Bu gün İslam dünyasında, özellikle Şii dünyasında en çok değer verilen, sevilen, kutsal türbesi milyonlar aşıkları tarafından ziyaret edilen bir velidir. Türbesinin bulunduğu şehir yeryüzünde en manevi bir şehir olduğu gibi, asırlardır İslam ve Şii dünyasının en büyük bilginleri, müçtehitleri, fakihleri, filozofları, arifleri ve ermişlerinin yetiştiği ve yaşadığı yerdir. Bu gün tüm dünya bilginleri arasında tanınan ve eserleri muhtelif dillere tercüme olan, insanlık tarihinde felsefeye yeniden hayat veren, vahiy ile akıl ilişkilerini hakkıyla çözen Molla Sadra ŞİRAZİ (r.a)1 der ki: “İlmi konularda çıkmaza girdiğimde, tamamen tıkanıp çözemediğimde, uzaktan Hz. Masume’nin (s.a) mübarek kubbesine bakar kendisine tevessül eder, meselenin çözümü için yardım isterdim, Allah’ın izniyle sorun çözülürdü.” Evet alimlerin, bilginlerin, ermişlerin bunca saygı duydukları bu yüce zat bir kadındır. Onu (s.a) bu makama getiren nedir?İşte çok önemli bir soru, kendisi ne idi ki, kabrini ziyaret edenler ondan yararlanıyor. Derdi olan onun kapısına koşuyor. Önce o hazret hakkında kısaca söz ettikten sonra bu sorunun cevabını vermeye çalışacağım.Hz.Masume (s.a) h. 182 nci yılı Medine’de İmam Rıza’nın (a.s) annesi Ümmü Veled- Ümmü’l-Benin’den doğmadır. Kardeşi İmam Rıza (a.s) Yüce imamlık makamına vardığında küçücük bir kız idi. Nübüvvet evinde dünyaya gözünü açan bu hanımefendi, babası İmam Kazım (a.s) ve kardeşi İmam Rıza’nın (a.s) eğitimi ve gözetimi altında büyüdü. Hem soy yönünden yüce oluşu hem de mübarek ellerde büyüdüğü için, ilahi ahkâma vakıf, Kur’an’ın tefsirini biliyor, zamanının siyasetini çok iyi takip ediyor ve değerlendiriyordu. Babası İmam Musa Kazım (a.s) h.183 yılında Bağdat’ta lanetli Harun’un zindanında şehit olduktan sonra, İmamlık makamı resmen İmam Rıza’ya (a.s) geçmiş oldu. İmam Rıza (a.s) İmametinin ilk on yılında İslam adına hükümet eden küfür düzeni tarafından herhangi bir ciddi rahatsızlıkla karşılaşmadı. Bunun sebebi küfür düzeninin zulümden vazgeçmesi değildi. Belki ilk beş yıl Harun’un içinde olduğu zorluk ve sıkıntılardan dolayı İmam’a dokunmadılar. İkinci beş yıl ise Harun’un ölümünden sonra iki oğlu Emin ile Me’mun halifelik için birbirlerine düştüğü için İmam’a dokunamadılar.
H.193 yılında Me’mun, kardeşi Emin’i yenerek gücü ele geçirince, hakkı olmadığı makamda oturmanın zor olacağını biliyordu. Çünkü bu makam İmamet makamıydı, o makamda ancak ya Resulullah (s.a.a) ya da onun ilmine varis olan evlatları oturmalıydı. İmam Rıza (a.s) halkın içinde olduğu müddetçe bunlara rahatlık yoktu. İki asıra yakındır Allah Resülünün vefatından sonra imamlar mevcut yönetimler tarafından dışlanmış, ya zehirle yada kılıçla şehit edilmişlerdir. Bunu yapan yöneticiler ise halkın nezdinde değerlerini kaybetmiş, halkın kendilerine karşı kin beslemelerine sebep olmuştu. Daha doğrusu artık bu siyaset eskimişti, yeni bir siyaset geliştirmek gerekirdi. İmam Ali (a.s) Abbasilerin geleceğinden haber vermiş ve onların içinde en bilgin olacak olanın yedinci halife olacağını söylemişti. Gerçekten de hem ilk halifelere (Hz. Ali (a.s) hariç) hem Emevi hem de Abbasi halifelerinin en bilginiydi. Merhum Allame TABERSİ (r.a) onun tartışmalarını el-İhticac kitabında nakletmiştir.
Me’mun yeni geliştirdiği siyasette imamı hapsetme, sürgün etme veya şehit etme yoktu. İmamı kendi yanına getirip kendisine saygı duymak, halifeliği teklif etmek, kabul görmezse Veliahtlığı kendisine verme vardı. Bununla ülkenin dört birinde ayağa kalkan alevi kıyamlarını yatıştırır, devlet idaresindeki olumsuzluklarda suçu yüklenecek ortak bulmuş olacaktı. Ayrıca imamın tüm işlerini rahat bir şekilde kontrol edecek, imamın görüştüğü kişileri tespit edebilecekti.
H.193 yılında bir Medine’ye bir heyet göndererek İmam’ı tam bir ihtiram ve saygı ile getirmelerini istedi. Gelmediği takdirde zorlamalarını emretmişti.
İmam Rıza (a.s) bu yolculuğu kabul etme zorunda olduğunu biliyordu. Zira ceddi Resulullah’tan (s.a.a) şehadet yerinin Horasan olacağını babaları vasıtasıyla duymuştu. Onun için defalarca Ceddi Resulullah’ın (s.a.a) ziyaretine gidip, ondan ayrılmak istemediğini dile getiriyordu. Yola çıktığında da kendisine ağlamalarını emretti. Daha ilk günden ailesini, sevenlerini ve halkı içinde olduğu durumdan ve başına geleceklerden haberdar ediyordu.
İmam Rıza (a.s) yol boyu mucizeler gerçekleştirdi, dostlarıyla görüştü, ilim adamlarıyla müzakere edip onlara meşhur silsileti’l-Zeheb (altın soylu) hadisi buyurdu: “Babam Musa Kazım’dan o da babsı Cafer adık’tan o da babası Muhammed Bakır’dan o da babası Zeynelabidinden o da babası İmam Hüseyin’den o da kardeşi İmam Hasan’dan o da babası Ali’den o da Resulullah’tan o da Cebrail’den o da Allah tebarek ve tealanın şöyle buyurduğunu nakleder: “La ilahe illellah sözü benim kalemdir. Her kim benim kaleme girerse azabımdan âmânda olur.” Dedi ve hareket etti, biraz gittikten sonra başını deve üzerindeki örtüden çıkarıp dedi ki: “şartıyla ve bende onun şartlarından birisiyim”Hz. Masume (s.a) Medine’de kardeşleri ve haşimi gençleri arasındaki diyoloğu koruyup çok münasip bir zamanda, kardeşi İmam Rıza’yı (a.s) ziyaret etme adı altında haşimilerden 500 kişi ile ki bunlar hem alim, fakih bilgin ve hem de siyasetçi, savaşçı birer kahraman idiler. Büyük bir kalabalıkla Medine’den Horasan’a doğru hareket ettiler. Ama kendi Şiilerinin yaşadıkları şehirlerden geçmeyi tercih ediyordular. Gittikleri her şehirde sevgiyle karşılanıyor, velayete olan bağlılıklarını halk dile getiriyor ve konuda hazır olduklarını bildiriyorlardı. Şu anda Hz. Masume ile İran’a gelen zamanın yönetimi tarafından şehit edilen onlarca imamzade vardır. Bunlar yalim yönetime karşı savaşmış ve kurbet diyarında şehadet makamına nail olmuşlardır. Mübarek kabir ve türbeleri de o şehir halkına manevi bir sığınağı olmuş, insanların ahlak, din ve maneviyatlarını korumada tesirlerini göstermiş ve göstermektedir.Bu büyük zatlardan birisi Şiraz şehrinde büyük altın kubbesi olan Şah Çehelçırağ diye bilinen imamzadedir. Şu anda milyonlarca müslümanın saygıyla ziyaret edip maneviyatlarını pekiştirdiği, hacetlerini aldıkları manevi bir yerdir.Bir diğer harem Tahran yakınlıklarında ahalisinin çoğu Azeri Türk’ü olan Pişva şehrinde etrafına maneviyat ve nur saçan Cafer bin Musa İmam Rıza’nın (a.s) kardeşidir.Bir diğeri Tahran’ın dağlarında kendisine mesken edinen ve aşıkların penahı olan İmamzade Davut’tur. Binlerin hatta milyonların ziyaret akınına uğramaktadır.Makalenin başında demiştim ki Hz. Masume’nin (s.a) böyle yücelip bir değer olmasının sebebini açıklayacağım. Her kes bu noktaya çok dikkat etmeli ama kadın kardeşlerim daha fazla teveccüh ve dikkat buyursunlar. İnsan kendisini ölümsüz değerlerle süslemeli ve değerlerin en üstünü olan ilahi renge bürünmelidir. Kur’an-ı Kerim’de buna işaret ederek buyuruyor ki: “Allah’ın rengine bürünün, Allah rengine bürünenden daha hayırlı kim olabilir.” Bu ayetin mısdakı oldu Hz. Masume (s.a) ibadeti, özverisi, fedakarlığı, namazı, orucu, haya ve iffeti ve hicabı ile ilahi renge büründü sonsuza dek makam kazandı. Hem bu dünyada en seçkin, en temiz, en dürüst insanların gönüllerinin sultanı oldu. Hem de ahirette enbiya, evliya ve Allah dostlarının safına katıldı.Değerli bacım Hz. Masume’yi (a.s) kendine olgu al, onun hayatına hayatını benzet, yoldan çıkmış Allah korkusu, kıyamet korkusu nedir bilmeyen, ilahi emirleri ayak altına alan, ilahi yasakları çiğneyen, giyimi, makyajı, bakışı ve tavırlarıyla namahrem erkekleri tahrik eden, şeytanın peşinde olanları kendine örnek ve olgu alma. Mutluluğu kendi içinde, gönlünde yarat dışarıda ve dış şeylerde mutluluk asla yoktur. Maalesef insanoğlu öyle zannediyor ki mutluluktur. Ama sonucun acı ve tatsız olduğunu farkedemiyor. Allah bizi razı olduğu şeyleri yapmaya muvaffak etsin.Arslan BAŞARAN
H.193 yılında Me’mun, kardeşi Emin’i yenerek gücü ele geçirince, hakkı olmadığı makamda oturmanın zor olacağını biliyordu. Çünkü bu makam İmamet makamıydı, o makamda ancak ya Resulullah (s.a.a) ya da onun ilmine varis olan evlatları oturmalıydı. İmam Rıza (a.s) halkın içinde olduğu müddetçe bunlara rahatlık yoktu. İki asıra yakındır Allah Resülünün vefatından sonra imamlar mevcut yönetimler tarafından dışlanmış, ya zehirle yada kılıçla şehit edilmişlerdir. Bunu yapan yöneticiler ise halkın nezdinde değerlerini kaybetmiş, halkın kendilerine karşı kin beslemelerine sebep olmuştu. Daha doğrusu artık bu siyaset eskimişti, yeni bir siyaset geliştirmek gerekirdi. İmam Ali (a.s) Abbasilerin geleceğinden haber vermiş ve onların içinde en bilgin olacak olanın yedinci halife olacağını söylemişti. Gerçekten de hem ilk halifelere (Hz. Ali (a.s) hariç) hem Emevi hem de Abbasi halifelerinin en bilginiydi. Merhum Allame TABERSİ (r.a) onun tartışmalarını el-İhticac kitabında nakletmiştir.
Me’mun yeni geliştirdiği siyasette imamı hapsetme, sürgün etme veya şehit etme yoktu. İmamı kendi yanına getirip kendisine saygı duymak, halifeliği teklif etmek, kabul görmezse Veliahtlığı kendisine verme vardı. Bununla ülkenin dört birinde ayağa kalkan alevi kıyamlarını yatıştırır, devlet idaresindeki olumsuzluklarda suçu yüklenecek ortak bulmuş olacaktı. Ayrıca imamın tüm işlerini rahat bir şekilde kontrol edecek, imamın görüştüğü kişileri tespit edebilecekti.
H.193 yılında bir Medine’ye bir heyet göndererek İmam’ı tam bir ihtiram ve saygı ile getirmelerini istedi. Gelmediği takdirde zorlamalarını emretmişti.
İmam Rıza (a.s) bu yolculuğu kabul etme zorunda olduğunu biliyordu. Zira ceddi Resulullah’tan (s.a.a) şehadet yerinin Horasan olacağını babaları vasıtasıyla duymuştu. Onun için defalarca Ceddi Resulullah’ın (s.a.a) ziyaretine gidip, ondan ayrılmak istemediğini dile getiriyordu. Yola çıktığında da kendisine ağlamalarını emretti. Daha ilk günden ailesini, sevenlerini ve halkı içinde olduğu durumdan ve başına geleceklerden haberdar ediyordu.
İmam Rıza (a.s) yol boyu mucizeler gerçekleştirdi, dostlarıyla görüştü, ilim adamlarıyla müzakere edip onlara meşhur silsileti’l-Zeheb (altın soylu) hadisi buyurdu: “Babam Musa Kazım’dan o da babsı Cafer adık’tan o da babası Muhammed Bakır’dan o da babası Zeynelabidinden o da babası İmam Hüseyin’den o da kardeşi İmam Hasan’dan o da babası Ali’den o da Resulullah’tan o da Cebrail’den o da Allah tebarek ve tealanın şöyle buyurduğunu nakleder: “La ilahe illellah sözü benim kalemdir. Her kim benim kaleme girerse azabımdan âmânda olur.” Dedi ve hareket etti, biraz gittikten sonra başını deve üzerindeki örtüden çıkarıp dedi ki: “şartıyla ve bende onun şartlarından birisiyim”Hz. Masume (s.a) Medine’de kardeşleri ve haşimi gençleri arasındaki diyoloğu koruyup çok münasip bir zamanda, kardeşi İmam Rıza’yı (a.s) ziyaret etme adı altında haşimilerden 500 kişi ile ki bunlar hem alim, fakih bilgin ve hem de siyasetçi, savaşçı birer kahraman idiler. Büyük bir kalabalıkla Medine’den Horasan’a doğru hareket ettiler. Ama kendi Şiilerinin yaşadıkları şehirlerden geçmeyi tercih ediyordular. Gittikleri her şehirde sevgiyle karşılanıyor, velayete olan bağlılıklarını halk dile getiriyor ve konuda hazır olduklarını bildiriyorlardı. Şu anda Hz. Masume ile İran’a gelen zamanın yönetimi tarafından şehit edilen onlarca imamzade vardır. Bunlar yalim yönetime karşı savaşmış ve kurbet diyarında şehadet makamına nail olmuşlardır. Mübarek kabir ve türbeleri de o şehir halkına manevi bir sığınağı olmuş, insanların ahlak, din ve maneviyatlarını korumada tesirlerini göstermiş ve göstermektedir.Bu büyük zatlardan birisi Şiraz şehrinde büyük altın kubbesi olan Şah Çehelçırağ diye bilinen imamzadedir. Şu anda milyonlarca müslümanın saygıyla ziyaret edip maneviyatlarını pekiştirdiği, hacetlerini aldıkları manevi bir yerdir.Bir diğer harem Tahran yakınlıklarında ahalisinin çoğu Azeri Türk’ü olan Pişva şehrinde etrafına maneviyat ve nur saçan Cafer bin Musa İmam Rıza’nın (a.s) kardeşidir.Bir diğeri Tahran’ın dağlarında kendisine mesken edinen ve aşıkların penahı olan İmamzade Davut’tur. Binlerin hatta milyonların ziyaret akınına uğramaktadır.Makalenin başında demiştim ki Hz. Masume’nin (s.a) böyle yücelip bir değer olmasının sebebini açıklayacağım. Her kes bu noktaya çok dikkat etmeli ama kadın kardeşlerim daha fazla teveccüh ve dikkat buyursunlar. İnsan kendisini ölümsüz değerlerle süslemeli ve değerlerin en üstünü olan ilahi renge bürünmelidir. Kur’an-ı Kerim’de buna işaret ederek buyuruyor ki: “Allah’ın rengine bürünün, Allah rengine bürünenden daha hayırlı kim olabilir.” Bu ayetin mısdakı oldu Hz. Masume (s.a) ibadeti, özverisi, fedakarlığı, namazı, orucu, haya ve iffeti ve hicabı ile ilahi renge büründü sonsuza dek makam kazandı. Hem bu dünyada en seçkin, en temiz, en dürüst insanların gönüllerinin sultanı oldu. Hem de ahirette enbiya, evliya ve Allah dostlarının safına katıldı.Değerli bacım Hz. Masume’yi (a.s) kendine olgu al, onun hayatına hayatını benzet, yoldan çıkmış Allah korkusu, kıyamet korkusu nedir bilmeyen, ilahi emirleri ayak altına alan, ilahi yasakları çiğneyen, giyimi, makyajı, bakışı ve tavırlarıyla namahrem erkekleri tahrik eden, şeytanın peşinde olanları kendine örnek ve olgu alma. Mutluluğu kendi içinde, gönlünde yarat dışarıda ve dış şeylerde mutluluk asla yoktur. Maalesef insanoğlu öyle zannediyor ki mutluluktur. Ama sonucun acı ve tatsız olduğunu farkedemiyor. Allah bizi razı olduğu şeyleri yapmaya muvaffak etsin.Arslan BAŞARAN