Genelde Ehlisünnet kitaplarında gulüv ile suçlanan hadis ravileri lügat ve Istılah manasındaki gulüv manasını ifade etmez. Çünkü onlara göre halifeleri kabul etmeyenler, İmam Ali (a.s) ve O’nun evlatlarından olan İmamlara (a.s) mensup olup onları sevdiklerinden ötürü gulüv ile suçlanmışlardır. Bilindiği gibi Şii mezheptir, Rafizidir, Hulefaya muhalefet etmiştir, gibi tabirlerle de ravileri Cerh ve Tadil etmişlerdir.
Gali diye suçladıkları ravilerden bazısı şunlardır:
1- İsmail bin Halife:
İsmail bin Halife İsa Malai Kufi’dir. H.K 169 yılında vefat etmiştir.
Bazıları onu Osman’a muhalefet edip eleştirdiği için söven, Rafizi, Münherif ve Gali demişlerdir. Ama bazı ehli sünnet alimleri, çok doğrudur, salih insandır, güvenilir biridir diye övmüşlerdir.[10]
2-Sabit b. Ebi Sefiyye:
Ebu Hamza Sabit b. Safiye Sumali, Ebu Cafer Mansur Devanaki zamanında rihlet etmiştir. Suri, Şerik, Ebu Naim ve diğer raviler kendisinden hadis rivayet etmişlerdir. Osman’a muhalif olduğu ve itiraz ettiği için Taz’if edilmiş ve gali olarak tanıtılmıştır.[11]
3-Halit b. Muhlid
Ebu Meryem Halid b. Muhlid Ketevani Beceli Kufi, H.K. 213 yılında vefat etmiştir.Kendisini çok doğru ve güvenilir biliyorlardı.Mezhebinin Şii olduğunu açıktan söylediği ve bazı sahabeleri eleştirdiği için aşırılık ve gali olmakla suçlanmıştır. Halbu ki Buhari, Ebu Kerib, Ebu Bekir b. Ebi Şeyme, Abd. Hamid ve diğerleri kendisinden hadis rivayet etmişlerdir.[12]
Ehl-i sünnet arasında da gülüv edenler vardır. Özellikle ilk iki halife hakkında bazı tarikat şeyhleri hakkında! ben bunların incelik ve detaylarına inmeyeceğim. Çünkü hem konumuz dışında kalıyor, hem de faydası yoktur.Peygamber efendimizin (s.a.a) kendi zamanında her ne kadar da bazı küstahlar çıkıp söylediklerin senden midir? Yoksa Allah’tan mı? Diye Allah ile Resulü arasına ihtilaf sokmaya çalışıyor idilerse de, her şey vahye dayalı olduğu için, kimse ne söz söylemeye cesaret edebiliyordu ne de ondan herhangi bir görüş kabul görürdü. Gerçi bazıları efendimizin sağlığında bazılarının vahiyden daha erken davrandıklarını ve daha sonra vahyin de aynı çizgide olduğuna dair yalanlar uydurmuş, hikâyeler rivayet etmişlerdir. Ama böyle bir şey ne aklen mümkündür, ne de Kur’an ve Sünnete uygunluğu vardır. Ayrıca o, sözleri vahiy ile muvafık olan kimse böyle bir kapasiteye sahip değildi! Efendimizin vefatından sonra defalarca karşılaştığı en küçük fıkhı sorunu çözememiştir. Kaldı ki vahiyden önce davranıp görüş belirtebilsin! Konumuz bu değil, demek istiyorum ki Resulullah (s.a.a) hayattayken tüm Müslümanların tek mercisi ve tek ilim kaynağıydı.
Ama efendimizin vefatından sonra belirtilen ilmi merciye başvurulmadığı için, o teslimiyet, her şeyin doğru gerçek ve hakiki olanını doğru adresten öğrenme ruhu da zayıfladı. İnsanlar karşılaştıkları meselelerde kendi çabalarıyla hakikat ve gerçek ile mutabık olsun olmasın, kitap ve sünnetten kendi akıllarıyla anlayabildiklerine uymaya çalıştılar ki, bu durum genelleşince de büyük sıkıntılar yaşadılar ve onların yaşaması tarihe de yansıdı, bazı kutsal olmayan şeyler kutsallaştı, insanlar fertler ile gerçekler arasında çıkmaza düştüler. Hangisini tercih edeceklerini bilemediler ve bilmiyorlar. Kendi vicdanlarını rahatlatmak için, yaptıkları ibadetlerde şüpheye düşmemek için, saadet asrına yakın olanları kendilerinden üstün görüp onların görüşlerine saygı duyup onlara bağlı kaldılar ve kalmaktadırlar.
Kendi başına buyruk veya ben de bir şeyler anlarım, bilirim kültürünü oluşturunca birileri de bir başka şeyde bizde biliriz anlarız mantığıyla hareket etmeye başladılar. Kısaca toplum, Resulullah’tan (s.a) sonra o ilahi rehberlerinin gösterdiği adrese gitseler, oradan yönelecek olsalar doğal olarak fitneye düşmeyeceklerdir. Açıktır ki fitneye düşmekten korunmak, fitneden çıkmaktan daha basittir.Şimdi kendi konumuza dönelim, gulat aşırı uçlar, müfritler, İmam Ali’nin (a.s) halifeliği döneminde çıkmış ve baş göstermiştir.Ehl-i Beyt İmamlarından sadece İmam Ali (a.s) beş yıl ve İmam Hasan (a.s) ise 6 ay İslam devletinin başına geçip zahiri hükümeti ele almışlardır. Ama diğer İmamlar zahiri hükümeti yönetmemişlerdir. Onun için İslam dünyasının hakimi İmam Ali (a.s) gulat ile başka türlü, diğer imamlar ise daha başka muamele etmişlerdir. Daha doğrusu İmam Ali (a.s) bunların dünyevi cezalarını uygulamış, diğer imamlar uygulayamamış ama onların yanlış olduklarını onlarla ilişkinin kesilmesini, hatta onların necis olduklarını beyan ederek toplumdan dışlamışlardır.
Bu konu Keşi’nin Rical kitabında şöyle geçer: Keşi kendi senediyle Abdullah bin Senan’dan o da babasından o da Ebi Cafer’in (Muhammed Bakır ) (a.s) şöyle buyurduğunu söyler:
“Abdullah bin SABA peygamberlik iddiasında bulunurdu ve İmam Emir’il Müminin Ali (a.s)in Allah olduğunu zannederdi. (Allah bundan münezzehtir). Bu durum Emir’il Mümin’e yetişti, onu çağırıp sorduğunda, o da bunu itiraf etti ve şöyle dedi:”Evet sen O’sun! Benim içime öyle doğdu ki sen Allah’sın ben de peygamberim. Emirü’l Müminin ona dedi ki yazıklar olsun sana, şeytan seninle alay etmiş dön bundan tövbe et, annen sana ağlasın! O (Abdullah b. Saba) dönmedi, (İmam) da onu hapsetti. Üç gün tövbe etmesini istedi o tövbe etmedi (İmam ) onu ateşte yaktı.”[13]
Hişam bin SALEM der ki: Ebu Abdillah’tan (a.s) ashabına Abdullah bin SABA hakkında konuşurken duydum, şöyle diyordu: ”Emiri’l Mümininin (Hz. Ali’nin a.s) Rab olduğunu iddia ediyordu. Daha sonra buyurdu ki : “Bunu iddia edince Emir’il Müminin kendisini tövbeye davet etti, tövbe etmeyince onu ateşte yaktı.”[14]
İbn-i Şehr Aşub. Menakıb kitabında şöyle rivayet eder: Basra savaşından sonra (Cemel) Zıtt denen yerden yetmiş kişi Emir’il Mümine (a.s) geçerek O’nu (a.s) dilleriyle ilah diye çağırıyor, ona secde ediyorlardı. İmam buyurdu: ”Yazıklar olsun sizlere, böyle yapmayın bende sizin gibi mahlûkum” onlar dinlenmediler. İmam dedi ki : “Eğer benim hakkımda dediklerinizden dönmez ve Allah’a tövbe etmezseniz kesinlikle sizleri öldürürüm” Bunlar vazgeçmediler. İmam (a.s) bunları bağladı ateş yaktı, Kanber birer birer bunları ateşe attı,Daha sonra İmam (a.s) şöyle bir şiir okudu:
Ben çok kötü bir şey gördüm
Ateş yaktım ve Kamber’i çağırdım
Daha sonra kuyu kazdım
Kanber sevimsiz yakacakları yaktı.[15]
Deaim kitabında şöyle der: Bir kavim Emir’il Mümin’e gelerek sen bizim ilahımız, halikımız (yaratanımız) ve Razikimiz (Rızk verenimiz)sin, sana döneceğiz. İmam’ın (a.s) çehresi değişti, soğuk ter bastı, yüksek sesle feryad etti. Sinirlenerek kalktı İmam’ın (a.s) Allah’ın azametinden ve korkusundan çukur kazmalarını emretti ve dedi ki : “ bu gün seni et ve yağa doyuracağım.” Kendilerini öldüreceğini görünce dediler ki: Bizi öldürsen de diriltecek olan sensin.(İmam) daha da gazaplandı ve boyunlarının vurulmasını emretti, çukurlar da ateş yaktırıp onların cesetlerini ateşe attırdı.
Bu gün kötü bir şey gördüm
Ateşi yaktım Kanber’i çağırdım[16]
Gulat İnancını Etkisiz Hale Getirmek İçin Ehl-i Beyt İmamlarının (s.a) Fiili Mücadelesi
Resulallah’tan (s.a.a) sonra O’nun ilmini taşıyan ve O’nun getirdiği dini korumakla görevli olan imamlar, ister kendilerini sevenler olsun ister düşmanları olsun Kur’an ve sünnet çizgisinden çıkmasına müsaade etmemişlerdir. Allah tebarek ve Tealanın kendi elçisine gönderdiği dinin orijinal şeklinin korunmasında ısrar etmişlerdir. Asıl doğru olan Kur’an ve masumların öğretileridir. Masumlardan gelen rivayetlerin de mihver ve ölçüsü Kur’andır. Masumlardan nakledilen hadisler de Kur’an’a sunulmalı, Kur’an ile mutabık olan alınmalı, mutabık olmayan ise kenara bırakılmalıdır. Kur’an-ı Kerimde şöyle buyuruyor:
“Resulün size verdiğini alın, nehyettiğinden ise çekinin”[17] Yine buyuruyor ki: “Allah’tan ve Resulünden öne geçmeyin”[18] bu ayetler din büyüklerinden öne geçmemeyi buyurmaktadır.
Ehl-i Beyt İmamları (s.a) Gulata karşı birkaç önemli tavır sergilemişlerdir. Arslan BAŞARAN
Iğdırmava Cami İmamı
Gali diye suçladıkları ravilerden bazısı şunlardır:
1- İsmail bin Halife:
İsmail bin Halife İsa Malai Kufi’dir. H.K 169 yılında vefat etmiştir.
Bazıları onu Osman’a muhalefet edip eleştirdiği için söven, Rafizi, Münherif ve Gali demişlerdir. Ama bazı ehli sünnet alimleri, çok doğrudur, salih insandır, güvenilir biridir diye övmüşlerdir.[10]
2-Sabit b. Ebi Sefiyye:
Ebu Hamza Sabit b. Safiye Sumali, Ebu Cafer Mansur Devanaki zamanında rihlet etmiştir. Suri, Şerik, Ebu Naim ve diğer raviler kendisinden hadis rivayet etmişlerdir. Osman’a muhalif olduğu ve itiraz ettiği için Taz’if edilmiş ve gali olarak tanıtılmıştır.[11]
3-Halit b. Muhlid
Ebu Meryem Halid b. Muhlid Ketevani Beceli Kufi, H.K. 213 yılında vefat etmiştir.Kendisini çok doğru ve güvenilir biliyorlardı.Mezhebinin Şii olduğunu açıktan söylediği ve bazı sahabeleri eleştirdiği için aşırılık ve gali olmakla suçlanmıştır. Halbu ki Buhari, Ebu Kerib, Ebu Bekir b. Ebi Şeyme, Abd. Hamid ve diğerleri kendisinden hadis rivayet etmişlerdir.[12]
Ehl-i sünnet arasında da gülüv edenler vardır. Özellikle ilk iki halife hakkında bazı tarikat şeyhleri hakkında! ben bunların incelik ve detaylarına inmeyeceğim. Çünkü hem konumuz dışında kalıyor, hem de faydası yoktur.Peygamber efendimizin (s.a.a) kendi zamanında her ne kadar da bazı küstahlar çıkıp söylediklerin senden midir? Yoksa Allah’tan mı? Diye Allah ile Resulü arasına ihtilaf sokmaya çalışıyor idilerse de, her şey vahye dayalı olduğu için, kimse ne söz söylemeye cesaret edebiliyordu ne de ondan herhangi bir görüş kabul görürdü. Gerçi bazıları efendimizin sağlığında bazılarının vahiyden daha erken davrandıklarını ve daha sonra vahyin de aynı çizgide olduğuna dair yalanlar uydurmuş, hikâyeler rivayet etmişlerdir. Ama böyle bir şey ne aklen mümkündür, ne de Kur’an ve Sünnete uygunluğu vardır. Ayrıca o, sözleri vahiy ile muvafık olan kimse böyle bir kapasiteye sahip değildi! Efendimizin vefatından sonra defalarca karşılaştığı en küçük fıkhı sorunu çözememiştir. Kaldı ki vahiyden önce davranıp görüş belirtebilsin! Konumuz bu değil, demek istiyorum ki Resulullah (s.a.a) hayattayken tüm Müslümanların tek mercisi ve tek ilim kaynağıydı.
Ama efendimizin vefatından sonra belirtilen ilmi merciye başvurulmadığı için, o teslimiyet, her şeyin doğru gerçek ve hakiki olanını doğru adresten öğrenme ruhu da zayıfladı. İnsanlar karşılaştıkları meselelerde kendi çabalarıyla hakikat ve gerçek ile mutabık olsun olmasın, kitap ve sünnetten kendi akıllarıyla anlayabildiklerine uymaya çalıştılar ki, bu durum genelleşince de büyük sıkıntılar yaşadılar ve onların yaşaması tarihe de yansıdı, bazı kutsal olmayan şeyler kutsallaştı, insanlar fertler ile gerçekler arasında çıkmaza düştüler. Hangisini tercih edeceklerini bilemediler ve bilmiyorlar. Kendi vicdanlarını rahatlatmak için, yaptıkları ibadetlerde şüpheye düşmemek için, saadet asrına yakın olanları kendilerinden üstün görüp onların görüşlerine saygı duyup onlara bağlı kaldılar ve kalmaktadırlar.
Kendi başına buyruk veya ben de bir şeyler anlarım, bilirim kültürünü oluşturunca birileri de bir başka şeyde bizde biliriz anlarız mantığıyla hareket etmeye başladılar. Kısaca toplum, Resulullah’tan (s.a) sonra o ilahi rehberlerinin gösterdiği adrese gitseler, oradan yönelecek olsalar doğal olarak fitneye düşmeyeceklerdir. Açıktır ki fitneye düşmekten korunmak, fitneden çıkmaktan daha basittir.Şimdi kendi konumuza dönelim, gulat aşırı uçlar, müfritler, İmam Ali’nin (a.s) halifeliği döneminde çıkmış ve baş göstermiştir.Ehl-i Beyt İmamlarından sadece İmam Ali (a.s) beş yıl ve İmam Hasan (a.s) ise 6 ay İslam devletinin başına geçip zahiri hükümeti ele almışlardır. Ama diğer İmamlar zahiri hükümeti yönetmemişlerdir. Onun için İslam dünyasının hakimi İmam Ali (a.s) gulat ile başka türlü, diğer imamlar ise daha başka muamele etmişlerdir. Daha doğrusu İmam Ali (a.s) bunların dünyevi cezalarını uygulamış, diğer imamlar uygulayamamış ama onların yanlış olduklarını onlarla ilişkinin kesilmesini, hatta onların necis olduklarını beyan ederek toplumdan dışlamışlardır.
Bu konu Keşi’nin Rical kitabında şöyle geçer: Keşi kendi senediyle Abdullah bin Senan’dan o da babasından o da Ebi Cafer’in (Muhammed Bakır ) (a.s) şöyle buyurduğunu söyler:
“Abdullah bin SABA peygamberlik iddiasında bulunurdu ve İmam Emir’il Müminin Ali (a.s)in Allah olduğunu zannederdi. (Allah bundan münezzehtir). Bu durum Emir’il Mümin’e yetişti, onu çağırıp sorduğunda, o da bunu itiraf etti ve şöyle dedi:”Evet sen O’sun! Benim içime öyle doğdu ki sen Allah’sın ben de peygamberim. Emirü’l Müminin ona dedi ki yazıklar olsun sana, şeytan seninle alay etmiş dön bundan tövbe et, annen sana ağlasın! O (Abdullah b. Saba) dönmedi, (İmam) da onu hapsetti. Üç gün tövbe etmesini istedi o tövbe etmedi (İmam ) onu ateşte yaktı.”[13]
Hişam bin SALEM der ki: Ebu Abdillah’tan (a.s) ashabına Abdullah bin SABA hakkında konuşurken duydum, şöyle diyordu: ”Emiri’l Mümininin (Hz. Ali’nin a.s) Rab olduğunu iddia ediyordu. Daha sonra buyurdu ki : “Bunu iddia edince Emir’il Müminin kendisini tövbeye davet etti, tövbe etmeyince onu ateşte yaktı.”[14]
İbn-i Şehr Aşub. Menakıb kitabında şöyle rivayet eder: Basra savaşından sonra (Cemel) Zıtt denen yerden yetmiş kişi Emir’il Mümine (a.s) geçerek O’nu (a.s) dilleriyle ilah diye çağırıyor, ona secde ediyorlardı. İmam buyurdu: ”Yazıklar olsun sizlere, böyle yapmayın bende sizin gibi mahlûkum” onlar dinlenmediler. İmam dedi ki : “Eğer benim hakkımda dediklerinizden dönmez ve Allah’a tövbe etmezseniz kesinlikle sizleri öldürürüm” Bunlar vazgeçmediler. İmam (a.s) bunları bağladı ateş yaktı, Kanber birer birer bunları ateşe attı,Daha sonra İmam (a.s) şöyle bir şiir okudu:
Ben çok kötü bir şey gördüm
Ateş yaktım ve Kamber’i çağırdım
Daha sonra kuyu kazdım
Kanber sevimsiz yakacakları yaktı.[15]
Deaim kitabında şöyle der: Bir kavim Emir’il Mümin’e gelerek sen bizim ilahımız, halikımız (yaratanımız) ve Razikimiz (Rızk verenimiz)sin, sana döneceğiz. İmam’ın (a.s) çehresi değişti, soğuk ter bastı, yüksek sesle feryad etti. Sinirlenerek kalktı İmam’ın (a.s) Allah’ın azametinden ve korkusundan çukur kazmalarını emretti ve dedi ki : “ bu gün seni et ve yağa doyuracağım.” Kendilerini öldüreceğini görünce dediler ki: Bizi öldürsen de diriltecek olan sensin.(İmam) daha da gazaplandı ve boyunlarının vurulmasını emretti, çukurlar da ateş yaktırıp onların cesetlerini ateşe attırdı.
Bu gün kötü bir şey gördüm
Ateşi yaktım Kanber’i çağırdım[16]
Gulat İnancını Etkisiz Hale Getirmek İçin Ehl-i Beyt İmamlarının (s.a) Fiili Mücadelesi
Resulallah’tan (s.a.a) sonra O’nun ilmini taşıyan ve O’nun getirdiği dini korumakla görevli olan imamlar, ister kendilerini sevenler olsun ister düşmanları olsun Kur’an ve sünnet çizgisinden çıkmasına müsaade etmemişlerdir. Allah tebarek ve Tealanın kendi elçisine gönderdiği dinin orijinal şeklinin korunmasında ısrar etmişlerdir. Asıl doğru olan Kur’an ve masumların öğretileridir. Masumlardan gelen rivayetlerin de mihver ve ölçüsü Kur’andır. Masumlardan nakledilen hadisler de Kur’an’a sunulmalı, Kur’an ile mutabık olan alınmalı, mutabık olmayan ise kenara bırakılmalıdır. Kur’an-ı Kerimde şöyle buyuruyor:
“Resulün size verdiğini alın, nehyettiğinden ise çekinin”[17] Yine buyuruyor ki: “Allah’tan ve Resulünden öne geçmeyin”[18] bu ayetler din büyüklerinden öne geçmemeyi buyurmaktadır.
Ehl-i Beyt İmamları (s.a) Gulata karşı birkaç önemli tavır sergilemişlerdir. Arslan BAŞARAN
Iğdırmava Cami İmamı