Ehlibeyt Ve Ümmet

Tarih : 2010-12-25 / Kategori : Genel Haber

     Bismillahirrahmanirrahim
      Allah tebarek ve teala kullarına lütufta bulunup şeriatını  ve şeraitini yaşatıp yürütecek, kendilerine uyulduğunda hidayet olup saadete kavuşturacak zatları da bildirmiştir.

Şimdi bakalım  ümmet Kur’an ve Ehlibeyt’e karşı vazifesini yerine getirmiş  midir? Bizim konumuz Ehlibeyt ve Ümmet olduğu için, ümmet ve Kur’an meselesine değinmeyeceğim.

     Resul-i Ekrem’in (s.a.a) zamanını ele almayacağım çünkü feda olduğumuz ruhumuzun tabibi hayattayken ümmet becerdikleri kadar görevlerini yapmaya çalışmışlardır.

     Resul-i Ekrem’in (s.a.a) bedenimin parçası, rızası Allah’ın rızası  gazabı Allah’ın gazabı, âlemlerin kadınlarının hanımefendisi dediği kızı Fatıma Zehra’ya (Allah’ın selamı ona olsun) karşı ümmetin görevi ne idi görevlerini yaptılar mı? Tathir ayeti gereği ona itaat etmek, saygınlığını korumak gerekirdi. Ama ben konunun detay ve inceliğine girmeden sadece soru yönelteceğim. Cevabını ise herkes Kur’an, sünnet ve aklı  baz alarak tarihi senetleri dikkate alarak kendileri vicdanlarına cevap versinler. Fatıma’tül Zehra (s.a) neden mirasından mahrum bırakıldı? Eğer elindeki Fedek bağı beyt’ül-Mal’a ait idiyse neden diğer halifeler tarafından kendi yakınlarına bağış yapıldı? Babasından sonra kaç gün yaşadı, daha 18-20’nde iken neden vefat etti? Kabri nerededir ve ümmet onun cenaze namazına katıldı mı? Fatıma’nın Allah ve Resulünün (s.a.a) yanında olan saygınlığını, masum oluşunu dikkate alarak bu sorulara cevap aramanızı rica ediyorum. Hz. Fatıma ile ilgili doyurucu bilgiyi “Hz. Fatıma’nın (s.a) Faziletleri” adlı eserde özellikle o hazretin hutbesinde okuyabilirsiniz.1

     On iki İmamın babası, ilim şehrinin kapısı, yargıda en güzel hüküm veren, kitabın ilmini bilen2, müminlerin velisi3, Resul-i Ekrem’in (s.a.a) nefsi4, nefsini cennet karşılığı satan, Hayber’in fatihi, Hendek’in kahramanı5 ve masum imam6 olan Ali bin Ebu Talib’e (a.s) karşı ümmet nasıl davrandı? Kendisinden kalan hadis, hutbe, mektup ve hikmetli sözler insanlığa ve Müslümanlığa ışık tutmaktadır. Söz ve hadisleri aynen Allah Resulü’nün hadisleri gibi Kur’an ve Sünnete uygundur. Bir Hıristiyan’ın bile övüp hakkında şöyle dediği “ Musa’nın asası ve parlayan eli gibi mucizesi vardı, İsa’nın (a.s) ölüleri diriltme gibi mucizesi vardı, Muhammed’in de mucize olarak Ali ile Fatıma’sı (a.s) vardır”7 dediği büyük şahıs hakkında ümmet ne yaptı.
     Resul-i Ekrem’in (s.a.a) ilmini taşıdığı halde Peygamber’den sonra kenara bırakıldı, makamı elinden alındı8, susturuldu, biata zorlandı, ölümle tehdit edildi9. İslam âleminde böyle bir zat varken Ka’b bin Ahbar ve Vahab bin Münebbih gibileri Resulullah’ın (s.a.a) Mescid’inde vaazlar verip İslam’a İsrailiyyat soktular.
     İslam dünyasında ne oldu da herkesin tanıyıp bildiği Ebu Süfyan oğlu Muaviye, dün İslam’a ve Müslümanlara kılıç çeken kardeşi, dayısı ve amcası Bedir’de öldürülen, Resulullah’ın diliyle lanetlenen kimse, İslam ümmetinin icma ile biat ettikleri halifeye karşı geldi. Karşı geldiği gibi etrafına adam da topladı, İslam devletine karşı savaş bile açtı. Ümmet nereye götürülmüş idi, ne yapıyordu? Ümmetin korumakla görevli oldukları şahsı nasıl da yalnız bıraktılar. Burada her Mümin ve Müslüman’ın vazifesi “iki kardeş kavgası” demek midir. Yoksa hucurat Suresi’ne amel etmek midir? Birileri dinden çıkmışsa onları korumak mı bizim görevimiz, yoksa Kur’an’a mı uymaktır. Eğer ön yargısız ve birilerinin suçunu örtbas etme kastımız olmada olayları kitap ve sünnetle değerlendirecek olursak ki vazifemiz de budur, hem hakkı hem da haklıyı ayırt edeceğiz. İyi düşünür ve sosyolojik açıdan bakacak olursak, Muaviye’nin bu karşı çıkması, savaş yapması bir günlük iş olmadığını göreceğiz. Daha önceden alt yapının oluşturulduğunu, halkı buna hazırladığını göreceğiz. Öyle bir ortam hazırlandı ki, batılın yanında yer alma, saltanat ve menfaat için çalışma, kitap ve sünnete uymayan işi yapma utanç vesilesi olmaktan çıktı, insanlar cahiliye dönemine döndürüldüler. Aynen onlar gibi düşünür, onlar gibi hareket ederlerdi, sadece İslam’ın namaz, oruç gibi zahirini koruyorlardı. Bu konuda “Ali Kimdir”, “Nehc’ül-Belağa”,  İmamların Hayatı” ve diğer tarih kitapları incelenmelidir.
     Al-i Aba’ın dördüncü ferdi hazreti Resulullah’ın(s.a.a) nur-u didesi, “cennet gençlerinin efendisi” masum. İmam Hasan bin Ali (a.s) de, ümmetin içine düştüğü bu karanlık ortamdan bir türlü kurtaramadı. Müslüman ve mümin geçinenler, imamın kendi adamları gözükenler imama saldırıp yaraladılar ve çadırını yağmaladılar. Kimileri Muaviye’ye mektup yazarak istersen İmam Hasan’ı (a.s) öldürelim istersen de eli kolu bağlı sana teslim edelim, dediler.   O gün basiret o kadar azalmış, dünya düşkünlüğü o kadar artmıştı ki, insanlar maddiyat ve makam yarışındaydılar. Onun için dedi kodu yaydılar, Allah razı olsun ümmetin kanı dökülmesin diye Peygamber evladı yanan ateşi söndürdü Muaviye ile barış yaptı dediler. Bu söz düşmanı güçlendirdi, dostu gevşetti buna inanmayanlarda her ne kadar çaba sarf ettiler ise fayda vermedi.
     Ümmet kendisini korumakla görevli oldukları itaati farz olan bir imama karşı işte böyle yaptı. Kitap ve sünnetin ilmini sinesinde taşıyan, adalet ve insafın özü olan, “hedef vesileyi mubah kılar” mantığına asla meyletmeyen İmam Hasan (a.s), daha ceddinin sahabeleri halk arasında dolaşırken, kendisini Resul-i Ekrem’in (s.a.a) mübarek omuzlarında görenlerin olmasına rağmen, daha 35-40 yıl önce İslam’ın kökünü kazımak için savaşanlar ümmetin teyidi ile Peygamber’in (s.a.a) oturduğu minbere oturuyor ve minberin asil sahibi İmam Hasan (a.s) kenara itiliyordu.10
     Yine burada da hatırlatmak istiyorum ki Allah, insanları uyduklarında kemal ve saadete götürecek kitabı ve canlı yaşayan imamı  nasp eder ki etmiştir de, onları uyup onları korumadıkça insan hidayete ermez. Şeriatın emirlerine uyma insanın vazifesidir, Allah onları buna zorlamaz.
     Al-i Aba’nın beşincisi olan, Resul-i Ekrem’in (s.a.a) “Hüseyin bendendir ben de Hüseyin’denim”, “Allah, Hüseyini seveni sever”, “Gerçekten Hüseyin hidayet meş’alesi ve kurtuluş gemisidir”, “Hasan ve Hüseyin cennet gençlerinin efendileridir” ve hakkında nice hadisler buyurduğu İmam Hüseyin (a.s) içki içen, zina yapan, açıkta fisk-ı fucur yapan, Allah’ın haramını helal kılan, helalini haram kılan, suçsuz yere kan akıtan Allah’ın itaatinden çıkıp şeytanın buyruğuna giren, Resulullah’ın (s.a.a) sünnetine muhalefet eden (kendisinde hiçbir yönetici vasfı olmayan) Muaviye oğlu Yezid’e Resulullah’ın halifesi dinin büyüğü adına biat etmeye çağırılıyor.      Şimdi İmam Hüseyin’in (a.s) evinde oturup bana yardım yapmadılar, mantığı ile hareket etmedi. Zamanının en yaygın vesilesinden ve ortamından istifade etti. Kardeşi İmam Hasan (a.s) ile Muaviye arasındaki anlaşmaya göre Muaviye’den sonra halife İmam Hasan’dır. Eğer İmam Hasan’a bir şey olursa halife İmam Hüseyin olacaktır. İmam Hüseyin (a.s) Muaviye hayattayken anlaşmaya bağlı kaldı. Muaviye ölünce oğlu Yezid’i kendi yanından Müslümanlara halife tayin etti. Yezid de İmam Hüseyin’den biat almadıkça tahtını koruyamayacağını bildiği için daha Muaviye’nin ölüm haberi yayılmadan İmam Hüseyin’den (a.s) biat alınmasını istedi. İmam Hüseyin’in böyle bir talebe verdiği cevap şudur: “İslam ümmeti Yezid gibi fasık bir yöneticiye düçar olursa İslam’ın fatihası okunmalı” diyerek reddeder. Bu olay hemen Medine’de yayılır, yani Medine halkını aydınlattıktan sonra, büyük İslam ülkesinin her yerinden Recep-Şaban-Ramazan ayları Umre yapmak için Mekke’ye geldikleri ve Umreyi hacca tamamladıkları dönemde Mekke’de olmalıydı. Çünkü Umre ve Hacca gelenler kendi şehirlerine döndüklerinde İslam dünyasında gelişen olayları hemşerilerine bildirecek böylece İslam ümmetinin hepsi hemen olaydan haberdar olacaktır.
     İmam Hüseyin (a.s) hicretin 60’ıncı yılı Recep ayının 13’ünde Medine’den Mekke’ye doğru hareket etti, yol boyu kabilelerle, köy ve şehir halklarıyla görüşüp onları aydınlatıyor ve göreve çağırıyordu. Bilfiil ulaşamadıkları şehir ve kasabalara mektuplar yazarak İslam ümmetini başlarına geçen tağuta karşı kıyama davet ediyordu.
     Mekke’de hacc için gelen kabile reisleri ile toplantılar yaptı, o gün  ülkenin ileri gelen ve Yezid’e daha biat etmemiş olan Abdullah bin Ömer ve Abdullah bin Zubeyr ile de görüştü, Abdullahlar kendisine nasihatte bulundular, İmam da onları göreve çağırdı.      Daha sonra Mekke’de suikast yapılacağını bildiği için Umresini Müfret Umreye çevirip, Kerbela’ya doğru hareket etti. Kerbela’ya kadar geçtiği köy, kasaba, şehir ve kabileleri yardıma çağırdı, onları aydınlattı.
     Daha Kerbela’ya varmadan Yezid tedbirini almış, İmam Hüseyin ve Yarenlerini muhasara etmişti. Kerbela’ya vardığında da artık biat ile ölüm arasında bırakıldı. Defalarca düşman karşısına geçip kendisini tanıtarak şöyle buyurdu: “Beni tanımayan tanısın! Ben sizin Peygamberinizin torunuyum! Vallahi yeryüzünde benden başka sizin peygamberinizin torunu yoktur. Bana inanmıyorsanız; aranızda ceddimin sahabeleri vardır, Cabir bin Abullah Ansari, Zeyd bin Erkam, Malik bin Enes, Ebu Said-i Hudri, Habib bin Mezahir aranızda onlardan sorun. Acaba ben sizden birisini mi öldürmüşüm? Onun kanını benden istiyorsunuz? Sizden birine herhangi bir zarar mı vermişim onun zararını ödeyeyim? Neden elinizi kendi peygamberinizin torununun kanına batırıyorsunuz? Beni bu alçak oğlu alçakla baş başa bırakın!”
     İmam Hüseyin (a.s) hücceti tamamlamak için defalarca düşman önüne çıkıp konuşma yaptı. Düşman askerlerinin komutanı olan Ömer bin Sa’d ile de şöyle konuştu: “Sen beni çok iyi tanıyorsun! Benim yanımda yer alman, beni koruman gerekmez mi?” Ömer: Senin yanında yer alırsam Kufe’deki evimi yıkarlar. İmam: “Ben sana kendi paramla ev yaptırırım” Ömer: Kufe’deki hurma bağlarımı tahrip ederler. İmam: “Benim Hicaz’da çok büyük bir bağım onu sana vereyim.” Ömer: Çoluk çocuğumu incitirler. İmam Hüseyin (a.s) Ömer-i Sa’d’ın bahane peşinde olduğunu görünce şöyle buyurdu:” Sana Bağdadın buğdayından çok az miktarda yemek nasip olacak, yatağında karnından parçalanıp öldürülmeni ümit ediyorum” Ömer alay edercesine buğdayından nasip olmazsa arpasından nasip olur dedi.  Kerbela olayından altı ay sonra Kufe’de Muhtar kıyam etti Ömer-i Sa’d’ı yatağında karnını parçalayarak öldürdü.  İmam Hüseyin (a.s) Allah’ın hücceti Ceddinden 50 yıl sonra tam altı ay feryadını her yere duyurmasına rağmen bu gün üzerine 45 ülkenin oturduğu topraklarda yaşayan Müslümanlardan ancak 72 kişi İmam’a karşı görevlerini yerine getirmek ve onları korumak için şehit oldu. Ne olmuştu bu ümmete? Yoksa Kur’an-ı Kerim’in dediği gibi Resulullah öldükten sonra topukları üzerinde gerisin geriye mi döndüler? Eğer dönmedilerse neden kendilerine uymak, korumak ve sevmekle görevlendikleri peygamberlerinin torununa sahip çıkmadılar. Sahip çıkmadıkları gibi her kesi gözü önünde Bedir, Uhud ve Handek’te ölen babaları ile övünen, İslam’ın düşmanına itaat ettiler.11
     Allah’ın kitabı, Resulullah’ın sünnetinin yürürlükte olduğu bir toplumda normal bir insanın haksız yeri kanı dökülmezken, kaldı  ki Allah kitabında, Resulullah (s.a.a) her fırsatta övüp methettiği, kurtulmak, saadete erip hidayet olmak için adres gösterilen bir şahsı  Yezid gibi birisinin emriyle susuz şehit edilir miydi? Peygamberin torunlarından olan kadınları çoluk çocuk sevme ve koruma ile ümmetin emrolunduğu12 zatları öyle acımasızca esir edilir miydi? Demek ki İmam Hüseyin’in (a.s) dediği gibi Kitap ve sünnete uyulmuyor haksız yere kan akıtılıyordu. Artık toplum bir İslam tolumu değil de cahiliye toplumu olmuştu.
    Bu sözümüze hem Kur’an’dan hem Hazreti Resul-i Ekrem’in (s.a.a) hadisinden hem de sosyolojik açıdan şahit ve delilimiz vardır.      Kur’an-ı  Kerim’de buyuruyor ki: “Allah bir topluma verdiği nimeti onlar değiştirmedikçe değiştirmez” yine buyuruyor ki: “Bir toplum kendisini değiştirmedikçe biz onları değiştirecek değiliz”     Peygamberimiz (s.a.a) de buyuruyor ki:”İnsanlar, yöneticilerinin dini üzeredir.” Yine buyurmuş ki:”İnsanlar babalarından çok yöneticilerine benzerler”
     Sosyolojide bir kaide vardır toplumun şuuru olmaz, toplum fertlerinin şuuru olur. Fertler şuurlaşmadıkça toplum şuurlaşmaz. Şuurlu toplum çıkan her sesin peşine takılmaz, sesi çıkaranı, neye çağırıldığını, işin akıbetinin ne olacağını ölçüp biçmedikçe heyecana kapılıp herkes gidiyor ben de gideyim demez. Peygamber efendimizden sonra özellikle de Muaviye ve Yezid dönemindeki İslam toplumunda şuur olmadığı açıktır. Müslümanların halifesi ile ne diye savaşa gidiyordu? Şuurlu bir toplumun yapmayacağı bir iştir bu. Aynı şekilde İmam Ali’yi (a.s) savunanlarda da tam şuur yoktu zaman, zaman itiraz ediyor, her iki tarafın da Müslüman olduğunu ortaya sürerek şüpheye kapılıyorlardı.
     Burada İslam ümmetini ikiye ayırmak gerekir; şuurlu olanlar, şuurlu olmayanlar. Maalesef eğitilip şuurlu olanların sayısı çok az idi. Ümmetin şuurlaşması için sadece söz, tebligat yeterli olmadığı  için, ümmetin bir musibete ihtiyacı vardı. İşte bu olaylar yaşandıktan sonra hak ile batıl ayrıştılar. Taraftarı olmasa veya az bile olsa ama hakkın ne olduğu açığa kavuştu.
     Burada akılları karıştıran bir soru olabilir. Ümmetin tümüne yakını  nasıl hak çizgisinden çıkabilir? Bu soruya şöyle cevap verilebilir: Bizim vazifemiz ümmetin yaptığını düzeltmek değildir. Doğruyu tespit edip doğrunun yanında olanları tanımaktır, eğer çoğunluk hak çizgisinde kalmışsa ne güzel kalmamışsa onların yanlışını  düzeltmek bize mi? Allah isteseydi ayrılık olmaz hiç kimse haktan sapmazdı. Ama Allah Teala kanunlar koymuş, uyan kurtulacak uymayan cezayı hak edecektir. Burada adalete ve akla aykırı  bir durum yoktur, insanların tümü bile kafir olsa Allah’ın zatına ve dinine bir zarar verebilirler mi? Veya hepsinin itaat etmesi Allah’a bir yarar sağlar mı? Yine de hayır! Öyleyse Ölçü olan Kur’an ve Sünnete uyan ümmetten sadece bir kişi bile kalsa bizim vazifemiz o tek bir kişinin hak olduğuna hükmetmektir.   Sözümü, tüm insanlık için ölçü olan söz ustası ilim şehrinin kapısı  İmam Ali’nin (a.s) buyruğuyla bitiriyorum. Buyuruyor ki:”Hak kişilerle tanınmaz, hakkı tanı haklıyı tanırsın”.      Allah tebarek ve tealadan âcizane niyaz ediyorum ki biz Müslümanları  zaman ve mekânı, şahıs ve fertleri dikkate almadan hakkı  tanımak için Kur’an ve Resulullah’ın (s.a.a) sünnetine başvurup-uymayı  nasip etsin    Vesselamu Aleykum Ve Rahmetullahi Ve Berakatuhu 
NOT: Bu makale aşağıdaki kaynaklardan istifade edilmiştir.
     1-Kur’an-ı  Kerim
     2-Sahih-i Buhari
     3-Usul-u Kafi
     4-İlel’uş-Şerayi
     5-Tarihi Taberi
     6-Tarihi Yakubi
     7-Nehc’ül Belaga
     8-İmam Hasan’ın Barışı
     9-Hicretten Şehadete Sözleriyle
     10-Hz. Fatıma’nın Faziletleri
     11-Kerbela Vakıası
     12-el-Mizan Tefsiri
     13-Tefsir-i Nuru’s-Sakaleyn
     14-el-İlahiyat
     15-Tefsir-i Kebir
     16-İmamların Hayatı
     17-Tuhef’ul Ukul  
Arslan BAŞARAN 
Iğdırmava Cami İmamı

Facebook Beğenenler

Yorum yapılmadı!

Yorum yapmak için aşağıdaki formu kullanabilirsiniz.

Yorum Yaz!

E-Posta adresiniz yayınlanmayacaktır.
* İşareti olan alanlar gereklidir.