Akay Aktaş konuşmasında şunları söyledi:” Bu çalışmaya niçin girdim. Bir kaç aydın arkadaşla konuşuyorduk. Birisi Hocam İngilizce pek büyük bir dil.300 bin kelimesi var. Türkçenin ise 75 bin. Güldüm.75 binin tamamı Türkçe değil.25 bin kadarı Türkçe kökenlidir. Diğerleri çeşitli dillerden geçmedir. İngilizcede ise yüzde 15 England asıllı kelimeler vardır. Diğerleri, Latin Grek İtalyan Fransız Slav ve hatta Türkçe kelimelerden oluşur dedim.
Türkçemize yalnızca edebi metinlerde değil hayatın her alanında özen göstermemiz gerek. Ve yalnızca kelime olarak değil, anlamı yerinde kullanma mantığa uygunluğu da dahil. Bir filmde gereği düşünüldü : -Sanığın beraatine diyor hakim, ve sanık mahkemeden çıkıp evine gidiyor. Olmaz. Diğerinde hakim soruyor sanığa: Adınızı öğrenebilir miyiz ne kadar kibar bir hakim. Onlarca defa mahkemem oldu. Hiç bir hakim bana böyle sormadı. Zaten günümüzde kimliği zabıt katibine verirsin o da yazar
Türkçe’de noktalama, imla elbette ki büyük önem taşır. Ama kelimeleri yerli yerinde, cümlenin anlamına, anlatılmak istenen duruma göre kullanılması daha önem taşır.
Ben burada Türkçe’nin temel kurallarından söz edeceğim
Türkçe yoğun bir dildir, derindir. Kökü çok diplerde olduğundan, uzun yıllar içinde fazlalıklardan arınmıştır. Bir fikir kısa sözcüklerle rahatça anlatılabilir.
“Okutturdu” sözünü Farsça söyleyebilmek için kaç kelimeye ihtiyaç vardır mesela?
7 mi ? 10 mu? 13 mü?
“Gelemeyecekmiş” kelimesinin İngilizcesine bakalım : “it has been learned that he will not be abla to come” Ancak 12 kelime ile anlatılıyor.
Öyle kelimelerimiz vardır ki, bir İngiliz dilbilimci bir sayfa yazsa bile o anlamı çıkartamaz.
“Türk dilinin yapısı matematikseldir. Türkçe okunduğu gibi yazılan, yazıldığı gibi okunan bir dil olduğundan bilgisayar için en yatkın dildir.”
Dünyada, geçmişi 4000 yıl öncesine giden diller bir elin parmaklarını geçmez. Türkçe bunlardan biridir.
1970-71 yıllarında üniversitede iken özellikle YENİ TÜRK EDEBİYATI dersimize giren hocalarla tartışırdım. Andre Gide -Dar Kapı Tahsin Saraç’ın çevirisinde 18 yaşındaki oğlanın 17 yaşındaki kız sevgilisine Benim Dostum (mon ami) diye hitap etmesine şiddetle karşı çıkmıştım. Tırpan(Fakir Baykurt) kitabını tanıtmam için hocamız bana ödev verdi ama kitabın 10 sahifesini okuduktan sonra kapattım. Köy düğününde Abidin Ağa Smit Wessonunu çeker havaya dan dan dan ateş eder..Şarjör boşalır. İkincisini takar. Oysa Smit Wesson toplu tabancadır
İnce Memet 45 kilo yükle dağda koşar. İmkansızdır. Çünkü,postalı,dürbünü,matarası,beşaçılan tüfeği,çapraz ve üçyüz fişeği…
O yıllarda öztürkçeçiler ile Türkçeleşmiş kelime Türkçedirler arasında yoğun bir tartışma vardı. Yeni her kelimeye UYDURMA gözü ile bakılıyordu ama Ahmet Kabaklı, Nihat Sami Banarlı gibi cephe yazarları öğrencilere yönelik kitaplarında uydurma dedikleri bir çok kelimeyi kullanıyorlardı.
Zaten Türkçe öyle bir dildir ki bünyesine özüne sözüne lafzına terennümüne uymayan bir kelimeyi hemen reddeder. Tayyare MEYDANI yerine uçak, tayyare kelimesi yerine uçku kelimeleri önerildi ama gelin görün ki Türkçe uçkuyu hepten reddetti. Tayyare Meydanı yerine HAVA ALANI, TAYYARE YERİNE İSE Uçak denildi.
Bu gün kimse erkanı harbiye,(genel kurmay) efkarı umumiye(kamuoyu) müddeiumumi(savcı) demiyor. Kompitür yerine bilgisayar diyoruz. Kelime bilgi sandığı olmalıydı ama ne gam. Türkçemiz bilgisayarı sevdi.
Cameşur-çamaşır-narduban-merdiven kökünü bilerek kim söylerki. Cıharşenbe -çarşamba haftanın dördüncü günü anlamındadır ama biz bunu hiç dikkate almadan söyleriz,
1-Türkçe tasarrufu seven bir dildir. Yani laf kalabalığından hoşlanmaz. En az kelime ile anlatılması esastır. Hele öyle iç içe geçmiş cümlecikler ve –ve- ile bağlantılarından hiç hoşlanmaz
2-Önemsenen öğe yükleme yaklaştırılır. Yüklemden bir önceki kelime cümlede anlamın ağırlığını taşır.
3-Türkçe bu özelliği ile 70 bin kelime ile İngilizlerin 3 yüz bin kelimesinden kat be kat daha fazla meramını dileğini anlatabilir.
0-1-2-3-4-5-6-7-8-9 topu topu 10 rakam ile trilyonlar yazabiliriz. Do re mi fa sol la si do sekiz nota ile çok karmaşık melodiler kompozisyonlar yaratılır.
DİLİ GÜZEL KULLANMAK SANATLARIN EN GÜÇLÜSÜDÜR
Dil yarası denir, gönül yarası denir, kafa yarası denmez.
Neden kafa yarası denmez?
Bunu açıklamak kolay değil; çünkü dili halk yapar ve kullanır. Dilbilimciler dil yapamaz, sadece dili inceler ve kurallarını belirler.
Dil kutsal bir varlık değildir; ama kutsal kavramlar kadar önemlidir. Dili güzel kullanmak, insanlar tarafından doğru anlaşılmak için gereklidir.
Güzel konuşan-birisi için, “Ne kibar adam, ne güzel konuşuyor.” deriz.
Düşüncelerini, duygularını, derdini, hikâyesini iyi ve güzel anlatmak isteyen herkesin dili güzel kullanmaya ihtiyacı var. Dili etkili ve güzel kullanmanın en kestirme yolu, onu kusursuz kullanan ustaları dinlemek, onların kitaplarını okuyarak öğrenmektir.
TÜRKÇE MATEMATİKSEL BİR DİLDİR
Türkçe üzerine bir matematik modelleme ve bunun olası sosyal yansımaları üzerine bir zihin jimnastiği yapalım.
“Victor Hugo şiirlerini 40.000 kelime ile yazdı. Türkçe’yi en zengin kullananlardan Yaşar Kemal’in romanları 3.500 kelimeyi geçmez” . Bu görüş haklıdır zira Türkçe’nin Fransızca’ya oranla daha az sözcük içerdiği doğrudur. İngilizce’ye, Almanca’ya, İspanyolca’ya oranla da daha az sözcük içeriyor. Ne var ki bu Türkçe’nin daha yetersiz bir dil olduğu anlamına gelmez! Çünkü Türkçe az sözcük ile çok şey anlatabilen bir dildir! Daha fazla sözcük içerse bunun kimseye zararı dokunmaz ancak, gereği yoktur.
Türkçenin elimizdeki en eski belgelerinde, değişik anlatım yollarından adlandırmalara gidildiği görülür: Yaş’tan türeyen yaşıl (yeşil),’sema’ anlamına da gelen kök (mavi), boz, sarıg (sarı),kızıl, ak ve eşanlamlısı ürün, konur (kestane, kızılkahverengi) . . . gibi sözcüklerin yanında, doğadaki belli nesnelere dayanan renk tonları büyük bir zenginlik gösterir: Vişneçürüğü, pişmişayva, camgöbeği, gülkurusu, narçiçeği, kavuniçi külrengi. . . gibi .
Bu adlandırmalardan başka, açık yeşil, açık sarı, koyu yeşil, nefti yeşil, çimen yeşili, petrol yeşili, koyusarı gibi nitelemelerin yanı sıra sapsarı, yemyeşil kıpkırmızı gibi pekiştirmelerden de yararlanılır.
1960’ta yayımlanan bir araştırmada (Laude-Cirtautas)Türk lehçelerinde kullanılan renk adlarındaki çeşitlilik ortaya konmuş, yalnızca belli hayvanları niteleyen renk adlarıyla birlikte her ·maddeye uyan renk sözcüklerinden zengin örnekler verilmiştir. Çünkü Türk doğanın kucağında yaşamaktadır.
Haloğlu,dayoğlu,emmoğlu,bibioğlu…hepsine kuzen diyorlar şimdi. Ne kadar yavan ve banal bir dil İngilizce.
Hele dayıcanı, emicanı, ağacanı, cancanı, dayıdostu ağadostu, anacan, balacan tanımlamalarındaki sevgiye söz yoğunluğuna bakar mısınız? Batı, hepsine yenge deyip çıkıyor işin içinden.
Civciv, beçe, fere,tavuk,anaç…fakir denilen dilin zengin ifadeleridir.
Bunların yanında sığır, koyun, keçi gibi, genel ad, genel kavram sözcüklerinin de bulunduğu unutulmamalıdır.
Türkçenin yapısından kaynaklanan özelliğiyle her türlü kavramın anlatımına elverişli olmasıdır: Bağlantılı diller’in tipik bir örneği olan Türkçede bir ad ya da eylem kökü, hiç değişmeden, art arda birçok ek alabilmekte, her biri başka başka işlevler üstlenebilen bu ekler hem çekimde, hem yapımda görev alabilmektedir. Örneğin bir yat- eylem köküne 4 ayrı son ek bağlanarak yat-ır-ım-cı-lık türetilirken, bir ad olan baş sözcüğü 6 ayrı ekle baş-la-t-ıl-a-ma-dı gibi bir çekimli eylem oluşturabilmektedir. Bunun yanı sıra, değişik sözcükler bir araya getirilerek akbaba, kırkayak, delikanlı, alışveriş, içgüdü, önsezi .gibi bileşik sözcükler yaratma olanağı vardır. Türkçenin anlatım gücünü ve zenginliğini artıran etkenlerden biri de ikilemelerin çok sık kullanılmasıdır. Bir kavramın daha kapsamlı biçimde dile getirilmesine yönelen ve dünya dillerindekilerinden çok daha fazla örneği bulunan ikilemeler, Türkçenin hem yapısı, hem sözdizimi, hem de anlambilimi açısından özgün, ilginç öğeler oluşturmakta, dilin gelmiş geçmiş her döneminde ve her lehçesinde, aynı oranda karşımıza çıkmaktadır. Sözcük türlerinin hemen her birinden sözcüklerle aşağı yukarı, doğru dürüst, açık seçik, ağlaya zırlaya, utanmak sıkılmak, ayda yılda. .. gibi oluşturulmuş ikilemeler, binlerce örneğinden ancak birkaçıdır.
Aynı kavram alanına giren işitmek, duymak, dinlemek gibi sözcüklerin yanı sıra, kulak vermek, kulak kesilmek, kulak kabartmak, kulağına gelmek, kulağına çalınmak, kulak misafiri olmak gibi, aktarmalarla deyimleşmiş anlatım biçimlerinin varlığı, Türkçenin zenginliğinin kanıtları arasında sayılmalıdır.
Bir dilin sözvarlığı, acaba hangi ölçüde kendi sözcüklerinden, kendi öğelerinden oluşuyor?
Bu açıdan bakacak olursak, bugün gelişmiş bir kültür dili sayılan İngilizcenin sözvarlığının en büyük bölümünün yabancı kaynaklı öğelerden oluştuğu görülür.(Bu dil, kimi araştırıcılara göre % 20, kimilerine göre ise % 14 oranında İngiliz kökenli sözcük içermekte,Yunan, Latin, Fransız, Slav ve doğu kökenli alıntılar önemli bir toplam oluşturmaktadır). Ancak, hemen ekleyelim ki , bilim, teknik, sanat alanlarında, özellikle son yüzyıllarda, Avrupa ve Amerika’daki gelişmelerin dile yansımış olması, Fransızca, Almanca, İtalyanca ve İspanyolcada olduğu gibi İngilizcede de yeni yeni kavramların karşılıklarının, sözcük ve terim düzeyinde dile yerleşmesine neden olmuş, sözlükleri genişletmiştir.
Bugün, bütünüyle tarafsız ve nesnel bir incelemeyle Türkiye Türkçesinin Dil Devrimi’nden önceki sözvarlığıyla bugünkünü karşılaştıracak bir araştırıcı, bir yandan Arapça ve Farsça kökenli sözcüklerdeki azalma ve unutulmayı, bir yandan da günlük yaşamla ve değişik alanlarla ilgili Türkçe terimlerdeki artışı saptayacaktır (Elbette, özellikle son yıllarda dile gereksiz olarak giren, çoğu İngilizce öğelerin artışı da gözden kaçmayacaktır)
Cümleleri oluşturan öğelerin (özne, nesne, yüklem, vb…) Sıralaması rasgele değildir. Türkçe cümleler bir tür “crescendo” (şiddeti giderek artan dizi) izlerler. Bütün vurgu en sonda yer alan yüklem (fiil) üzerindedir. Diğer öğelerin önemi, yükleme olan yakınlık/uzaklık konumları ile belirlenir. Yükleme yakınlaştıkça önem artar. Gene matematiksel olarak ele almak gerekirse, cümleyi oluşturan her bir öğenin toplam öğe sayısı kadar haneden oluşan bir matematik değere sahip olduğu varsayılabilir.
“Dün Ahmet camı kırdı” cümlesi 4 öğeden oluşmaktadır; o halde her öğe 4 haneli bir değere sahip olacak, ilk öğe en düşük, son öğe ise en yüksek değeri taşıyacaktır.
Başka bir dilden Türkçe’ye çeviri yapan herkes sözlüğü açtığında, aralarında minik anlam farkları olan birçok sözcüğün Türkçe karşılığında çoğu zaman aynı kelimeyi okur. Bu, ilk bakışta bir eksiklik gibi görünebilir, oysa öyle değildir. Çünkü yukarıda adı geçen diller kelimelerin statik olan anlamlarını öğrenmeye, Türkçe ise bu anlamları bulup çıkarmaya, yani dinamik anlamlandırmaya dayalıdır. Türkçe’de anlamları sözlükteki tanımlar değil, kelimelerin cümle içindeki konumları belirler. Tam bu noktada, Türkçe’nin, referans olmak üzere sadece gerektiği kadarı sözlüklere alınmış, sonsuz sayıda kelime içerdiği bile öne sürülebilir.
İngilizce-Türkçe sözlükte “sick”, “ill” ve “patient”ın karşısında hep “hasta” yazar. Bu bağlamda ingilizce’nin üç kat daha fazla sözcük içerdiği söylenirse bu doğrudur. Ancak, aradaki farkların Türkçe’de vurgulanamadığı söylenmeye kalkılırsa bu yanlış olur: “doktor falanca beyin hastası olmak”, “böbrek hastası olmak”, “internet hastası olmak”, “filanca şarkının hastası olmak” “Senin bu düşüncene hastayım” arasındaki farkı Türkçe konuşan herkes bir çırpıda anlar.
Bunun nasıl olabildiğini görmek zor değildir. Bir kalem alıp, alt alta:
3+5=
12+5=
38+5=
yazmak, sonra da bunları toplamak yeterlidir. Hepsinde aynı “+5″ yazdığı halde!
Sonuçlar farklı çıkıyorsa, Türkçe’de de hepsinde aynı “hastası olmak” ifadesi geçtiği halde sonuçlar farklı olacaktır. Türkçe’nin az araç ile çok iş yapmasının sırrı matematikte yatar. 0′dan 9′a kadar 10 tane rakam, artı, eksi, çarpı, bölü dört işlem işareti ve bir ondalık ayracı virgül, yani topu topu 15 simge ile sonsuz sayıda işlem yapılabilir. Türkçe de benzer özellikler gösterir.
Türkçe matematiğe dayalı olmaktan da öte, neredeyse matematiğin kılık değiştirmiş halidir.
Türkçe’deki herhangi bir fiilin çekiminin ve kelimelerin nasıl çoğul yapılacağının öğrenilmiş olması, henüz varlığı bile bilinmeyen, 5 yıl sonra Türkçe’ye girecek fiillerin nasıl çekileceğinin ve 300 yıl önce unutulmuş kelimelerin çoğullarının ne olduğunun biliyor olması demektir. Bu tıpkı birinci dereceden 2 bilinmeyenli bir denklemin nasıl çözüleceği öğrenildiğinde, sadece “x=6″, “y=23″ olan denklemlerin değil, aynı dereceden bütün denklemlerin nasıl çözüleceğinin öğrenilmiş olması gibidir.
Oysa sözgelimi ingilizce’de “go”, “went” olurken “do”, “did” olur. Çoğul ekleri için de durum aynıdır: “foot”, “feet” olurken “boot”, “beet” değil “boots” olur. Bunun tutarlı bir iç mantığı yoktur, tek çare böyle olduklarının bellenmesidir.
(Tūrkçe dünyanın en matematiksel dilidir.)
Türkçe’nin kendi iç dinamiklerinden kaynaklanan bu özel durum kuşkusuz tüm iletişim alanları için geçerlidir. Yunus Emre’nin okuması, yazması olmayan göçebe Türkmen boyları arasında 700 yıl boyunca bir nesilden diğerine büyük bir sadakatle, sözlü kültür ürünü olarak aktarılmasının ardında Türkçe’nin sezgiselliğini sonuna kadar kullanmadaki becerisi vardır. Tanzimat aydınları ve Cumhuriyet aydınlarının bir türlü geniş kitlelere seslerini duyuramamalarının nedeni de gene aynı denklemin içinde aranmalıdır. Fransız gibi, Alman gibi düşünmeyi öğrenenler, meramlarını anlatırken bunu yeni öğrendikleri düşünce sistematiği içinde yapmaya kalkışmış ve Türk gibi anlatmayı becerememiş olduklarından başarısız kalmışlardır.
Mesajlar sadece algılanabildikleri kadar etkili olurlar. Mesajları üretenlerin kendi konularına ne kadar hakim oldukları mesajın bütünlüğü açısından önemlidir ama, hitap edilen kişilerin kendilerine yönelen mesajları nasıl algıladıkları her şeyden daha önemlidir.
Denilebilir ki “Öyleyse bir Türk dâhisi olan Atatürk ,neden Göktürk alfabesine dönmek yerine Latin harflerini kabul ettirdi?”
“Aslında ‘Latin alfabesi’ denilen harfler, Roma devletinin öncüsü olan Etrüsk devletinin alfabesinden alınmıştır.
Etrüsklerin, devleti, dişi bir kurt tarafından emzirilen Romus ile Romulus’un kurduğuna dair destanları, Ergenekon destanı ile aynıdır, Etrüsk alfabesi ise rünik Türk alfabesidir. Latin alfabesinin Etrüsk alfabesi örnek alınarak hazırlandığı çok açıktır. Etrüsk alfabesi, Yenisey alfabesi ile hemen hemen aynıdır. Rünik yazılar, Göktürk yazıtlarında Yenisey yazıtlarında ve ‘Altın Elbiseli Adam’ ile birlikte bulunan yazılarda da kullanılmıştır. İskandinav ülkelerinde bulunan bütün yazıtlardaki alfabe de Rünik Türk alfabesidir. Bugünkü Batı medeniyetinin temeli olan yazı, yani Latin alfabesi, Türk yazı sisteminden alıntıdır. Avrupa, medeniyetinin temelinde Türk alfabesi vardır.
Atatürk, kendi döneminde bu bilgilere vakıf olduğu için 8 Ağustos 1928’de, temeli rünik Türk yazısı olan yeni alfabeye ‘Türk alfabesi’ demiştir.”
Ziya Gökalp
Aruz sizin olsun, hece bizimdir,
Halkın söylediği Türkçe bizimdir,y
“Leyl” sizin, “şeb” sizin, “gece” bizimdir,
Değildir bir mana üç ad’a muhtaç.
Tam 100 yıl önce Kemal Paşazade Sait Bey’in yazdıkları ile bitirelim;
Arapça isteyen Urban’a gitsin,
Acemce isteyen İran’a gitsin
Frengiler Frengistan’a gitsin
Ki biz Türk’üz, bize Türkçe gerekir!
Haber: Zeki Şıktaş