KITLAMA ÇAY

Tarih : 2019-06-10 / Kategori : Kültür & Sanat

KITLAMA ÇAY

         5137 metre yüksekliğinde Türkiye ve Avrupa’nın en yüksek dağı olan Ağrı Dağı eteğinde; 860 metrelere ulaşan rakımıyla Anadolu’nun uç noktasına kurulmuş bir gökyüzü şehri olan Iğdır.
          Bazı şehirlerin güzelliklerinin yanında güçlü duygu iklimleri vardır. Geleneklerinden aldıkları güçle geleceği şekillendirmeyi, geçmişi göz ardı etmeden yeniliklere yelken açmayı severler. 

          Kökleri son derece derinde olan Iğdır, jeopolitik önemi dolayısıyla tarih boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapmıştır. Tarihin en eski dönemlerinden itibaren gerek Kafkasya’yı Avrupa ile buluşturan İpek Yolu üzerinde yer almış. Medeniyetler beşiği Iğdır’ın tarihi hadiselerinden biri.     
          Bu coğrafya insanının Şehrin isminin anlamları, Yiğit, Yiğitlik, ululuk, iyilik, büyüklük, ünlülük ve sahiplik. Anlamında kullanılması tesadüf değildir. 
Iğdır’da çokça içilen, hem soğuğa, hem de sıcağa karşı en iyi çare olarak görülen demli çayın “kıtlama” olarak içilmesi ise yöresel bir ritüel. 
Genelde büyükler içer “kıtlama çay”. Muhtemelen çaya şeker katılmaz ve kesmeşekerden bir parça “kıtlanır”, daha sonra çay içilir, böyle devam eder, sırf bunlar için kesmeşeker makasları, kıtlanmış kesmeşekerler, kesmeşeker kıtlayan adam’lar satılır. Kimi zaman akide şekeri, nöbet şekeri, mevlit şekeri vb. ile de uygulanabilir.
           Türk Dil Kurumu Sözlüğünde de kıtlamanın anlamı: Küçük parçalara ayrılmış şekeri ağızda tutarak çay içme biçimi demektir.
Arkeolojik kazılarda ele geçen bronz bir kabın içerisinde rastlanan çay yaprağı kalıntıları, çayı tüketen en eski Türk topluluğunun Hunlar olduğunu gösteriyor. Ancak Hunların tüketiminin tarzı ve boyutu hakkında başka bilgiye sahip değiliz.
Bununla birlikte büyük Türk mutasavvıfı Hoca Ahmet Yesevî’ye atfedilen bir menkıbeden, daha 12. yüzyılda, çayın Türk köylüleri arasında misafire ikram edilen bir içecek olarak kullanıldığını öğreniyoruz.
Çay tiryakisi” olan bazı yazarlar yaygın çay ve semaver tutkusunu Safevilerden sonra gelen Azerbaycan Türklerine dayandırır. 18. yüzyılda ortaya çıkan ve Ragıp Memişoğlu’nun 20 kıta olarak derlediği Çayname işte bu Azerbaycan Türklerinin eseridir.
Çayı ayran, şerbet ve kımız gibi diğer köklü içeceklerden ayıran bir fark da, bunun keyif vericiler ailesine girmiş olmasıdır. Şarkiyatçılar, doğu insanının mutluluğu için en sıradan, küçük ve basit gerekçelerin bile yeterli olduğunu belirtir. Geç tanınmasına rağmen, çayın kısa sürede mükeyyifat sınıfına dâhil olmasının altında yatan en önemli faktörlerden birisi, keyif anlayışındaki bu özgünlüktür. Çay takımı denilen araç ve gereçlerin gündelik hayata hızla girmesi ve bunların Türk-İslam motifleriyle millî geleneklere uyarlanması, çay içme eyleminin en nesnelleşmiş  ritüelidir.
Çayın Türk sosyal ve kültür hayatındaki yeri birkaç kitap çıkaracak zenginliktedir. Yukarıda bunlardan çok azına işaret edilebildik. İlk bakışta sıradan gibi görünen bir Uzakdoğu içeceğinin kültür hayatımızda nasıl bir derinlik kazandığı ortadadır. Ne yazık ki, modern yaşam biçimi, yeni nesilleri, birçok zenginliğimiz gibi çayın güzelliklerinden de mahrum etmeye yetmiştir. 
Odun yerine elektrik, semaver yerine ketıl, çay otu yerine poşetin kullanıldığı modern tüketim tarzı, Türk damak zevkini okşamadığı gibi, sözlü edebiyat ürünlerini de alıp götürmektedir. Buna rağmen toplumumuz çaydan vazgeçmemiştir. Çay tüketiminde hala en üst sıralardayız.
Iğdır’da kıtlama çay üzerine çok hüzünlü bir hikâye mevcuttur. Bu hikâyeden esinlenen oyun ve türküsü de mevcuttur. 
Eskiden çay içmek için şeker fazlaca bulunmazdı. Yörede bazen şekere “gent” de denilirdi. 
Oyunun ve türkünün doğuş hikâyesi şöyle anlatılır: (Abbas gendi türkü olarak kına geceleri ve beybaşılarda sıkça ve sevilerek söylenmektedir.) 
1918–19 yıllarından önceleri Iğdır’da kanun kaçağı olan üç kişi (Derviş, Paşa ve Halit) birlikte bir gün Hanako (Yenimahalle) semtinde bir bağda (bahçede) otururlarken bahçe sahibi tarafından çay ikram edilir. Ancak gent (şeker) bulunmaz. Gent alınması için Abbas adlı ve kır bekçiliği yapan kişiye para verilerek ayrıca fayton kiralayarak çarşıdan şeker almaya gönderilir. 
Abbas şehre varınca hemen karakola gider ve ihbarda bulunur. İhbar üzerine güvenlik güçleri Abbas’ın faytonunu takip ederler ve bahçenin etrafını sararlar. Çatışma olur. Halit ve Derviş orada ölür, Paşa ise yaralı olarak ele geçirilir. Yaraları iyileşemez ve ölür. Yaralıyken söylediği sözleri türkü şeklinde ve oyun olarak yöre halkı söyler ve oynar. Paşa’nın Küllük köyünden olduğu ve bir Ermeni ileri gelenlerinden birini öldürdüğünden dolayı kanun kaçağı olduğu söylenir. Bu üç kanun kaçağının mezarları Iğdırmava mezarlığında yan yanadır. Birinin koç heykeli, (Paşa’nın) diğeri ikisinin ise deve heykeli mezar taşı bulunmaktadır.  
Paşa, yaralıyken ölünceye kadar söylediği türkünün sözleri şöyledir.
Abbas getdi bize gendi
Biz ne bileh bele fendi
Allah yıhsın bele kendi yaracan
Yaralandım, parçalandım
İravan ’da kutum galdı,
İçi dolu tütün galdı.
Bir çift balam yetim galdı,
Yaralandım Yaroycan
 
Can Azerbaycan’da çok dinlediğimiz bir türkü var: “Çay Çay”
Kimin ağrıyır canı
Okşayıptı mercanı
Her bir derdin dermanı çay çay çay
Armudu istikanda çay
Üregimiz yananda çay
 
Herkese gelse gonah
Lazım değil soruşmah
Gelsin yemehten gabah çay çay çay
Böyle görmüş böyle büyümüştük memleketin âdetidir diyerek şekeri kıtlayarak içtim çayı yıllarca taze taze demli çay da kıtlama şekerle iyi.
Çay hakkında yazı yazmak içimi ısıtan bir düşünceydi doğrusu.  Çayın sıcaklığından değil elbet bu his, ne zaman eski günleri hatırlasam çay benim dumanı üzerinde ince belli bardağıyla hatıralarımın tam ortasında…
 Ziya Zakir ACAR
Eğitimci-Araştırmacı-Yazar

Facebook Beğenenler

Yorum yapılmadı!

Yorum yapmak için aşağıdaki formu kullanabilirsiniz.

Yorum Yaz!

E-Posta adresiniz yayınlanmayacaktır.
* İşareti olan alanlar gereklidir.