Av. ATAMAN YALÇIN

Tarih : 2021-05-06 / Kategori : Kültür & Sanat

Av. ATAMAN YALÇIN

Rıza Yalçın’ın şahsında Iğdır, siyaset ve dürüstlük kavramını hem yakaladı hem de pekiştirdi. “Dürüstlük için siyaset” ilkesi temelinde, belediye başkanı ve milletvekili olarak Iğdır’a hizmet veren Rıza Bey, bugün mumla aranan siyasetçi kimliğini ta o zamanlar Iğdır’ımıza kazandırmış; ağırbaşlılığı, ciddiyeti ve güven veren kişiliğiyle, Iğdır’ın siyasi tarihine damgasını vurmuştu.

Hayatım:

1937 Iğdır doğumluyum. Altı çocuklu bir aileden geliyorum. 1976’den beri Bursa’da ikamet ediyorum. Evli üç çocuk babasıyım.

Babam Rıza Yalçın, Karakoyun ilçesi yerlisidir. Onun babası Haydar Bey ve kardeşleri “Karakoyun Beyleri”ne mensupturlar. Ailemdeki bu “Beylik” o yıllar o kadar öne çıkan bir özellik arz ediyormuş ki, Sürgün Kanunu nedeniyle az kalsın ailemden fertler de hedef olup, sürgüne gönderilecekmiş!

Babam 1906 doğumlu olduğu için ilk ve ortaokulu Rus okullarında okumuştu. Ortaokul için de Erivan’a gitmişti.

Babamın okul arkadaşlarından birisi de Kinyas Kartal imiş! Her ikisi de daha sonra milletvekili olup dostluklarını TBMM’de devam ettirdiler.

Babam ortaokulu (Rıznakiye) bitirdikten sonra eğitimine devam edememişti. Rusça’yı bilir fakat konuşmazdı. (Milletvekili kimlik fişinde “az Rusça bilir” diye bir kayıt vardı.)

Askerlik görevini şubede yazıcı olarak tamamladıktan sonra amcası Aziz Yalçın’ın kızıyla evlendi.

Babamın, Eşref isminde bir erkek, üç de kız kardeşi vardı. Uzun yıllar Bursa’da “Kömürcüoğlu” firmasında görev yapan Eşref amcam, kansere yakalandı. Iğdır’da vefat etti.

Babam 1939-1950 yılları arasında Iğdır Belediye Başkanlığı yaptı. 1950 yılında CHP İlçe Başkanı oldu. Bu görevini 1954 yılına kadar devam ettirdi. O yıl CHP’den milletvekili seçildi. Bu görevi 1957 yılında sona erdi. Babam 1961 yılında bu kez YTP (Yeni Türkiye Partisi)’den parlamentoya girdi.


Iğdır Sevdası

Babam, 1966 yılında Iğdır’a dönmeye hazırlandığı günün arifesinde Ankara’da vefat etti.

Rıza Yalçın Belediye Başkanı (1939-1950)

Babam “Milli Şef Dönemi” boyunca Iğdır Belediye başkanlığı görevini yürüttü.

Tek parti yönetimi vardı. Babam, CHP’nin ileri gelen sıfatıyla hem Iğdır Belediyesi hem de Halkevleri başkanlığını yürütüyordu.

Belediyenin sermayesi çok azdı. Buna rağmen “Keşiş Bağı” denilen yeri satın alıp bizzat kendi eliyle kavak ekimi yapmıştı.

Resim arşivlerimizde, babamı o yıllarda fidan ekimi yaparken gösteren ve onun çalışma azmini güzel örnekleyen birkaç resim vardı. İşini sevdiği ve halkına hizmet etmekten mutlu olduğu kendisini apaçık belli ediyordu.

Sultanabat Beylerinden “Narınçoğlu Bağını almış, içini kavaklandırmıştı. Çok geçmeden asri mezarlık olarak halkın hizmetine açtı.

Babam Iğdır’ın su sorununa da el attı. Hatırlıyorum, 12 Kasım’da öğrenciyken okulun arka bahçesinden akan dereden kurtlu ve çamurlu suları içerdik. Babam şehrin üç yerinde artezyen kuyuları açtırınca, halk nihayet temiz suya kavuşmuştu.

Feyzullah Zengi’nin, Emek Eczanesi’nin bitişiğinde bir kahvehanesi vardı. Babam dost ve misafirlerini orada ağırlardı. Çay ve diğer masraflar, borç olarak deftere kaydedilir, ay sonunda, 180 lira tutarındaki maaşıyla ilk işi Feyzullah Bey’i yanına çağırtıp, borcunu temizlemek olurdu. Cebinde kalan çok az parayı da ev işlerinde harcamak üzere elime tutuştururdu.

1950’li yılların ortalarına doğru bir ara Fazıl Baykal belediye başkanlığı görevini üstlenmişti. Keşiş bağındaki kavakları kesip sattığı haberi gelince babam, hiç unutmam büyük bir kızgınlıkla, “Niçin bunu yapıyorlar! Ben bir eser yarattım siz de bir eser benimkine ekleyin” diye söylenip durmuştu.

Babam asla siyasi rakiplerinin aleyhinde konuşmazdı. Oğlu olarak tüm hayatım boyunca, babamın ağzından bir siyaset adamının arkasından söylediği tek söz, Fazıl Baykal’a olan kızgınlığı nedeniyle söylemiş olduklarıydı.

Babamın 1930 ve 1940’lı yıllarda Osman Ataman’la Belediye başkanlığı için bir çekişme içinde olduğu doğruydu. Ancak babam ev ortamında kesinlikle Osman Ataman’ın aleyhine tek söz etmezdi. Hatta bir ara başkanlığı babamdan alıp Osman Ataman’a vermişlerdi. Kardeşi Ali Ataman’ın devlet nezdindeki saygınlığı ve buna bağlı olarak Hüsnü Bingöl’den gördüğü özel ilgi, “Ataman” ailesini hem halk hem devlet nezdinde daha tarafsız bir konumda görünmesine neden oluyordu.

Bu haksız duruma rağmen babam ne şikayetçi oldu ne de aleyhte konuşma yaptı.

İnönü Sevgisi

Babam sanki doğuştan CHP’li idi. Kendisini partinin değerlerine adıyor, malını mülkünü bu yolda feda ediyordu.

İlk dönem milletvekilliği (1954-57) sırasında beni yanına alarak Mecliste İnönü’yle tanıştırmıştı. Paşa’nın elini saygıyla öpmüş, çekingen yanı başına dikilmiştim.

Babamın İnönü’ye özel bir sevgisi vardı. Hatta 1960’lı yıllarda YTP’- den ikinci dönem milletvekilliği sırasında (1961-1965), İnönü hakkında soruşturma açılması için imza toplanırken, babam ciddi bir kararlılıkla,

“O tarihi bir şahsiyet, ele ayağa düşmesi için imza atmam!” diyerek karşı gelmişti.

“Söyleyin burada yokum!”

Babam politikayla barışık değildi. Elinden geldiğince politik çalışmalardan uzak durmaya çalışırdı. Ama insanlar onun arkasından koşar, politika- ya heveslendirirlerdi. Bunlardan birisine kendim bizzat tanık olmuştum.

Hukuk Fakültesinde son sınıf öğrencisiydim. Türkiye’de genel seçim- ler için büyük bir hazırlık vardı. Babam da herhangi bir partiye yakalanmamak için Iğdır’a dönmüş, kendisini Karakoyun’daki baba evinde saklar olmuştu.

Gerçekten de çok geçmeden Ankara’daki siyasiler babamı arayıp sor- maya başladılar. Bunların arasında Ekrem Alican’ın kurduğu YTP mensupları özellikle ısrarcıydılar.

Babam gitmeden önce ev halkını tembihlemişti:

“Eğer sorarlarsa, nerede olduğumu sakın söylemeyin”

Bir gün şatafatlı bir parti heyeti evimize geldi. Köşe bucak babamı arıyorlardı. Biz de ellerimizi yana açıp, “Vallahi biz de bilmiyoruz!” demekle yetindik. İçlerinden birisi gülerek, sanki durumu anlamış gibi,

“Biz onu bulmasını biliriz” diyerek ayrıldılar.

Babamı bulmuşlar, liste de üçüncü sıraya koymuşlardı.

O seçimlerde YTP üç milletvekilliği kazanınca babam tekrar milletvekili olarak parlamentoya girmişti.

Babam seçim propagandası çalışmalarına istekli olmazdı. Seçim so- nuçlarının açıklandığı akşamı çok iyi hatırlıyorum. Tasasız, erkenden yatağa girip uyumuştu. Sabah olunca Kars’tan gelen partililer,

“Gözünüz aydın, seçildiniz!” diyerek babamı kutladılar.

Babam, benim ileride siyasete atılmama istekli değildi. Fırsat buldukça, “Politikaya girersen hakkımı helâl etmem!”, diye nasihat ederdi.

“Kasım Gülek duşun altında yıkanıyordu..”

1950’li yılların sonlarına doğru bir zamandı.

Tek başına iktidara gelen DP, çıkardığı yasalarla bir yanda CHP’- nin kalesi olarak gördüğü Halk Evlerini kapatmaya çalışıyor, bir yandan da CHP’ni yurt çapında ablukaya alıyordu. Tarihinin en büyük yenilgisini yaşa- yan CHP, gözden düşmüş, önemini kaybetmişti.

CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek, daha sonra “çarık giydik yollara düştük” şeklinde özetleyeceği bir karşı kampanyayla işleri rayına oturtmayı ümit etmişti. Her tarafı dolaşıyor partiyi yeniden örgütlemeye çalışıyordu. Bu amaçla geldiği Iğdır’da evine uğradığı ilk insan babam olmuştu.

Ben o yaz ablam ve eniştemle Zor yaylasına gitmiştim. Ağustos ayının sıcak bir günü yayladan inip Iğdır geldim.

Vücudum Iğdır sıcağıyla kavruluyordu. Soğuk duş almak için sabır- sızlanıyordum.

Yaz aylarının yakıcı sıcağında biraz serinlemek umuduyla, bahçemi- zin ıssız bir köşesinde, duvara bir su deposu ve teneke huni monte etmiş, taşra usulü bir duş kurmuştum.

Bahçenin kapısını hızla geçip duşlu bölmeye yöneldim. A, bir de ne göreyim hiç tanımadığım birisi, çırılçıplak duş alıyor! Bir an, “Acaba yanlış eve mi geldim?” diye tereddüt etmedim değil.

Evin önüne gelip merdivenlere oturdum. O an açılan bahçe kapısın- dan babam girdi. Meğerse bu adam CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek imiş! Babamla siyaset işlerini konuşmaya gelmiş!

Babam, CHP ilçe başkanlığı görevini kabul edip partinin Iğdır bölge- sinde yeniden örgütlenmesi için kolları sıvadı. Bu görevi 1954 yılına, CHP’- den milletvekili seçilinceye kadar aralıksız devam etti.

Babamın listeye girmesi, daha doğrusu milletvekili olması yönünde bir teklif alması, biraz da tesadüf olmuştu. Şöyle ki, 1950’de CHP’den par- lamentoya girmiş olan üç milletvekili, Abbas Çetin, Latif Aküzüm ve Veyis Koçulu, bilahare DP’ye geçince, 1954 seçim listelerinin hazırlanması sırasın- da güney ilçelerini temsil edecek isim konusunda CHP’de boşluk doğmuş, böylece babamın ismi ön plana çıkmıştı.

Ticaret mi Siyaset mi?

Babamın ticari yaratıcılık konusundaki yeteneğine söz yoktu. Maale- sef, siyaset babamın bu özelliğini geliştirmesine ve ön plana çıkarmasına açık bir engeldi.

Siyasetten fırsat buldukça, ticaret hayatını organize ediyor, yeni yeni fikirler üretiyordu. Bu çalışmalar kısa sürede ürünlerini vermeye başlamıştı. Karakoyun, Dize ve Iğdır merkezde olmak üzere üç tane un değirmenini açıp işletmeye soktu.

Lans marka paletli bir traktörümüz vardı. Un ve çeltik makineleri bu traktörle çalışırdı.

Bir dükkan açıp, bisiklet ve radyo bayiliğini ele geçirdi. Bu ticaret kısa sürede önemli bir hareketlilik kazandı, ama siyaset belâsı çok geçmeden önüne çıkıp babamın dikkatini başka noktalara sevk edecekti.

1954 seçimlerinde CHP, babamı üç ilçedeki çalışmalarıyla baş başa bırakmıştı.

Ne yazık ki babamın elinde bu çalışmayı yürütecek nakit parası yok- tu. Ev ve arazilerimizi ipotek altına koyarak para çekti. Borçlanarak seçimi kazandı.

Milletvekili maaşı 2200 lira idi. Bu para Ankara’daki evimizin ve gelen gidenlerin masrafını bile karşılamaktan uzaktı. Bu yüzden babam her yıl arazilerden bir kısmını satarak borçlarını ödemeye ve ayakta durmaya çalışıyordu.

1957 seçimlerinde CHP, Iğdır bölgesinden Behram Öcal’ı aday gös- termeye eğilimliydi. Adaylık müracaatı yapıldığında babam temkinli dav- randı. Her adayın partiye usulen yüklü para yatırması gerektiğinden babam, Mehmet Hazer’e,

“Eğer Behram Bey’e söz vermişseniz boşu boşuna çocuklarımın rız- kını elden çıkarmayayım” demiş.

Herhalde tekrar adaya gösterileceği konusunda istediği güvenceyi alamadığı için olsa gerek babam aday olmadı.

1958 yılında Ankara’dan Iğdır’a dönüp Güven Emlak bürosuna açarak yeni bir işe koyuldu. Bu uğraşısı 1960 İhtilaline kadar devam etti.

Babamın Vefatı

Babamın ikinci dönem milletvekilliği 1965 yılında sona ermişti. Seyranbağları’nda bir apartmanın beşinci katında oturuyorduk. Seçim dönemi kapanır kapanmaz babam artık Iğdır’a dönmek arzusundaydı. Buna hazırlık olması amacıyla beni önceden Iğdır’a göndermiş, oradaki eve çeki düzen vermemi istemişti. O tarihte yeni evlenmiş, avukat olarak Iğdır’a yerleşmeyi ümit ediyordum.

Iğdır’a taşınacakları günün arifesinde, babam, annem ve kız kardeşim eşyaları kamyona yükledikten sonra, can sıkıntılarına çare olur diye, o akşamı açık hava sinemasında geçirmeye karar vermişler.

Sinema dönüşü babam yorgun yatağına uzanmış, kız kardeşimi yanı- na çağırarak,

“Ayaklarımı ov!” diye istekte bulunmuş. Kardeşim, başucuna oturup babamla ilgilenmiş. Yüksek tansiyondan mustarip babam, o an hareketsiz yatağa yığılmış. Beyin damarı çatlaması, babamın ani vefatına neden olmuştu.

Mecit Hun’un da aynı şekilde vefat ettiğini öğrenince, “Meslek aynı olunca ölüm de aynı oluyor” demekten kendimi alamamıştım.

Okul Hayatım

İlkokulu 12 Kasım’da bitirdim. Ancak ilkokul üçüncü sınıfı İstanbul Kasımpaşa’da dayımın yanında okuduktan sonra tekrar Iğdır’a dönmüştüm.

Ortaokuldaki sınıf arkadaşlarım arasında Nizamettin Onk, Behman Turan ve Aralık’tan Tağı Toktamışoğlu ilk aklıma gelenler. Ebe Hanım’ın kızı Sevim Özel dışında bütün sınıf erkekti.

Ortaokuldan sonra maddi sorunla karşılaştım. Durumu iyi olan aileler çocuklarını Erzurum ve İstanbul liselerine gönderiyorlardı.

Babam maddi sıkıntı içindeydi. Hani derler ya, “Politika insanı aç bırakır!”. İşte babam bu atasözün güzel bir örneğiydi. Herkes babamı “Beyler” ailesinden olduğu için müreffeh sanırdı ama gerçekte babam iki yakasını bir araya getiremiyordu.

Şansıma annemin halasının oğlu Muhtar Demirbulak Kars’ta oturuyordu. Onun yanında kalarak 1953-1954 öğrenim dönemini Kars Lisesinde okudum. Babam 1954’de milletvekili olunca Ankara’ya taşındık. Atatürk Lisesine kaydımı yaptırıp ikinci ve üçüncü sınıfları orada bitirdim.

“Babam meslek hayatıma karar verdi”

Gönlümde yatan meslek Ziraat mühendisliğiydi. Çocukluğumdan beri doğa ve hayvan sevgisiyle doluydum. Mesleğimin de bu konularla ilgili olmasını arzuluyordum

Behram Turan, Adnan Başkentli ve diğer birçok arkadaş gibi ben

de, yeni açılmış Erzurum Atatürk Üniversitesinde yüksek öğrenime devam etmeyi arzuluyordum. Ama her ihtimale karşı Ankara Hukuk Fakültesine de kaydımı yaptırmıştım.

Babam kararsızlığımı görünce, avukatlığı tavsiye etti. Gerçekten de avukatlık eğitimi birçok mesleğin temeliydi. İstersen savcı, hakim, kayma- kam, valilik veya serbest meslek konusunda seçim yapma hakkım olacaktı. Bu düşünceyle Hukuk Fakültesi’ne başladım. 1962 yılında mezun oldum.

Mezuniyetten sonra beni en çok düşündüren ne yapacağımdı. Bir an önce para kazanıp bağımsız olmak istiyordum.

Babam milletvekiliydi ama iş bulmam konusundaki çabalarıma fazla ilgi göstermiyordu. Kendisine göre bir prensibi vardı. Çocuğunun geleceği dahi söz konusu olsa siyasi dürüstlüğünden taviz vermek onu rahatsız ediyordu.

Bir ara Sırrı Atalay’dan bana iş bulması konusunda ricada bulunmuş- tu. O da İçişleri Bakanlığında maiyet memurluğu için bir yer önerdi, ancak, meslek icabı, siyasetçilerin dümen suyunda olmam gerekeceğinden öneriyi reddettim.

Askerlik yoklaması her altı ayda bir geliyordu. Önümde daha beş ayım vardı. Bunca zamanı evde oturarak geçirmeye hiç niyetim yoktu. İmar ve İskan Bakanlığı Personel Müdürlüğü bölümüne memur olarak girdim. Askerliğimi bir yıl erteleyerek, memurluk görevimi devam ettirdim.

İstanbul Halıcıoğlu’nda yedek subay okulundan Levazım Asteğmen olarak çıktım. Kurayla Maraş’ı çektim. O yıl, Kıbrıs çıkarması hazırlığı vardı. Birliklerimiz sürekli hareket halindeydi. Bağlı olduğum 14.Piyade Alayı İskenderun’a kaydırılınca altı ayım dağda taşta geçti. Tayinim Milli Savunma Bakanlığına çıkınca Ankara’ya döndüm.

Askerlikten sonra 1965 yılında Ankara Barosunda staja başladım. Serbest meslek avukatlık için, on yıl tecrübeli bir avukatın yanında altı ay staj yapmam gerekiyordu. Böylece annemin halası oğlu Avukat Tevfik Araslı’nın yanında stajımın ikinci bölümünü tamamlama şansım oldu.

Memuriyet hayatına geri döndüm. Bir hükümet değişikliği sırasında bağlı olduğum kurumun elemanları sil baştan yeniden tayin edilince, tepki gösterip görevimden istifa ettim.

Avukat olarak Iğdır’a gitmeye karar vermiştim.

Iğdır Günlerim

Iğdır doğup büyüdüğüm topraklardı. Ama uzun yıllar ayrı kalmıştım. Yola çıkmadan önce babam elime bir isim listesi tutuşturdu. “Sıkıntın olursa bu beylerden yardım iste!” dedi. Ama, tembih ve telkinini de ihmal etmedi:

“Politikaya karışma, hakkımı helal etmem!”

Iğdır hızla düşman iki kampa bölünüyordu. Ya bir tarafı tutup politikaya gireceksin ya da suya sabuna dokunmayacaksın.

Önümde zor bir tercih vardı. Politikayı düşünsem bile durum beni

kurtarmıyordu. Düşünce yapısı olarak CHP’li idim. Ne de olsa babamın yıllarını verdiği bir partiydi. Ben de ta çocuk yaştan babamın eve getirdiği CHP eğilimli gazete ve dergileri okuyarak büyümüştüm. Bu partiyi benimsemiştim ama o yıllar Iğdır’daki CHP yönetimi Azerilere kapalıydı. Orada görev almam mümkün değildi.

Hocalık Yıllarım

Avukatlıktan kazandığım para masraflarımı karşılamıyordu. Ek bir işle gelirimi artırmaya karar verdim.

Ortaokul ve lisede öğretmen boşluğu vardı. Ortaokul birinci sınıflara Fransızca hocası oldum.

Hocalığımı ciddiye alıyor, gücüm yettiğince kendimi öğrencilerime adıyordum.

İkinci yıl lise son sınıflara Sosyoloji, Mantık ve Felsefe derslerine gitmeye başladım. Öğrencilerimi, giriş sınavlarındaki test sorularına beceri kazandırmak için özel gayret sarf ediyordum.

Bir yandan avukatlık bir yandan hocalık, yorgun argın eve dönüyor- dum.

Gazetecilik Yıllarım

Lisede gazete çıkarılması yönünde girişimim olmuştu.

1968 yılında İstanbul’dan “pedal” (matbaa) getirterek, Atalay Sever’in “Hudut Postası”yla, Fazıl Şıktaş’ın “Yeşil Iğdır” gazetesine ek olarak “Güven” isimli bir gazete çıkarmaya başladım.

Gazete çıkarma fikri, Ali Yardım’ın oğlu Atanur’la yaptığımız sohbetler sırasında olgunlaşmıştı. Atanur, daha sonra vazgeçince, Fikret isimli bir genci yanıma alarak bu yöndeki çalışmalarımıza devam etmiştik.

Iğdır gibi küçük bir çevrede gazete çıkarmak gerçekten zordu. Siyasi hesap ve çıkarları zedelenen insanların hedefi olmak, beni bunaltmıyor değildi. Ama bir karar almıştım. Her koşulda prensiplerimden ve dürüstlüğümden taviz vermeden yoluma devam edecektim.

Sıkıntılarımı örneklemek isterim:

Kasabanın dilinde adı rüşvetçiye çıkmış İş Bankası müdürü vardı. Elime fırsat ve belge geçtiği zaman aleyhine yazıyordum. Diğer bir gazete de tam aksine, müdürü öve öve göklere çıkarıyordu.

Müdür elemanıyla haber göndermişti:

”Öğrendim ki arabanız yok. Kredi açayım bir Renault alın”

Bu açıktan bir rüşvet teklifiydi. Ertesi gün gazetemde halka duyurdum. Çok geçmeden müfettişler, duruma el koydular. Müdür başka bir göreve alındı.

Dostlarım bana karşı geldiler:

“Yahu adam Iğdır’a finansman getirip dağıtıyordu”

Kredinin 10% unu kendisine alıkoyan böyle bir müdürü ilçemde görmek istemiyordum ama mücadelemde yalnızdım.

Bir gün de kaymakamla aram açıldı. Avukat Türkan Hanım “Nişankaya Piyangosu” denilen bir olay anlatmıştı. Kaymakam bir arabayı ustaca zimmetine geçirmişti. Bununla ilgili epey yazdım. Ama sonuç çıkmadı.

Avukatlık Yıllarım

Daha çok hazine davaları rayiçte olduğundan altı ay dava alamadım. Mecbur kalıp bu alana yöneldim. Bu kez iki yönlü düşman kazanıyordum. Davacı, “Aslında siz fazla bir şey yapmadınız ben eğer hakim beyi göremeseydim bu dava lehime sonuçlanmazdı” diyerek emeğimi inkar ediyor veya davalı, “Malımı elimden alıp hazineye verdin. Allah senin...” diyerek beddua ediyordu.

İlçede hizmet veren altı avukat vardı: Türkan Aydın, Muzaffer Öztekin, Caner Öcal, Ali Karageyim, Zeki Kara ve ben.

Ayrıca Iğdırlı olmayan üç avukat Ahmet Tunçezen, Haki Başer ve Şirzat Turan Sadak, ilçede görev yapıyordu..

Belirli bir kesim Iğdır’a gelişimden tedirgin olmuştu. Kulağıma şöyle duyumlar geliyordu:

“Bu adam buraya politika yapmaya geldi. Babası belediye başkanlığı ve milletvekilliği yapmış, yörenin ileri gelen bir ailesinin çocuğu. Üstelik ar- kasında köyleri ve halk desteği var”

Bu ihtimali engellemek düşüncesiyle hakkımda “Ataman Yalçın komünisttir” diye bir dedikodu bile dolaştırıldı.

Gazetemde belediyenin çalışmalarını da titizlikle eleştiriyordum.

Lokantacılar yağlı pis mutfak sularını, “yolları suluyoruz” gerekçesiyle ana caddeye döküyorlardı. Sinekler üşüşüyor, ortalığa ağır bulaşık kokusu yayılıyordu. Bunları gazetemde yazmış, belediyeyi uyarmıştım. Bana anlatılanlara göre gazetemi okuyan belediye başkanı, ellerini başına dizine vurarak,

“Bu benden ne istiyor. Herkes bu adam için iyi diyor ama bakın be- nimle bile uğraşıyor” demiş.

Yaratılış icabı kendimden büyüklere karşı mesafeli davranırım. Örneğin Mecit Hun’la aramızda yaş farkı olduğu için tek bir defa olsun görüşme şansım olmadı. Birkaç kez selamlaştık ama yüz yüze herhangi bir konuyu konuşmadık.

O yıllar Iğdır’daki politika kulvarı Mecit Hun’la Hüseyin Akbulut arasındaydı. Geriye kalanlar ikisi arasında sıkışıp kalmıştı.

Güven Partili Yıllarım

Güven Partisi içinde yer almam daha çok arkadaşlık hatırı nedeniyle oldu. Bir ara Ecevit yanına hemşehrimiz Fikret Ekinci’yi alarak Iğdır’a gelmişti.

Fikret Ekinci Iğdır’ın ilk belediye başkanı Paşa Bey’in oğludur.

Emekli yüzbaşıydı ve 1960 İhtilal döneminde de Türkeş’in yardımıyla Cumhurbaşkanlığı Başmüşavirliğine kadar yükselmişti. Forum dergisinde yazıları çıkan aydın birisiydi. Bana yakında CHP’den aday olacağını (1969 seçimleri) bu yüzden benim de partide yer alarak kendisine yardımcı olmamı istedi. Halbuki benim CHP’ye girmem imkansızdı. O seçim dönemi öylece geride kaldı.

Bu kez 1972 yılında yeniden temasımız oldu. Bu kez Fikret Ekinci CHP’den ayrılmış Feyzioğlu’nun Güven Partisi’nde yer almıştı. Benim de bu partiye katılarak güney ilçelerinde örgütlenmeye yardımcı olmamı istedi. Bir gün evime davet edip kendisine şu ilkemi açıkladım:

“Babama vermiş olduğum bir sözüm var. Kesinlikle politikaya girmeyeceğim ama dışardan destek olma konusuna yardımcı olabilirim”

1969 yılında Belediye Başkanlığına adaylığını koyan Rıza Karasu’yla birlikte GP’nin örgütlenme çalışmalarına katıldım. Partinin üyesi veya yöne- tim kurulunda görevli bir yöneticisi değildim. Desteğimi dışardan sunuyordum. Parti için yapılan birkaç mitingde de meydan konuşması yaptım.

1973 Genel Seçimlerinde GP listesinden İl Genel Meclisi üyeliğine aday gösterildim. Karakoyunlu seçmenler benim için açık oy kullandılar. 3000 oyu köyümden 2000 oyu da Iğdır’dan alarak bir milletvekilinin alabileceği kadar oyla il genel meclisi üyeliğini kazandım.

Öte yandan, Avukat Mustafa Şimşek Belediye Encümen Azalığı için bir liste hazırlamıştı. Genç ve dinamik isimleri listenin başına koyarak yeni bir dönemi başlatmak istiyordu. AP’den liste üçte seçimleri kazandım.

Hüseyin Akbulut belediye başkanlığını kazanmıştı ama göreve hemen başlaması için kısa süreli yasal bir engeli vardı. Meclis azaları toplanıp yeni bir başkan seçmek zorundaydık.

Bir kulüpte toplandık. DP 10, CHP ve AP birlikte 20 meclis azası çı- karmıştı. Bir de Millet Partisinden Cemalettin Güneş vardı.

Toplantıda belediye başkanlığı ve encümen üyeliğini kendi aramızda dağıtmak için pazarlığa başladık. Sonuçta Mecit Hun’un adı belediye başkanı olarak kabul gördü.

Ancak siyasi dedikodular ve baskılar beni bunaltınca, belediye aza- lığından istifa ettim. Bir sonraki toplantıda Cemalettin Güneş Belediye Baş- kanlığına seçildi.

Yıpratan Dedikodular

Iğdır’a geldikten sonra yavaş yavaş istemediğim bir dedikodu ve po- lemik havasına çekilmiştim.

Hayati isminde bir okul arkadaşım vardı. Geçmişte birçok şeyi birlikte paylaşmış, insanlığına ve dostluğuna değer verdiğim birisiydi. İşçi Partisinin üyesi olarak Iğdır bölgesini dolaşırken tabelâmı görmüş, ziyaretime gelmişti. Bu haber kısa sürede ortalığa yayıldı. Yakınlarım:

“Ne işin var o komünistle. O İşçi Partili”

Bu gibi uyarılar kişilik haklarımı zedelediği için yüreğimde sıkıntılar yaratıyordu. Üstelik ben aile geleneği olarak CHP’li bir tandansa sahiptim. Çetin Altan ve İlhami Sosyal’ın yayınladıkları Forum dergisi elimden düşmezdi.

“Size ne! Ben insan olarak Hayati’yi seviyor ve değer veriyorum. Bu yönüyle benim gözümde sizden daha değerli”

“Dürüst ol başka bir şeyden çekinme”

Iğdır’a gittiğimde cebimde para yoktu. Hatta daktiloyu bir arkadaştan yarı peşin yarı senet karşılığı alıp Iğdır’a gitmiştim. Kitaplarımı bile veresiye almıştım. Tabii bu yönler bilinmezdi. Genel kanı benim maddi durumumun çok iyi olduğu, Karakoyun köyünün yarısının (!) bize ait olduğu yönündeydi. Halbuki topu topu 30 dönümlük yer kalmıştı. Ve bugün o da yok.

Sıkıntılar beni hiçbir zaman korkutmadı. Çünkü her gittiğim yere babamın bana yaptığı değerli bir nasihati beraberimde götürüyorum:

“Dürüst ol başka bir şeyden çekinme”

Dürüstlük belki insanı zengin etmiyor ama şurası bir gerçek ki aç da bırakmıyor.

Facebook Beğenenler

Yorum yapılmadı!

Yorum yapmak için aşağıdaki formu kullanabilirsiniz.

Yorum Yaz!

E-Posta adresiniz yayınlanmayacaktır.
* İşareti olan alanlar gereklidir.