yapıyordum. Nahcivan ile Türkiye arasında köprü kurulacağını öğrendim. Dilucu bölgesi birinci dereceden askeri yasak bölge olmasına rağmen, nasıl oldu anlamadım ama Dilucu sınır kapısına varmıştım... Hiç unutmam, Ufuk Teğmen beni görünce şaşırmış, "Burası yasak bölge ve buraya gazeteci olarak giremezsiniz." demişti.

            Ama artık ben oradaydım.

            Köprü çalışmalarını başlatabilmek için ilk olarak demirden küçük bir servis köprüsü yapmışlardı. Her iki ülkenin sınır yetkilileri de oradaydı.

            Ben, heyetlerin proje üzerinde yaptıkları çalışmaları fırsat bilerek Nahcivan tarafına geçtim. Hızımı hiç kesmeden orada temin ettiğim bir araçla Nahcivan'a gittim.

            Bulutların üzerindeymiş gibiydim.

            Yıllardır özlemini duyduğum Azerbaycan topraklarındaydım ve hiçbir şey umurumda değildi. Nahcivan'ı bir gün gezip geri döndüm. Ufuk Teğmen köprünün yapılacağı alandaydı. Beni görünce "Cabbar Bey başımı belaya sokacaksınız." dedi ve beni de yanına alarak Dilucu'ndan ayrıldık...

            1992 yılında Iğdır, il oldu.

            Köprü çalışmaları hızla devam ediyordu. Ben yine fırsat buldukça dönemin valileri, kaymakamları ile sınıra gidiyor, haber yapıyordum.

            1992 yılında henüz gümrük açılmadan yine kaçak olarak Nahcivan'a gittim. Nahcivanla yetinmeyip Bakü'ye uçtum. Bakü'de ilk uğrak yerim Azadlık Meydanı, ikinci uğrak yerim Şehitler Xıyabanı olmuştu. Haberler yapıyor, Poşt idaresinden haberlerimi Milliyet gazetesine geçiyordum.

            1992 yılında Dilucu sınır köprüsü tamamlanıp açılışı yapıldığında da oradaydım. Merhum 9. Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel ve Merhum Haydar Aliyev'in katıldığı açılış görülmeye değer bir coşku yaratmıştı.

            Artık Nahcivan'a rahat rahat gidip geliyor, en üst düzey kişilerle görüşüyor, Nahcivan'ın Türkiye ve dünya kamuoyuna duyurulması gereken mesajları daha hızlı bir şekilde iletiyordum.

            Nahcivan ve Azerbaycan'ın, daha da ötesinde Türk dünyasının önemli liderlerinden birisi olan Haydar Aliyev ile tanışmak, onun elini öpmek, verdiği talimatları yerine getirmek benim için bambaşka bir duyguydu.

            Her Nahcivan'a gittiğimde Âli Meclis'e gider, bir ağsakkal kimi Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev'in elini öper, röportaj yapardım.

            Şimdi ki Cumhurbaşkanı Sayın Vasıf Talıbov'u da orada tanımıştım. Merhum Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev'in sağ kolu, sır küpü, gölgesi gibiydi. Haydar Aliyev'in özellikle Türkiye ile haberleşmesini Sayın Vasıf Bey yapardı.

            Halkın yoğun talebi ve isteği üzerine Nahcivan Âli Meclis başkanlığına gelen Haydar Aliyev, kısa sürede çok şey yapması gerektiğini biliyordu.

            Bir yandan Rusları bir an önce Nahcivan'dan çıkarmalı, bir yandan da Milli orduyu kurmalıydı. Azerbaycan'ın Kanuni Milli Ordusu Nahcivan Özerk Cumhuriyeti Devlet Milli Müdafaa Komitesi 1991 yılının 07 Eylül'ünde, Merhum Haydar Aliyev tarafından kurulmuştu. 1992 yılının 15 Ağustos'unda da Nahcivan'da Türk şenliği vardı. 75. Rus Tugayı Nahcivan'dan gönderiliyor ve tüm silah ve gereçlerine el konuluyordu. Azerbaycan'ın ilk Milli Ordusu Nahcivan'da varlığını hissettirmeye başlamış ve "Kirov Caddesi, Atatürk Caddesi" yapılmıştı.

            Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev törende konuşma yapıyor, Milli Ordunun Kurucusu Genel Kurmay Başkanı Elman Abbasov'da yanı başında duruyordu.

            Henüz yeni tanışmıştık...

            Sakallı ve kararlı duruşa sahip bir komutanla dost, arkadaş olmuştum. “Elman Ağabey” diyordum kendisine... Dostluk ve arkadaşlığımızı Merhum Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev biliyor ve bu durumdan çok mutlu oluyordu.

            Azerbaycan'ın eski İçişleri Bakanı İskender Hemidov, sokak çocuğuna yakışmayacak davranış sergileyip Nahcivan'a gelmek üzere yola çıktığında, Vasıf bey, Elman bey ve ben Merhum Haydar Aliyev'in makamındaydık...

            Elman bey, "Sayın Cumhurbaşkanım, havalimanında önlemler alındı, İskender Bey iniş yapamaz, yapsa da haddi bildirilecektir." diyordu.

            Elman Abbasov ile başlayan dostluğumuz savaş cephesinde de devam etti.

            Ben, 1992 yılında yine Merhum Haydar Aliyev'in makamına ziyarete gitmiştim. Elini öptüm, halini hatırını sordum. Sonra da "Aldığım duyumlara göre, Karabağ'da çatışmaların şiddetlenmesini fırsat bilen Ermenilerin, Nahcivan'a, Sederek bölgesinden saldıracaklar. Şu anda o bölgeye yığınak yapıyorlar ve ben gidip o bölgeyi görmek istiyorum." dedim.

            Âli Meclis Başkanı Merhum Haydar Aliyev de bana bir yazı yazdı ve bunu Elman Bey'e ver dedi. Hemen Karargaha gittim. Karargahta beni yüksek seviyede karşılayan can dostum Elman Abbasov'a yazıyı verdim. Çayımız biter bitmez beni bir araçla Seredek'e yolladı. Sederek'te bulunan askeri birliğe girdik ve bir süre araçla gittikten sonra araçtan inip Mil Tepesi'ne çıktık... Etrafımda onlarca asker ve komutanlar vardı. Saatlerce onlarla orada inceleme yaptım. Her anın fotoğrafını çektim. Elimde çok gelişmiş fotoğraf makineleri olmadığı için olanla yetiniyordum. Ermenilerin çimento fabrikası istikametinde bir hareketlilik olduğunu çıplak gözle görüyorduk...

            İşimi bitirdim, dost olduğum asker ve subaylardan ayrılıp Nahcivan'a döndüm.

            Gördüklerimi ve yazacaklarımı Merhum Cumhurbaşkanımıza ilettim. Onay verdi ve ertesi gün Türkiye'ye döndüm.

            Milliyet gazetesi ve Yeşil Iğdır gazetesinde manşetten haber yayınlandı.

            Ermeniler, Nahcivan sınırına yığınak yapıyor başlığı ile haber Türkiye ve dünya kamuoyunda geniş yankı buldu.

            Aradan kısa bir süre geçti -tahminen 10 gün kadar- Ermeniler azgın, saldırgan tutumlarını şimdi de Nahcivan'a çevirmiş ve Sederek'e saldırıyordu.

            Yoğun top atışları ve çatışmalar başlamış, sivil halkın üzerine bombalar yağıyordu.

            Savaşın yarattığı o ağır psikolojiyle hemen Nahcivan'a gittim. Âli Meclise vardığımda yoğun bir gündem vardı. Merhum Haydar Aliyev gelişmeleri özellikle Türkiye'ye iletiyor, olaya hakim olmaya çalışıyordu.

            Milli Ordu yeni kurulmuş, ağır silahları yok denecek kadar azdı.

            Âli Meclis'te görüşmelerim bitti ve açıklamaları aldıktan sonra Genelkurmaya gittim. Elman Bey yerinde yoktu. Cepheye gittiğini söylediler. Kiraladığım araçla Sederek'e doğru yola çıktım. Sederek sınırına geldiğimde yolu kesen askerler geçiş izni vermediler. Araçtan indim askerin yüzünden öptüm ve "Alnımıza ne yazılmışsa o olur. Ben o karargaha gideceğim." dedim ve yolu açtırdım.

            O çatışmanın ortasında Mil Tepesi'nin hemen dibindeki karargaha nasıl girdim doğrusu mucize gibiydi. Beni gören komutanlar şaşırdı. Hemen Elman Abbasov'a haber verdiler. Elman Bey beni görür görmez, boynuma sarıldı ve koruma içgüdüsüyle bana kızarak “Ne işin var burada, nasıl geldin?” dedi.

            Ben de hiç unutmam, "Senin ne işin var burada?" demiştim.

"Ben askerimin yanında olmalıyım. Askerlerime moral vermeliyim. Ermenilerin ilerlemesini engellemeliyim." diyordu.

            Elimde silah uzun süre karargahta kaldım. Cepheye gitmeme izin vermese de, cephe gerisinde yapmam gereken işleri yapmaya çalışıyordum. Bir ara kendimi kaptırmış, mevziden çıkmıştım. Kolumdan tutup aşağı sürükleyen Elman Bey idi.

            Ağlamamak için çok dirensem de, yalnız kaldığımda çok ağladığım olmuştu. Çünkü tanıdığım, arkadaş olduğum birçok şehidimiz vardı. Hatta 10 gün önce saatlerce Mil Tepesi'nde beraber inceleme yaptığım, 5-6 subay arkadaşım şehit olmuştu. Zaten tanıdıklarımın biri hariç tamamı şehit oldu. Bir binbaşı yaralı olarak Türkiye'ye getirildi ve Erzurum Araştırma Hastanesi'nde diğer yaralılarla beraber tedavi edildi.

            Elman Abbasov savaş cephesinde kaldı ve bizleri yolcu etti.

            Gitmek istemiyordum... Sederek ilçesinin iç kısımlarına hareket ettim. Hayalet şehirdi. Kimse yoktu. Okullar, evler, sağlık ocakları harabeye dönmüştü. Ermeniler Karabağ'da yaptıkları barbarlığı Sederek'te de yapıyorlardı. Direkt sivilleri hedef alıyorlardı. Çekimlerimi yaptıktan sonra Türkiye'ye döndüm.

            Bir şeyler yapmam gerekiyordu.

            Her gün Nahcivan'a gidiyor, Sederek'te yaşanan savaşı takip ediyor, Elman Bey'den bilgi alıyor, Merhum Haydar Alivey'in mesajlarını Türkiye ve dünya kamuoyuna duyurmaya çalışıyordum.

            Bir gün yine Nahcivan'a gitmeye hazırlanırken Karakoyunlu- Aralık istikametinde bir askeri konvoy gördüm. Tank, top ne ararsan vardı. Karakoyunlu ilçesi, Alican sınır kapısının önünden geçerlerken fotoğraflarını çektim. Tankların namlusu tam da Ermenistan'ı gösteriyordu.

            Milliyet gazetesinde iki gün sonra manşet şöyle çıkmıştı. "Namlular Ermenistan'a"

            Bu haberin ardından dünya kamuoyunun dikkati bir anda Iğdır'a, Nahcivan'a çevrilmişti.

            Bir gün sonra onlarca basın kuruluşu Iğdır'a akın etmiş, yaklaşık 15 kişilik basın mensubunu Nahcivan'a, Âli Meclis'e götürmüştüm. Âli Meclis Başkanı Merhum Haydar Aliyev, gelen gazetecilerin sorularını yanıtlıyor, zaman zaman anlaşılmayan cümlelerin tercümesini ben yapıyordum.

            Bir gün sonra yine Milliyet gazetesinde "Ermenilere Göz Dağı" başlığı ile farklı bir haberi manşete taşımıştık...

            Milliyet gazetesi o yıllarda milli duruşunu ortaya koymuş, dünya kamuoyunun dikkatini Karabağ ve Nahcivan'a çekmek için hemen hemen her gün Nahcivan'da yaşanan olaylara gazete sütunlarında yer veriyor, haberleri yayınlıyordu.

            Genel Kurmay Başkanı Elman Abbasov ile yaşadığımız anekdotları anlatmaya kalksam, sanırım kitapta yer kalmaz. Aradan yıllar geçti, görevden ayrıldı ve halen diyaloğumuz bir abi kardeş diyaloğu gibi devam etmektedir.

            Sovyet rejiminin ağır baskısından kurtulmak öyle kolay değildi elbette. Bağımsızlık uğruna verilen mücadele, zor günlerin aşılması meşakkat ve sabır istiyordu. İlk Milli Ordunun Kuruluş talimatını Merhum Haydar Aliyev vermiş, Genel Kurmay Başkanı Elman Abbasov'da bunu hayata geçirmekle görevlendirilmişti.

            Silah yok, para yok ama kararlılık vardı. Azim vardı. Cesaret vardı.

            Şimdi hepsi var.

            Azerbaycan bölgenin parlayan yıldızı gibi etrafına ışık saçmakta, güçlü bir devlet olarak, dosta güven, düşmana korku salmakta, yarınlara umut vaat etmektedir.

Henüz yorum yapılmadı!

Bu içerik için yorum yapılmadı. Yorum yapmak için aşağıdaki formu kullanınız.

Yorum Yaz!

E-Posta adresiniz yayınlanmayacaktır.
* İşareti olan alanlar gereklidir.