Çeşitli etkinliklerle kutlanan bu önemli kültür olayı, Türklerde, Farslarda ve bölgedeki birçok toplumda farklı geleneklerle kutlansa da , ana tema; yeni bir yılın gelmesi ve tabiatın uyanması olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu coğrafyada yaşayan Türkler arasında da Nevruz Bayramı, çok canlı ve coşkulu kutlamalarla karşılanmaktadır. Kutlamalarda, yaşayan her canlı kendisine ait bir şeyler bulabilmektedir. Yaşlısından, gencine, çocuklardan, doğmamış çocuğa kadar, herkesin yeri vardır bu etkinliklerde. Hatta hayvanlar, evler, ahırlar, bahçeler gibi bütün varlıklar ile alakalı birçok geleneğe rastlanmaktadır Iğdır, Türk Kültürünün canlı yaşandığı bir yöre olmasının etkilerini, Nevruz etkinliklerinde yaşanan ritüel zenginliği ve yaşanan coşkuda da görülmektedir. Kutlamalarda kullanılan ritüel zenginliğinin en önemli sebebi, Türklerin Anadolu’ya giriş kapılarından birisinin üzerinde olmasının sonuçlarındandır diyebiliriz. Binlerce yıl, zengin içeriği ile kutlana gelen Nevruz Bayramı, her alanda yenilenme, temizlenme, kötülüklerden, sıkıntılardan kurtulma vesilesi olarak kabul edilir. Yeni bir başlangıç, bolluğun, bereketin, barışın, kardeşliğin yeni yılla birlikte artması, pekişmesi dileği, Nevruzun daha bir anlam kazanmasını sağlayan sebepler olarak karşımıza çıkmaktadır.
Değişen fiziki şartlar, şehirleşme, yeni yaşam tarzı, ailelerin küçülmesi gibi faktörlere rağmen, Nevruz etkinlikleri şartlara göre kendini yeniden revize ederek devam etmektedir. Bu durum, kültürün devamı açısından önemli bir faktör olarak göze çarpmaktadır.
NEVRUZ BAYRAMI
Nevruz Bayramı, Kuzey yarım kürede bulunan topluluklar arasında, genel itibarı ile baharın müjdecisi olarak, büyük bir coşku ile kutlanmaktadır. Nev (Yeni) ve Ruz ( Gün ) kelimelerinin birleşmesinden meydana gelen Nevruz , yeni gün manasını taşımaktadır. Gece ile Gündüzün eşitlendiği 21 Mart’ta, Güneş, Kuzey yarım küreye yönelir. Bu tarih itibarı ile havalar ısınmaya, Karlar erimeye, ağaçlar çiçeklenmeye, toprak yeşermeye, göçmen kuşlar yuvarlarına dönmeye başlar. Yani adeta tabiat yeniden uyanır, hayat yeniden başlar.
Bu nedenle, bütün varlıkların yeniden uyanış günü olarak kabul edilen 21 Mart, çok geniş bir coğrafyada, Nevruz- Yenigün adıyla bir bayram olarak kabul edilmiştir.
Nevruz tarih boyunca, Çin’den Avrupa içlerine, Mezopotamya ya kadar çok geniş bir coğrafyada, çeşitli adlarla kutlandığını görmekteyiz. Bu bayramın kuzey yarımkürede bulunan insanların, müşterek bir bayramı olduğu göze çarpmaktadır.
Türklerde, Hunlardan beri var olduğu anlaşılan bu kutlamalar, İlk Bahar, Yeni Gün, Ergenekon, Ulusun Ulu Günü, Nevruz, Sultan Nevruz, Bozkurt, adlarıyla karşımıza çıkmaktadır. Nevruz Bayramı ile alakalı olarak pek çok mitoloji ve efsane bulunmaktadır. Bunların kökleri Saka ve Hunlara kadar uzanmaktadır.
Başta Anadolu olmak üzere , geniş bir coğrafyada kutlanan Hıdırellez’i de ( 9 Mart ) Nevruz gelenekleri içine alabiliriz. Nevruz, Türk Dünyasının, Türk olmayan komşu ve yakın halklarla birlikte kutladığı uluslararası özelliği olan bir bayramdır.
Değişik Coğrafyalarda yaşayan ve farklı inançlara sahip Türk toplulukları arasında Nevruz kutlamalarında, çok fazla ortak tema göze çarpmaktadır. Genel Temizlik, Bayram yemeği, Mezarlık ziyaretleri, Akraba ve yakınların ziyaret edilmesi, çeşitli eğlenceler, kır gezileri, edebi söylemler, yardımlaşma vs.
Bilindiği gibi, geniş coğrafyalarda Nevruz Bayramı gibi önemli günler, çeşitli inançlarca, önem atfedilen olayların başlangıç günlerine bağlanmaya çalışılır. Nevruz Bayramında da aynı durumu görmekteyiz. Bunların bir kısmı, Nevruzla alakası olmasa da, kendi inanç veya kültürleri ile ilinti kurularak, aidiyet oluşturma gayretleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunların bazılarını sıralamak gerekirse;Hz. Ali’nin Doğum günü
Hz. Ali ile Hz. Fatma’nın evlendikleri gün
Hz. Musa’nın Kızıldeniz’ini yararak geçip tebaasını kurtardığı gün
Hz. Yunus un balığın karnından kurtulduğu gün
Hz. Âdem ile Hz. Havva’nın buluştukları gün
Hz. Nuh’un gemisinin karaya oturduğu gün
Hz. Yusuf’un kuyuya atıldığı gün
Türklerin Ergenekon’dan ayrıldıkları gün Iğdır yöresinde, Nevruz ile alakalı olarak halk arasında asırlarca devam eden, din içerikli bir inanışa şahit olmaktayız. Bu inanışa göre; “Nuh’un Gemisi Ağrı Dağına konduktan sonra, Nuh Peygamber yeryüzünün kuruyup kurumadığını öğrenmek için, önce bir kargayı görevlendirmiş. Ancak karga geri dönmemişti. Daha sonra görevlendirilen Güvercin, ağzında bir Defne yaprağı ile geri döndü. Bu, hem toprağın kuruduğunu, hem de baharın geldiğinin işaretiydi. Bunun üzerine Nuh Peygamber, Ağrı Dağından Sürmeli Çukuruna (Iğdır Ovası) inmiştir. Hz. Nuh’un yere ayak bastığı gün Nevruz günüdür. “
Nevruz Bayramı, günümüzde Türkler arasında baharın müjdecisi olarak kutlanan bir bayram olarak kabul edilmekle birlikte, tarihi temellere dayandırma inanışı da bulunmaktadır. Bu anlayışa göre, Türklerin Ergenekon’dan çıkış günüdür. Bu bayramda, demirin, örs üzerinde dövülmesi ritüeli, Türklerin Ergenekon’dan çıkarken, demirden olan dağın eritilerek dışarıya çıkılmasına atfedilir.
Türklerin yaşadıkları diğer coğrafyalarda olduğu gibi, Iğdır yöresinde de yapılan Nevruz etkinliklerinde, Eski “On iki Hayvanlı Türk Takvimi”nde rastladığımız hayvan isimlerinin tesirini, Nevruz inançlarında da görmekteyiz. Zira her yılın, takvimde adları geçen bir hayvana tekabül ettiğine dair bir inanış vardır. O yıl, hangi hayvana denk geliyorsa , o hayvanın çok olacağına inanılmaktadır. Bu da Nevruz Bayramının geleneklerinde, Türk Mitolojisinin önemli bir yere sahip olduğunu göstermektedir. On İki Hayvanlı Türk Takviminde, adları geçen hayvanları şu şekilde sıralamak mümkündür;
Sıçgan ( Fare ) yılı
Ad ( Öküz ) yılı
Bars ( Pars ) yılı
Tavışgan ( Tavşan ) yılı
Nek ( Timsah ) yılı
Yılan veya Ejderha yılı
Yud ( At ) yılı
Koy ( Koyun ) yılı
Biçin ( Maymun yılı
Takagu ( Tavuk ) yılı
İt ( Köpek ) yılı
Tonguz ( Domuz ) yılıTürklerin yaşadığı coğrafyalar da, Nevruzun büyük önemi vardır. Az da olsa bazı ritüel farklılıkları da olabilmektedir. Çok geniş Coğrafyada farklılıkların olması gayet doğaldır. Nevruz, kavram olarak bazı ağız farklılıklarıyla, Azerbaycan Türkçesinde “ Novruz- Noruz”, Kazakistan Türkçesinde “ Navruz- Novrız”, Kırgız Türkçesinde “ Nooruz”, Özbekistan Türkçesinde “ Növroz”, Farsçada ise “ Nevruz “, şeklinde teleffuz edilmiştir.
Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Bilig'den, Kaşgarlı Mahmud'un Divan-ı Lügat-i Türki’sine, Bîrûnî'ye, Nizâmü'ı Mülk'ün Siyasetname ’sinden Melikşah'ın Celali takvimine kadar, Akkoyunlu Uzun Hasan Bey'in kanunlarına kadar birçok kaynakta , Nevruz ile ilgili kayıtlara rastlamaktayız. Diğer taraftan, Sivas hükümdarı Kadı Burhaneddin Ahmed, Safevi Türkmen Devletinin kurucusu Şah İsmail (Hataî), bazı Osmanlı Padişahları, Fuzulî, Nef'î, Nedim, Azerbaycan’ın meşhur şairi Şehriyarın ve Türkmen şairi Mahdumkulu’nun Nevruz ile ilgili birbirinden güzel şiirlerini ve yazılarını görmekteyiz.Asırlarca, özellikle kuzey yarım küre toplulukları arasında çeşitli şekillerde kutlanan bu bayram, canlı ritüellerle günümüze kadar gelmeyi başarmıştır. Zira zaman zaman bu coğrafyalarda meydana gelen savaşlar, siyasi baskılar ve birtakım zorluklar çıkarmıştır. Kutlamalar bazen yasaklanmış, bazen de şartların zorlaması ile şekil değiştirmek zorunda kalmıştır. Mesela Sovyetler Birliği, bölgede kontrolü eline aldıktan sonra, Özbekistan, Kazakistan, Türkmenistan, Kırgızistan gibi Türk bölgelerinde, Nevruz kutlamalarına önemli ölçüde sınırlamalar getirilmiştir. Azerbaycan’da tamamıyla yasaklanmıştır. Bu bölgedeki Türkler açısından çok büyük bir öneme sahip olan Nevruz gelenekleri, bütün zorlamalara ve yasaklamalara rağmen, gizli de olsa kutlana gelmiş ve gelecek kuşaklara unutulmadan aktarılmıştır. Bu durum ,Sovyetler Birliğinin yıkılması ve bu cumhuriyetlerin bağımsızlıklarını kazanması ile tekrar eski halini almış ve kutlamalar eskiden olduğu gibi bütün canlılığı ile devam edilmiştir.
Nevruz Bayramı, Anadolu da Selçuklular ve Osmanlılar dönemlerinde zaman zaman büyük coşkularla kutlandığı bilinmektedir. Bu bayram, halen Anadolu’nun birçok yerinde farklı şekillerde de olsa kutlanmaktır. II. Meşrutiyete kadar bu durum, büyük ikram ve hediyelerle kutlanmışsa da, zamanla bu kutlamalar, çeşitli sebeplerle unutulmaya yüz tutmuştur. Günümüzde, Hıdırellez şenlikleri ve Manisa Mesir Şenlikleri şeklinde farklı şekilde de olsa devam etmektedir.
Nevruz, Anadolu Türk Edebiyatında önemli bir yere sahiptir. Nevruz dolayısı ile yazılan kasidelere, Divan Edebiyatında “ Nevruziye “ denilmektedir. Nevruz-ı Bayati, Nevruz-ı Acem, Nevruz-ı Hicaz, Nevruz-ı Rast, Nevruz-ı Seba gibi makamlar bunlara örnek olarak verilebilir.
Anadolu Türk Halk edebiyatında da Nevruz’un tesirini canlı bir şekilde görmekteyiz. Büyük Halk Şairi Pir Sultan Abdal, bir şiirinde şunları söylemektedir:“ Sultan Nevruz günü cemdir Erenler
Gönüller Şad oldu ehl-i İmanın
Cemal-i yar görüp doğru bilenler
Himmeti erince Nevruz Sultan’ın Cümle eşya bugün destur aldılar
Aşk ile didara karşı yandılar
Erenler ceminde bade sundular
Himmeti erince Nevruz Sultan’ın”
IĞDIR YÖRESİ NEVRUZ ETKİNLİKLERİIğdır Anadolu’nun en doğu kesiminde, tarihi öneme sahip bir ilimizdir. Türk Kültürünün en önemli değerlerinden olan Nevruz geleneklerinin yaşandığı yerlerin başında gelmektedir. Belki de bu durum, Iğdır’ın Anadolu’ya doğudan gelen Türk Göçlerinin koridoru üzerinde bulunmasından kaynaklanmaktadır. Devamlı hareket halinde olan bu Türk toplulukları, Anadolu’ya açılan kapısı Iğdır’ın Kültür damarının devamlı zinde kalmasını sağlamıştır.
Iğdır bölgesinde yaşayan Türkler, Nevruz bayramına çok önem vermektedirler. Bu yüzden, bayram hazırlıkları nerede ise iki ay öncesinden başlamaktadır. Çocuğu, genci, yaşlısı ile tüm halkın katılımıyla gerçekleştirilen Nevruz Bayramı etkinliklerinde, birçok gelenek, görenek, adet ve inanmayı içeren uygulama ve pratik yer almaktadır.
Geçmişte daha zengin etkinliklerle gerçekleştirilen kutlamalar, günümüzde de değişen ekonomik koşullar, kırsaldan şehirlere doğru yaşanan göç ve farklılaşan kültürel yapının getirdiği yeni oluşumlara ayak uydurularak yaşatılmaya çalışılmaktadır.
NEVRUZA HAZIRLIKBilindiği gibi, kış mevsiminin son iki ayı olan 60 gün, büyük ve küçük Çille olarak adlandırılmaktadır. 40 gün büyük ve 20 gün olan küçük Çillelerin bitmesi, baharın müjdecisi olarak kabul edilir. Kış aylarının en soğuk günlerini içine alan,” Büyük ve Küçük Çille’nin bitimiyle başlayan hazırlıklar, bayram gününe kadar sürer. Bu durumu Güney ve Kuzey Azerbaycan’da görmekteyiz.. Genel olarak Nevruz bayramının Iğdır bölgesindeki kutlamalarda, Azerbaycan’la çok büyük benzerlik göstermektedir. Bu da, bölgede yaşayan Türklerin, tarihi süreç içerisinde ortak kültürel değerleri paylaştıklarını ortaya koymaktadır.
Nevruz etkinliklerinin yapılması sırasında, Su çok önemli bir yer tutar. Evin ve bahçenin her tarafı sulanır, mümkün mertebe evdeki her şey yıkanır. Genelde o gece banyo yapmakta önemli addedilmektedir.
Nevruz gecesi her tarafın aydınlık olması gerektiğine inanıldığı için, evlerin içi, kapının dışı ve mümkün mertebe bahçe aydınlık tutulmaya çalışılır. Bu genellikle çıra veya mumla yapılmaktadır.
Yaklaşık bir ay ’da yoğunlaşan Nevruz hazırlıklarında, adeta bir temizlik, onarım, yenileme seferberliği yaşanır. Evler badana – boya yapılır, halılar, kilimler yıkanır. ahırlar, kiler ve depolarda elden geçirilir, onarımlar ve temizlikleri yapılır. Tam manası ile geçmiş yılın bütün kiri, tozu temizlenir. Bununla, geçmiş yıldan kalan bütün ağırlıkların, kötülüklerin, hastalıkların, sıkıntıların temizleneceğine inanılmaktadır. Bu aynı zamanda bir ruhsal temizlenmenin de adıdır. Kötü olan her şey geride bırakılır, yeni yıla daha temiz, duru ve yeni umutlarla girmenin adıdır Nevruz.
Nevruz’da daha güzel ve yeni elbiseler giyilir, kullanmayan elbiseler varsa, onlar çıkartılıp atılır. Bununla yeni yıla, geçmiş yılın eskiliği, ağırlığı kirliliği taşınmamış olunur. Yeni bir başlangıç, güzel elbiselerle, kına ve güzel süslerle karşılanması çok önemlidir.
Nevruzun yaklaşması ile bağlar, bahçeler, ahırlar, evler özenle elden geçirilir, bütün eksiklikler giderilmeye çalışılır. Varsa geçmiş yıldan kalan, kullanılmayacak olan ot, saman, çöp gibi atıklar bir araya toplanır. Bunlar, “Baca- baca” günü yakılacaktır. Bunların yakılması ile geçen yılın bütün kötülüklerinin, sıkıntılarının, uğursuzluklarının bu ateşle yok olacağına inanılmaktadır.
Nevruza yaklaşırken bağ, bahçe, ev temizliğiyle ilgili hazırlıklar yapıldığı gibi, hayvanlarla ilgili de birtakım işlerde yapılmaktadır. Nevruzda, erkek mandaların vücudu tamamen tıraş edilir, sonra sıcak ve sabunlu suyla yıkanır ve yağlanır. Eğer, alnında beyazlık varsa oraya da renkli boyalar sürülür. Ahali, hayvanlarının güzelliğini ve ihtişamını göstermek için adeta bir yarış içerisine girer. Hayvanların sırt ve kalça kısımları kırmızı, yeşil, mavi pamuk boyalarıyla boyanır. Nevruzda bütün hayvanlar dışarı salınır. Kimileri hayvanlarına nazar değmesin diye, alınlarına iple muska veya boncuk asarlar.
Bayramın vazgeçilmezlerinden olan hediyelerin hazırlanması büyük bir önem arz eder. Aile fertleri ve yakınları için, evin büyüğü mutlaka çeşitli hediyeler alır, bayramda verilmek üzere. Nişanlı kızlar, nişanlılarına özel çorap dokur, mendil gibi özelliği olan hediyeler hazırlarlardı. Kadınlar için; elbiselik, erkeklere çorap, genç kızlara eşarp, delikanlılara gömlek hazırlanırdı. Buna da “bayram payı” denilmektedir. Büyük Türk şairi Şehriyar , yazdığı mısralar ile bu geleneği çok güzel anlatmıştır;
Bayram olub, gızıl palçık ezerler,
Nakkış vurub, otahları bezeller,
Tahçalara düzmeleri düzerler
Kız-gelinin fındıkçası, henası,
Heveslener anası, kaynanası.Bu arada bayram sofrasının vazgeçilmezi olan en az yedi çeşit çerez alınır. Bunlar bayram günü ailenin büyüğü tarafından bir sofra üzerine dökülerek, bütün aile fertlere pay edilecektir.
Evin hanımı başta olmak üzere tüm kadınlar, bayrama özel yemekler yapmak üzere günler öncesinden hazırlıklar yaparlar. Çeşitli et yemekleri, Semeni başta olmak üzere birbirinden farklı tatlılar hazırlanır, bunların bol olmasına dikkat edilirdi. Zira, bayram günü misafiri en iyi şekilde ağırlamak önemli bir gelenektir.
Iğdır yöresinde Nevruz kutlamaları, haftalar öncesinden başlamaktadır.
Birinci Çarşamba’ya, Su Çarşamba’sı da denilmektedir. Cemrenin Suya düşmesi ile baharın gelişinin habercisi olarak Suların ısınmaya başladığına inanılmaktadır. Nevruz Bayramına kadar, ısınmaya başlayan bu sularla evde, bahçede, ahırda bulunan hayvanlar yıkanmaya çalışılır. Böylece yeni yılın habercisi olan bu su, aydınlık, bereket ve mutluluk getireceğine inanılır.
İkinci Çarşamba’ya Od ( Ateş ) Çarşamba’sı da denilmektedir. Bununla Cemrenin ateşe düştüğüne inanılmaktadır. Ateş daha canlı olur, Güneş daha fazla kendini hissettirmeye başlar. Güneşin dünyaya daha dik açıyla sıcaklığı göndermeye başladığı bu dönemle, tabiatın canlanacağına, bolluğun ve bereketin artacağı olan beklenti artar. Tabiat bütün renkleri ile uyanmaya hazırlanmaktadır artık.
Üçüncü Çarşamba’da, Cemre Havaya düşmektedir. Böylece ısınmaya başlayan hava, daha berrak ve huzur verici olmaya başlar. Hafifte olsa esen rüzgâr, havaya ve tabiata mutluluk ve bereket getirdiğine inanılmaktadır. Kuşların yuvalarına döndüğü, gökyüzünde kuş sürülerinin çeşitli danslarına şahit olunmaya başlanır. Ufukta huzur ve bereket vardır.
Son Çarşamba da, Cemre Toprağa düşer. Toprak ısınmaya, tabiat uyanmaya başlar. Tabiat olağan üstü güzellikleri ile, renk cümbüşü içerisinde, ben geldim der adeta. Artık yaz aylarının gelmeye başlayacağını müjdeler. Bununla insanlar, yeniden uyanan tabiatın sunduğu cömertlikle hayata yeniden tutunmanın mutluluğunu yaşamaya başlarlar. Bu yeniden uyanış aynı zamanda Nevruz Bayramının da başlaması demektir.
Dört haftalık Nevruz bayramına giden hazırlık sürecinin bitmesi ile, Bayram şenlikleri fiilen başlamış olur. Genel olarak Salı günü (21 Marttan bir önceki Salı) hangi tarihe rastlarsa, o günden itibaren kutlamaya başlar. O güne “Ahır Çarşamba” veya “Tek Çarşamba” da denilmektedir. Ahır Çarşamba, Son çarşamba günü bayram olur. Ahır Çarşamba yılın son çarşambasından bir gün öncedir.
Nevruz Bayramına giden süreçte birçok etkinlikler de yapılmaktadır. Bunlar, Nevruz etkinlikleri içerisinde olmakla beraber, bayram öncesi yapılmaktadır. Kosa- Kosa ve Ölü Bayramı ( Mezarlık ziyaretleri ) gibi. Bunların yapılma zamanları, Nevruz bayramından öncedir. Bir nevi hazırlık dönemi denilebilir. KOSA KOSANevruz etkinliği içerisinde Kosa Kosa’nın ayrı bir önemi vardır. Bu ritüel de, Kış ayını temsilen bir kişi, “Kosa” olur. Bu kosa olan kişi, üzerine eski elbiseleri giyer, Yüzünü un ve çeşitli boyalarla tanınmaz hale getirir, hal ve tavırları ile bıkkınlığı, köhnemişliği temsil eder. Üstü başı pejmürde olan Kosa’nın karşısında, yeni yılı, bolluğu, bereketi, aydınlığı temsilen, “Keçi” kılığına girmiş birisi vardır. Bu keçi tiplemesinin yerine , bazen “Keçel” geçer. Bunların mücadelesi uzun süre devam eder. Tabii bu arada çocuklar, gençler, Kosa’ya takılır, ondan kurtulmak istediklerini, yaptıkları hareketlerle belirtmeye çalışırlardı. Bu arada Kosa ve Keçi çocukların ve gençlerin eşliğinde ev ev gezerek bazı hediyeler ve yiyecekler toplarlar. Bunlar, daha sonra bu etkinliğe katılanlarca birlikte yenilir. Tabii ki, sonuç olarak Kosa mücadeleyi kaybeder, yeni yılın habercisi olan Keçi mücadeleyi kazanır.
Bu ritüelle insanlar, yeni bir başlangıç, yeni bir heyecan, bolluk, bereket olarak gördükleri Nevruz Bayramına hazırlık yaparlar. Adeta geçmiş yılın bütün ağırlıklarından kurtularak, güzel günlere kanat açmak istediklerini ortaya koymaya çalışırlar. Bunları söyledikleri Manilerine, Türkülerine, Şiirlerine de yansıtmışlardır. Mesela;
Ay kosa-kosa gelsene,
Gelip selam versene
Çömçeni doldursan,
Kosanı yola salsana
Ay uyruğu uyruğu,
Saggalı it guyruğu,
Kosam bir oyun eyler
ÖLÜ BAYRAMIIğdır’da, Nevruz etkinliklerinin en önemli kısımlarından birisi hiç şüphesiz, Mezar üstü (Gebir üstü) ziyaretleridir. “Ölü Bayram” olarak da bilinen bu gelenek, Ahır Çarşamba’nın önceki Salı günü yapılmaktadır. Ancak son yıllarda değişen şartlar, aynı ailenin birbirinden farklı mezarlıklarda yatan yakınlarının olması gerçeğini ortaya çıkarmıştır. Bu yüzden, aynı gün hepsine yetişme imkânı olmadığı için, bu etkinlikler genellikle Din âlimlerinde ortak kararı ile her yerleşim yeri için, farklı günler belirlenmektedir.
“Ölü Bayramı” olarak ’da bilinen bu gelenekle, mezarlıklar ziyaret edilir, mezarda yatan yakınlarının hayrına Kuran- Kerim okunur, dualar edilir, erdek , helva , kuru yemiş, tatlılar, boyanmış yumurta, çeşitli meyveler gibi yiyecekler hayır yerine dağıtılır.. Bu arada mezarlıklar temizlenir, sulanır. Adeta bayram mezarlıkta yatan yakınları ile birlikte kutlanır.
O gün, ölülerin gözü yakınlarını beklediğine inanıldığı için, mutlaka mezarlığa gidilmelidir. Bu binlerce yıldır devam eden, değişmez bir kural olarak yörede bütün canlılığı ile yürütülmektedir. İl dışında veya daha uzaklarda olanlar, genellikle bu tarihte gelmeye özen göstermektedirler.
Geçen yılın Nevruzundan sonra yakınlarını kaybedenler için, bu bayram “Gara Bayram” ’dır. Yakınları, bugün için özel hazırlıklar yaparlar, Yemekler pişirilir, taziye için gelenlere ölenin hayrına “ihsan”ı olarak ikramlarda bulunulur. Kuran-ı Kerim okunur, dualar edilir. Bugün mutlaka yakınları ve komşuları başta olmak üzere, herkes o taziye evini ziyaret eder. O yerleşim yerinde aynı durumda olan tüm taziye evleri bu şekilde haraketlidir.
Nevruz Bayramında Mezarların ziyaret edilmesi geleneği, İslamiyet öncesindeki Türk kültüründe de görülmektedir. Günümüzde Hristiyan olan Gagavuz Türkleri, Nevruz etkinlikleri çerçevesinde öğlene kadar mezarları ziyaret ederler ve dualar eşliğinde çeşitli etkinlikler yaparlar.
Bu geleneğin köklerine Osmanlı Devleti’ni kuran aşiret olarak bilinen Karakeçili Türkmenlerinde de rastlamaktayız. Halen Bilecik vilayetine bağlı Söğüt ilçesinde bulunan Ertuğrul Gazinin türbesini her yıl ziyaret ederler. Bu durum yüzyıllardır hiç aksatılmadan yapılmaktadır. Bu geleneğin köklerinin İslamiyet öncesi geleneklere dayandığı kuvvetle muhtemeldir. YEDİ LEVİN“Ölü bayramı” olarak adlandırılan Mezar ziyaretleri ve diğer etkinliklerden sonra, Nevruz kutlamalarının en önemli bölümü olan diğer etkinliklere geçilir. Kutlamaların büyük bir kısmı” Ahır (Son) Çarşamba içerisinde kümelenmiş durumdadır.
Nevruz kutlamalarının en önemli bölümünü “yedi Levin” ( çeşit ) oluşturmaktadır. “Yedi Levin” alışverişine Ahır Çarşamba’dan iki, üç gün evvel gidilir. Bugün alınacak olanlar seçilirken özellikle; çocuklar ve yaşlılar hiç ihmal edilmemekte, onların yiyebileceği yumuşak yiyecekler alınmaya özen gösterilmektedir.
Bugün için alınan çerez ve benzeri yiyeceklerin en az yedi çeşit olmasına özen gösterilir. Bu çerez ve yiyeceklerin yedi çeşit olmasını, özellikle Baharda yağmur sonrasında gökyüzünü adeta süsleyen ve uğruna çeşitli efsanelerin söylendiği, Gökkuşağının yedi renkli olmasına bağlayanlar olduğu kadar, farklı şekilde yaklaşımlara da rastlanmaktadır. “Yedi Levin” sofrasında, yedi çeşit mutlaka olmalıdır. Tabii ki bu sayı daha fazla olabilir. Yedi Levin tatlı yiyeceklerden oluştuğu için tatlılık olarak da yorumlanır”.
Eskiden “Yedi Levini” ; yörede yetişen, kıştan bahara kalan yiyecekler kapsamakta idi. Bu yiyecekleri kuru kaysı, dut kurusu, iğde, susam, kaysı çekirdeğinin içi, (şimdiki bademin yerini tutmaktaydı) çedene, şeker ve kavurga (buğdayın sac üzerinde kavrulmuş hali) oluşturmaktaydı.
Iğdır yaşayan Azeri Türkleri, yedi Levini mutlaka yapmakta, olmazsa olmaz dedikleri bu geleneğin nedenini de şöyle anlatmaktadırlar;
“Yılın “ahır teki” olduğu için; nasıl ki eski yılı kovalama ise, bu da yeni yılı kucaklama anlamına gelir. Yeni yılın sevincini; şekerle, yiyecekle süslenmiş sofralar kurularak, tüm aileyle birlikte karşılarız. Yedi Levinin temelinde çocukları sevindirmek, onları mutlu etmek vardır. Çocuklar iki ay önceden sormaya başlarlar –yedi Levine ne kadar kaldı diye”
“Hepsini döker karıştırırız, fıstığın kabuğu, diğer yiyeceklerin tadı birbirine bulaşır, yiyecekler hepsi birbirine karışsın, Nevruz’ dur, kaynaşma, birlik, beraberlik zamanıdır. Yiyecekler karıştırılırken herkes elini atar, herkes karıştırır, bu demektir ki –ben de bu karışımda bu kaynaşmada varım”. Yedi levin’in paylaşımına da çok önem verilmektedir. Herkesin payı eşit ve adaletli olmalıdır.
“Yedi Levin’in dağıtımında öncelik aile reisinindir. Aile reisi, yani evin erkeği, yoksa öncelik, evin en yaşlı kadınınındır. Aile reisinin payı ayrıldıktan sonra, evin kadınının (reisin annesi ve karısının) payı ayrılır, daha sonra hane halkı ve misafirlere pay ayrılır. Evden gelin giden kızların ve hamile gelinlerin doğacak çocukları içinde pay ayrılması âdettendir. Paylarda eşit dağıtım çok önemlidir.”
YEDİ LEVİN ( GELİN ) HONÇASIYörede Navruz’ un en önemli uygulamalarından birisi de nişanlı kıza giden “Yedi Levin Honçası”dır.
“Nişanlı kızlara, Nevruz Bayramı münasebeti ile eve alınan “yedi Levin” denilen çerez ve diğer yiyeceklerin yanı sıra, çeşitli hediyelerinde eklendiği bir tepsi hazırlanır. Bu bayramdan birkaç gün önce, özellikle damadın yakınları olan hanımlar tarafından, fazla abartılı olmayan şenlikli bir şekilde gelin evine götürülür.
“Bayram Honçası” olarak adlandırılan bu hediyelerin olduğu tepsi hazırlanırken, nişanlı kızın “Yedi Levini” , yiyeceklerin en kalitelisinden seçilir. “Yedi Levin Honçası” , akşam ezanı okunmadan hazırlanmaya başlanır. Büyük bir tepsinin içine birkaç tane mum yakılır. Gelin için özenle seçilmiş yiyecekler bu tepsiye konur, üzerine de maddi durumuna göre ya bir elbiselik ya da, bir altın konur. Ev halkı için de hediyeler konularak, “Honça” ( Tepsi ) hazırlanır. Tepsinin üzerine de kırmızı bir eşarp ( yaylık ) örtülür. Akşam ezanı okunduktan sonra evdeki genç delikanlılardan biri (oğlan evinden gittiği için götürenin oğlan olması şarttır) evdeki bir kadının öncülüğünde (anne veya yengesiyle) orta düzeyde bir kalabalıkla “Honça”yı götürür. “Yedi Levin”, kız evine geldiğinde, hane halkı, akrabaları ve komşular toplanır ve kızın kayın babası, kayınvalidesi ve nişanlısını temsilen gelen “Honça” açılır. Kız evinde daha önce hazırlanan “Yedi Levin” in içerisine nişanlı kızın ailesi tarafından önceden hazırlanan “Yedi Levin”i katılır ve karıştırılır. Oğlan evinden gelen misafirlere de o karışımdan pay ( hediye ) ayrılır, verilir.. Bununla iki aile kaynaşması, bütünleşmesi, birlik olması amaçlanmaktadır.
“Yedi Levin Honçası” nı götürenlere, kız evi pay ( hediye ) olarak; çorap, gömlek, boyanmış yumurta verir gibi çeşitli hediyeler verilir. Verilen bu hediyeye de “Helet” adı verilmektedir.
Ahır ( Son) Çarşamba’da yapılan önemli diğer ritüel ise; “Şal sallama, ateş yakma ve kulak asmadır”. Bu uygulamalar geçmişte olduğu gibi günümüzde de gerçekleştirilen uygulama pratikler içerisinde yer almaktadır. Ancak araştırma ve gözlemlere dayanarak bakıldığında , zamanla değişikliğe uğradığı gözlenmektedir.
Şal sallama ve mendil atma geleneği, Iğdır’ın köylerinde farklı uygulamalara rastlanmaktadır. Şal sallamaya; mendil salma, baca-baca, ateş yakma ise; alav-alav, Tongal, baca-baca gibi farklı adlar da verilmektedir.ATEŞ YAKMA ( ALAV- ALAV )Ahır Çarşamba’ da yapılan ateş ( Tongal ) yakma ritüeli , Nevruz etkinliklerinin en önemlileri arasında yer almaktadır. Genel olarak geçen yıldan kalan bütün yakılabilecekler, büyük yığınlar haline getirilir ve yakılır. Konuyla ilgili kaynak kişi anlattıkları şöyledir ; “Biz mendil salmaya da, ateş yakmaya da baca - baca deriz. Dedelerimiz derdi ki; Nevruz yılın değişimi, Nevruzla birlikte tabiat şartları değişir, atmosferde değişiklik olur. Bu ateşi Nevruz’ dan bir ay önce yakarsak , ne bu kadar ısı verir, ne de bu kadar ateş yükselir. Baharın gelmesi, yani Nevruz ile birlikte, havadaki oksijen miktarı da artar. Onun için Nevruz’da yakılan ateş büyük ve canlı olur”.
Neden “Bayram Ateşi- Tongal, Alav-Alav “ yapılır, sorusunun cevabını kaynak kişi şöyle vermektedir;
“Bunu neden yaptığımızı büyüklerimiz şöyle anlatırdı; bunun hem geleneğe hem de dine dayalı yanı var. Baca-baca ateşin, Ergenekon’ dan çıkışı olarak söylenir, ateşle dağı delmişler. Ayrıca geçen yıldan kalanlar, bir araya toplanarak yakılır. Böylece geçen yılın bütün kötülüklerinden, sıkıntılarından kurtulunmuş olunur. Bizde yanan bu ateşin üzerinden atlayarak, bütün sıkıntılarımızın, dertlerimizin bu ateşte yanmasını sağlıyoruz. Yeni yıla, daha güzel ve rahat girmemiz için bunu her yıl yaparız. Ateş aynı zamanda haberleşme aracı olarak da kullanılmaktadır. O da şöyle; peygamberler döneminde taarruz emrini, gece yapılan savaşlarda askerin yönlendirme emirleri ateşle ulaştırırlardı. Bugün ise Nevruz ateşi olarak yakılmaktadır.” Geçmişte baca-baca, evlerin damında yapılmaktaydı. İşaret olsun, herkes görsün diye. Aynı anda, her yerde yakılan ateşin görünmesi, insanlara daha çok mutluluk veriyordu. Aynı niyetlerle yakılan ateşin varlığı, kaynaşmayı, birlikte olmayı sağladığı gibi, bayram coşkusunu da artırıyordu. Tabi bu yanan ateşin üzerinden büyük coşku ile atlanırken, mâni söylemekte âdettendir.Atıl- matıl çerşembe
Behtim açıl çerşembe
Ağırlığımı verdim sene
Yüngüllüğü aldım sennen
Sarılığımı verdim sene
Kırmızılığını ver mene..Maalesef bu uygulama günümüzde şehirleşme ve diğer bazı sebeplerin de tesiri ile olsa gerek, büyük oranda ortadan kalkmaya başlamıştır. Günümüzde “Ahır Çarşamba” gecesi yapılan baca-baca, bahçelerde, evlerin önünde, sokak aralarına az da olsa yapılmaya, devam ettirilmeye çalışılmaktadır.
Ateş yakma ritüeline, “Baca – Baca” da denilmektedir. Ateş yakmaya neden baca –baca dediklerini yöre haklı şöyle anlatmaktadır;
“Eskiden evlerimizde pencere nispeten küçük ve çok yukarılarda , aydınlatma maksadına yönelikti. Evlerin üzerinde havalandırma maksadıyla “Baca” bulunurdu. Bizim yemeklerimizi pişirmek için ateş yaktığımız yere de “Baca” denilmektedir. Bir evin bacası (duman çıkan yer), bir de ateş yakılan yer, ikisi birden “baca-bacadır”.
Nevruz’ da bir gece ateş yakılmaktadır. Ahır çarşambada herkes kendi evinin önünde ateşini yakar, ancak herkes birbirinin ateşinden atlayabilir. Hatta bu komşular tarafından mutlulukla karşılanır. Yöre halkı bu ritüeli şu şekilde anlatmaktadır.
“Dilek tutarak, büyük bir coşku ile yanan ateşin üzerinden defalarca atlarız. Bu atlamalarda, her defasında; “Ağırlığım uğurluğum, bu ateşin üstüne” deriz. Genel olarak; geçmiş yıldan gelen bütün hastalıkların, kazaların, belaların, kötülüklerin bu ateşte yanacağına inanırız. Kadın, erkek, genç, yaşlı, çocuk herkes atlar. Atlayamayacak durumda hasta, sakat varsa onların yerine de bir başkası niyet ederek atlayabilir, Nevruz’da ateşten atlamayan bir eziklik hisseder”.
Ateş yakmak için özel bir odun kullanılmaz, o gün alev çıkartabilecek ve işe yaramaz diye atılacak ne varsa hepsi kullanılabilinir. Genellikle geçen yılın tortusu olabilecek, yakılabilecek ne varsa yakılır bu ateşte. Böylece bununla, geçen yılın bütün kötülüklerin, ağırlıkların, uğursuzlukların bu ateşte yanıp yok olacağına inanılmaktadır.
Nevruz etkinlikleri içerisinde önemli bir etkinlik olarak “Işıldak veya Ateş Topu” adı da verilen, ateş yumağının havaya fırlatılmasıdır. Bunun hazırlanmasına birkaç gün önceden başlanır. Pamuk ve iplikten yumak yapılır, yaklaşık bir gün Gazyağının içinde bekletilir ve uzun bir tele takıp havaya fırlatılır. Adeta gökyüzünde ateş yumağı yarışı yapılır.
Diğer bir ateş ile alakalı etkinlik olarak, Çubuklara bez ya da benzeri şeyler bağlanarak yakılır, ışık versin diye. Bunlar evin giriş kapısının iki tarafına asılır (aydınlık olsun diye). O gün evlerin, avluların, kapıların lambaları hep yanar. Yeni yılın hep aydınlık ve güzel olması dilenir. ŞAL SALLAMAAteş yakma gibi, mendil atma, şal sallama geleneği de, Nevruz etkinlikleri içerisinde oldukça yaygın olarak karşımıza çıkmaktadır. Temel esprisi, çocukları sevindirmek ve Yedi Levin” den onlarda pay vermek olan “Şal Atma” , geçmişe göre farklı uygulamalarla da olsa devam ettirilmektedir.
Ahır Çarşamba’da yedi Levin paylaşılırken, çocuklar dama çıkar, bacadan evin içine mendil veya şal sarkıtırlardı. Kimseye görünmeden, ev halkına seslenirdi; ”baca- baca payımı” verin diyerek. Burada önemli olan görünmeden, rızk istemektir. Ev halkı da, o sırada paylaştıkları “Yedi Levin” den, eşarbın ucuna bağlar, damdakiler de eşarbı geri çeker. O gece herkesin payı verilmeli, kimsenin boş gönderilmemesine özen gösterilirdi. Büyük Güney Azerbaycan Türk Şairi Şehriyar, “Heyder Babaya Selam” şiirinde bunu şöyle mısralara dökmüştür;Bayramıdı, gece guşı ohurdı
Adahlı gız, bey çorabın tohurdu
Herkes şalın bir bacadan sohurdı
Ay ne gözel gaydadı şal sallamah
Bey şalına bayramlığını bağlamahŞal istedim men de övde ağladım
Bir şal alıp tez belime bağladım
Gulam gile gaşdım şalı salladım
Fatma hala mene corap bağladı
Han nenemi yada salıp ağladı.Günümüzde evlerde baca kalmadığı için, bu uygulama kapı ya da pencereden yapılmaktadır. Doğru olanın, bacadan yapılması olduğunu söyleyen yöre halkı, bu konuda ki düşüncelerini;
“Kapıdan ya da pencereden kim olduğu görünüyor, burada esas olan görünmemektir. Biz nasıl ki tanrıyı görmeden rızk istiyoruz, çocuklarda bize görünmeden istiyorlardı”, şeklinde açıklamaktadır.
Çocuklar Baca-bacayı (mendil atmayı) sabırsızlıkla beklemekte, köydeki bütün çocuklar bu geleneğe mutlaka katılmaktadırlar. Toplu olarak dolaşan çocuklar, baca-bacayı bitirdikten sonra, topladıkları “Yedi Levin”i eşit olarak paylaşır ve evlerine dağılırlar.
Bu şal sallama uygulaması , nişanlılar arasında da yapılmaktadır. Nişanlı delikanlı, nişanlısının evinin damına çıkarak şal sallar. Genellikle kızın annesi veya büyük annesi, bu sallanan şala nişanlı kızın hazırladığı, kenarı işlenmiş mendil, dokunmuş çorap ve benzeri diğer hediyeler koyardı. Bu hediyeleri alan nişanlı delikanlı, büyük bir sevinç içerisinde, nişanlısından, bir hediye almanın mutluluğunu yaşardı.
Ancak birçok geleneğin uygulanması fiziki şartların değişmesi, şehirleşmenin getirdiği zorluklar ve benzeri sebeplerden dolayı önemli ölçüde unutulmaya yüz tutmuştur.NEVRUZ YUMURTASIYumurta, bolluğun, bereketin sembolü olduğu için, Nevruz Bayramı etkinlikleri içerisinde büyük öneme sahiptir. Yumurtanın çeşitli renklerde boyanması, albenili hale getirilmesi, bilhassa çocukların yumurta tokuşturması, bolluğun, bereketin artacağına olan inançtan kaynaklanmaktadır.
Yumurta boyama ve dağıtma, Ahır Çarşamba’ da olur. Herkes gücüne göre, eşinin dostunun, akrabasının sayısına göre yumurta boyamakta, boyanan bu yumurtalara “Bayram Yumurtası” denmektedir. Boyanan yumurtaların sayısı; yirmi, otuz hatta yüze kadar ulaşmaktadır. Yumurtalar Ahır Çarşamba’ da eve gelen çoluk çocuk başta olmak üzere , herkese verilmektedir.
“Nevruz yumurtalarının hazırlığı kıştan başlar, özellikle yaşlılar bu konuda çok titiz davranırdı. Tavuklar yumurtladı mı, çocuklara çaktırmadan gizlice saklarlardı. Zira toplanan bu yumurtalar, Nevruz Bayramında toptan boyanarak dağıtılacaktır. Yumurtalar, bir kazanın içine, bir sıra soğan kabuğu, bir sıra saman, bir sıra yumurta olmak üzere dizer kaynatılırdı. Böylece güzel renkli yumurtalar bayram için hazırlanırdı. Son yılarda bu yumurtalar yeşil, mavi, sarı gibi çeşitli renklere de boyandığı görülmektedir.
Yumurta tokuşturma, “Ahır Çarşamba” da başlamakta, Nevruz Bayramını akşamına kadar devam etmektedir. Bu etkinliğe yaşlı, genç, çocuk, hemen herkes katılırdı. Yumurta tokuşturmak, özellikle kabuğu sert yumurta bulma yarışı, bütün kış boyunca devam ederdi. Bu şekilde yumurtasının kabuğu sert olan ve diğer tokuşturduğu yumurtaları kırmak, bir nevi övünç vesilesiydi. Bununla ilgili birçok manilerde söylenir. Örnek vermek gerekirse;“Gırmızı hatun honçanı bezer ( Boyanmış yumurta )
Saçag saçag saçaglar
Gezer onu Gaçaglar”
Bu ritüel ile alakalı olarak büyük şair Şehriyar, Heyder Babaya Selam isimli uzun şiirinde şunları yazmaktadır;
Yumurtanı göyçek güllü boyardıh
Çakgıştırıp sınanları soyardıh
Oynamahdan birce meğer doyardıh
Eli mene yaşıl aşşıh vererdi
İrza mene novruz gülü dererdi..Çocuklar yumurtaları hem “Yedi Levinde” mendil atarak, hem de kapı kapı dolaşarak toplamaktadırlar. Ev ev dolaşan çocuklar, bayramdan dolayı bunun hakları olduğunu “Bayramçalığımızı” verin diyerek, ifade etmektedirler.
Ahır Çarşamba’ da yapılanların hepsi bolluğa, berekete, birliğe, beraberliğe, sevgiye, kardeşliğe, dostluğa yönelik pratik ve uygulamalardır.
Yukarıda anlatılan uygulamalar, günümüzde de geçmişte olduğu gibi yapılmasına özen gösterilmekte, hatta halk tarafından yapılması zorunlu olan uygulamalar olarak anlatılmaktadır. KULAK ASMA, NİYET TUTMA”Yedi Levin” gecesi (ahır çarşambada) dilek tutularak kapılar dinlenmekte, dinleyen tuttuğu dileğe göre, duydukları ile alakalı yorum yapmaktadır. Bu uygulamaya yörede “kulak asma” denmektedir. Yöre halkı o gece kapılarına kulak asılacağını bildikleri için, o gün hep iyi konuşmakta, kötü konuşmamaya dikkat etmektedirler. Bununla alakalı olarak kaynak kişi şunları söylemektedir;
“Biz yedi Levin gecesi isteklerimizin gerçekleşip, gerçekleşmeyeceğini kulağımızla duymak isteriz. Gençlerimiz niyetini tutar. O niyetle “Ahır Çarşamba ”da komşulara kulak asmaya gider, giderken de elinde bir testi su götürür ve camın ( Pencere ) altında durarak, ev halkının konuşmalarını dinler. Konuşulanlardan kendine ait bir mana çıkarmaya çalışır. Mesela; dinleme esnasında içeridekiler, “Al bunu da sana verelim, bu da senin olsun”, şeklinde konuşurlarsa, dışarıda niyet tutarak dinleyen “Çok güzel konuştu, ben nasibimi alacağım” diye aklından geçirir. Elindeki bir testi suyu cama (Pencereye ) serperek kaçar.
Bunun üzerine, durumu fark eden ev halkı da arkasından seslenir, “Aydınlığa çıkasan”.
Genel itibarı ile Nevruz etkinliklerinin yoğun olduğu dönemlerde insanlar, kötü söz söylememeye, kalp kırmamaya özen gösterirler. Zira Kulak asma adetinde olduğu gibi, insanlar yeni yılda güzel söz ve temenniler duymak istiyorlar. Bunun, yeni yılın güzel geçmesinde önemli olduğuna inanılmaktadır.
NEVRUZ SOFRASIIğdır yöresindeki Nevruz kutlamalarında, Azerbaycan Coğrafyasının önemli ölçüde etkisi gözlenmektedir. Bunların başında hiç şüphesiz Nevruz sofrası gelmektedir. Azerbaycan da yapılan Nevruz sofrası geleneği çerçevesinde, sofrada, Kura-ı Kerim, Şamdan, Ayna, Sürahi, Su, Ekmek, evde hazırlanmış tatlılar, şerbet ve kuru yemiş mutlaka olmalıdır. Ayrıca özellikle sofradaki yiyeceklerin en az yedi tanesinin adı “S “ harfi ile başlamasına özen gösterilmektedir. Mesela, Sebzi, Sumak, Sarımsak, Semeni va. gibi.
Kutlamalar içerisinde, ailenin Nevruz sofrasında toplanması geleneği önemli yer tutmaktadır. Nevruz Bayramı vesilesi ile bütün aile bir araya gelmekte, birlikte yiyerek, birlikte eğlenmektedirler. Nevruz sofrasının değişmez yemekleri; yoğurt çorbası, süzme pilav ve yüzlü-gözlü ettir.
Geçmişte mercimek veya buğday mutlaka gölertilir, buna Semeni denirdi. Gövermiş buğdayla da , “semeni” denilen tatlı bir yiyecek yapılırdı. Bu yiyecek günümüzde artık çok nadir olarak yapılmaktadır. Belki de hazırlanması zor olduğu içindir.
Nevruzun değişmez yiyeceği olan semeni yapımı kaynak kişi tarafından şöyle anlatılmaktadır.
“Büyük hamur tabaklarında (teknelerinde) 7-8 kilo buğdayı ıslatır, her gün azda olsa su ilave edilerek, ıslaklığı korunmaya çalışılır. 10-15 gün içerisinde, buğday patlar, yeşerir, kökü çimlenir, bir karış kadar kalkar (büyür). Nevruz’a bir iki gün kala komşular toplanır, onu tabaktan alır (bütün hepsini kök ve yeşil kısımlarıyla birlikte), ağaç tokmaklarla bir güzel döverler. Kazana doldurup tandırın üzerine koyarlar. İyice dövülen yeşermiş buğday, kendi suyuyla hafif ateşte 5-6 saat kaynar. Bakarız ki; koyulaşma kıvamına gelmiş, içine kepekli, yerli un konur. Un katıldıktan sonra, iki üç kişinin el yordamıyla hafif ateşte karıştırılmaya devam edilir ki, kazanın altı yanmasın. Kaynadıkça rengi turuncuya döner, kıvamı muhallebiden katı olur. Kıvamının tutup tutmadığı kaşıkla kontrol edilir. Şeker katılmaz, kendi tadı, buğdayın tadı yeterlidir. Soğuyunca tabaklara konur ve yenilmek üzere servis edilir.”
Yöre halkı, Semeni yapımı çok zahmetli olduğu için artık yapılmadığını belirtmektedir. Yapımı zor ve zahmetli olan semeni, geçmişte köy içerisinde yalnızca bir evde yapılmakta, Nevruz’a yakın günlerde, hangi evde yapılacağı planlanmaktaydı. Buğday yeşerip, yapılacağı gün köyün tüm kadınları o evde toplanmakta, hep birlikte semeni tatlısını hazırlamakta idiler.
Nevruz pilavı bayramın en önemli yiyeceklerindendi. “Nevruz’ da bildiğiniz süzme pilav yapılır. Pilav yapılan kazanın altını yağlar içine lavaş ekmek konurdu. Pilav pişip, demini alana kadar o lavaş da orada kızarır. Ona da “Kazmak” denilmektedir. Kaynak kişi bayram sofrasını vazgeçilmezi olan ve süzme pilavla birlikte yenilen “Yüz- Göz” ün yapımını şöyle anlatmaktadır
“Soframızda pilav “ekşili et” mutlaka olur. Et kuşbaşı doğranır, bildiğiniz, tas kebap gibi pişirilir. İçine; nohut. Sarı kök. Kara biber ve diğer baharatlar Sebzi, lepe ( nohut un ikiye bölünmüş hali ) , konur. Dövülerek konan Sarı kök ( Zerdaçal ) , yemeğe tat ve değişik bir lezzet vermektedir. Ete ekşi bir tat vermesi için de limon tuzu ilave edilir”.
Bunların yanında Bayram Sofrasında, Yaprak Sarması gibi değişik yemekler ve çeşitli tatlılar bulunurdu.
YILIN YILA TEHVİL ( DÖNÜM ) OLMASI İLE İLGİLİ ADET VE İNANMALARIğdır yöresinde yılın yıla tehvil olduğu an (eski yılın bitip, yeni yılın başladığı an) çok önemlidir. Bayramın diğer bölümlerinde olduğu gibi, o anda da yapılan birçok uygulama ve pratik vardır. Bu uygulamaların çoğu dinsel ve mitolojik içerik taşımaktadırlar. Bunlardan bazılarını vermek gerekirse; Mesela;
“Yılın yıla tehvil” ( yeni yıla giriş anı ) olduğu an, fısfısa böceğinin verdiği tepki gözlenir. Navruz’ da 21 Mart günü , eski yıldan yeni yıla geçiş anında Fısfıs Böceği sırt üstüne döner ve belli bir süre öylece kalır.. Bu an, yeni yıla girişin işareti olarak kabul edilmektedir.
Bir başka inanış hayvanlarla ilgilidir. On İki Hayvanlı Türk Takviminde belirtilen hayvanlara atıflar vardır. Mesela, o yıl hangi hayvana denk gelirse, o yıl adı geçen hayvanın özelliklerinin yıla yansıyacağına inanılır. Mesela, tavşan yıl iyi geçmezmiş, tavşan koşan hayvan olduğu için, iyi saymazmış. 1917’ da yıl tavşan üzerine tahvil olmuş, o yıl Ermeni çeteleri bölgede çok büyük katliamlar yapmışlar. Yılan yılının da uğursuz olacağına, savaşların çıkacağına, acıların çekileceğine inanılmaktadır.
“Yılın yıla tehvil” olduğu an da, gelenek, görenek, adet ve inanmalara dayalı bir dizi uygulama ve pratik bulunmaktadır. Yılın, yeni yıla tehvil ( döndüğü ) geçtiği anda, uyanık olmaya özen gösterilir. Yeni yıla ne kadar temiz girilirse, o yılın, o kadar sağlıklı ve güzel geçeceğine inanılır.
Yıl tahvil olduğu an, akar sular durur, akmaz diye bir inanç vardır, Nevruz gelenekleri içerisinde . O anı kaçırmamak ve tutulan niyetlerin kabul olması için, testilerle akar suların yanına gidilerek beklenilirdi. Tam yıl dönümünde, ağaçlar akar su’ya eğilir. Bir nevi Allaha secde eder. O an da testiler akar su da doldurulur ve evlere getirilirdi. O sudan, evlerin köşelerine, ahırlara serpilir ki bereket olsun. Sonra o sudan içilir, hayvanlara içirilir, hasta birisi varsa onun, vücuduna şifa olsun diye sürülürdü.
Bir diğer ritüel ise şu şekildedir. “Eskiden Ahır Çarşamba” da tandırlarda ekmek pişirilirdi. Bu arada “Koka” denilen küçük çörek de yapılırdı. Evin genç kızları bu arada içinden bir niyet tutarak, ekmek hamurundan küçük bir parça alır, içine yenmeyecek kadar tuz koyardı. Hamura yuvarlak bir şekil verir. Ortasını da hafif açılır. Bu tandırda pişirildikten sonra tekrar niyet tutulur ve bu çöreklerden yenilerek, uykuya dalarlardı. Uykusunda görülen rüyanın yorumundan, niyetinin olup, olmayacağı anlaşılırdı.
Bu ritüelin diğer bir uygulama şekli de şu şekildedir; Bir “Koka”yı duvarın ya da bacanın üstüne koyarak beklenirdi. Bu arada bir kuş bunu alıp nereye götürürse nasibin orda olacağına inanılırdı.
Ahır Çarşamba’ da ahırdaki hayvanların davranışlarına göre de, o yılın nasıl geçeceği konusunda da yorumlar yapılmaktadır. Mesela;
Ahırlar da niyet tutularak, dışarıdan dinlenilir. İçeride bulunan koyundan bir meleme sesi duyulursa, bu ağıt anlamına gelir. Bu yılın iyi gelmeyeceği, ölüm olacağına dair bir inanç var. Eğer koyunlar hapşırma sesi duyulursa, niyetin tutacağı kabul edilmekte, Koyunlardan çift hapşırma sesi duyulursa, niyetin tutacağından emin olunur.
Artık unutulmaya yüz tutmuş diğer bir ritüel de kaynak kişi tarafından şu şekilde anlatılmaktadır.
“Biz Ahır Çarşamba’ da derelerin başına giderdik, bir beze makasla kırk göz keseriz, kimin ki çocuğu olmuyor, kimin ki çocuğu ölüyor o bezi ona takarız ki çocuğu olsun, çocuğu yaşasın. Ahır çarşambada genç kızlarla kadınlar da dere kenarlarına gider, bir beze kırk göz kesip niyet eder çocukların omuzlarına takarlardı. Yine aynı gün kadınlar, kızlar dere kenarlarına gider üzerlerinden bir bez kopartarak bu beze kırk göz keserler, dere kenarındaki ağaçlara bağlarlardı, bağlarken de , “derdimi belamı hep bu ağaca bağladım yeni yıla kadar bana dert verme derlerdi”, şeklinde niyet ederdi.
Nevruz etkinlikleri içerisinde Su ayrı bir öneme sahiptir bilindiği gibi. Yılın son Çarşambasın da erkenden uyanıp, bir akar suyun yanına gidilir. Kadınlar, kızlar, genç erkekler, çocuklar arar suyun üzerinden atlayarak, maniler söylerler. Buna güzel bir örnek vermek gerekirse;
“ Ağırlığım, uğurluğum düşsün bu suyun üstüne” en çok kullanılan tekerlemelerin başında gelmektedir.
Bazen de pınar başlarına gidilerek, suyun üzerinden atladıktan sonra, kaplarına su doldurarak eve getirirler. Gün boyu bu taze suyun içilmesi, yıl boyu mutluluk vereceğine inanılmaktadır.
Diğer bir ritüel şu şekildedir; Birbirini seven gençler, akşam ateşinin külünü akar suya dökerler ve aynı kapla o akarsudan su alarak eve gelirler. Dikiş iğnesinin başına, su da batmaması için pamuk bağlarlar, pamuk bağlı iki dikiş iğnesi, akarsudan getirilen suyun içinde olduğu kaba uzak mesafeye ayrı arı yerlere bırakılır.. Bu iğneler belli bir süre sonunda birbirlerine kavuşurlarsa, sevgililerinde o yıl evleneceklerine inanılır.
Bu etkinliklerinde çeşitliliği ve çokluğunun da gösterdiği gibi, Nevruz etkinlikleri toplumun her ferdini ciddi manada etkilemektedir. Buda tarihi köklerinin çok sağlam olduğunun işaretidir. BAYRAM ZİYARETİNevruz’ da en çok önem verilen uygulamalardan birisi de bayram ziyaretleridir.
Bayram sabahı olan 21 Mart’ta, aile reisinden başlamak üzere herkes birbirinin bayramını ziyaret ederek , büyüklerin elleri öpülerek hayır duaları alınır. Böylece, aile içi kaynaşmanın yanı sıra, toplumsal refleksler artırılır, küskünler barışır, büyükler, hastalar, ihtiyacı olanlar hatırlanır. Bu durum akrabalık bağlarını güçlendirdiği gibi, komşuluk ilişkilerini de geliştirirdi. Konu ile alakalı olarak konuşan kaynak kişi şunları söylemektedir;
“Nevruz bayramında yapılması gereken önemli işlerin başında büyüklerimizi ziyaret etmektir. Yedi Levin’in paylaşımı da çok önemlidir. Ama onu Çarşamba’ya bırakmayız, fakat çarşamba günü, büyüklerimizin ziyaretine gidebilir.
Dutlar yetişene kadar Nevruz sayılır, o da bir buçuk, iki ay kadar sürer. Bazı akrabalar bayram ziyaretine gelmedin diye sitem ettiğinde, “dutlar hala yetişmedi, yetişene kadar geleceğiz” diye cevap verilirdi.
Nevruz Bayramı’nın önemli geleneklerinden birisi de , evlenerek baba evinden ayrılmış kızlar ziyaret edilerek, onlara mutlaka pay gönderilmesidir. Bununla alakalı olarak kaynak kişi şunları söylemektedir;
“Bir yerde evli kızımız, kardeşimiz varsa bayramda onun ziyaretine mutlaka gidilir, ona pay gönderilir. Kız çocuğu oğlan gibi olmaz, mazlumdur, gariptir. Evden birisine deriz ki; - “kız kesiktir, gözü yolda kalır, kalk bibine (halana. Teyzene), ablana pay götür”.
Böylece , aile bağlarının kuşaklar boyu sağlam bir biçimde devamını sağlamakta çok önemli bir gelenek olarak karşımıza çıkarmaktadır. Özellikle bu geniş ailelerin sürekliliğini, iyi günde veya kötü günlerde birlikteliği devam ettirmektedir. Nevruz ile birlikte yeni bir başlangıç yapan insanlar, bu sahayı da ihmal etmemeye özen göstermektedirler.
AŞIK OYUNUNevruza ayı yaklaştıkça ve Nevruz bayramında çocuklar arasında en çok” aşık” oyunu oynanmaktadır.
Aşık, koyunların arka bacaklarından çıkan, dört köşe şeklinde bir kemiktir. Nevruz bayramı yaklaştıkça, âşık oynayacak çocuklar, gençler kırmızı, sarı, mavi gibi dikkat çekecek renklerle aşıkları boyamakta, bir tarafını da düz olması için taşla yontmaktadırlar. Aşıkların ortaları da delinmekte, böylece ütülen (kazanılan) aşıklar ipe dizilerek, süs amacıyla evlere asılarak saklanmaktadır. Bu tabii ki bir başarının verdiği bir övünç vesilesidir.
Nevruzla birlikte , yukarıda bir kısmı verilen çeşitli oyunlar, ziyaretler başta olmak üzere çeşitli etkinlikler zamanla sone erdirilir.. Bu etkinliklerle, daha enerji dolu, mutlu bir gelecek arzusunun doruğa çıktığı şevkle, yeni yıl için bağda, tarlada ve diğer işlerde faaliyetler başlar.. Bu durum her yıl tekrarlanan bir döngüdür adeta. Her türlü eğlence işleri, Nevruzdan sonra bırakılmakta, bağ, bahçe işleri başta olmak üzere , yıl boyunca yapılması gereken işlere yönelinir..NEVRUZLA İLGİLİ DİĞER ADET VE İNANMALARNevruz Bayramı öncesinden başlamak üzere Bayram boyunca, asla küfürlü konuşmamak, kimsenin gurur ve haysiyetini kıracak davranışlarda bulunmamak, Komşuluk ilişkilerinde daha samimi, çocuklara karşı da daha şefkatli , toplumda adeta yazılı olmayan bir kanun olarak kabul edilir. Yıl yıla tehvil ( Yeni yıla girme anı ) olduğu anda, derelerden getirilen su hayırlı sudur düşüncesi ile, o suyla evde yıkanılır, özellikle de el yüz mutlaka yıkanmalıdır.İnanca göre, Nevruz’ da Allah’tan dilenen istekler, mutlaka kabul olunur. Bunun için Nevruz Bayramı süresince yeni yılda gerçekleşmesi istenen dilekler için bolca dua edilir. Nevruz’ da evinden ölü çıkan aile yedi Levin yapabilir. Fakat bayram ziyaretlerine gitmez. Zira yakınları ve komşuları onlara gelecek, hem “ Gara Bayramları “ vesilesi ile taziyelerini yineleyecek ve bayramlarını kutlayacaklardır. Nevruz Bayramı müddetince evde cenaze olursa, asla ağlanmaz. Ağlanırsa; o yılın hep ağlayarak geçeceğine inanırlar.Nevruz Bayramında doğan çocuğa erkekse; Nevruz adı konur. O gün doğan çocuk; hayırlı, uğurlu, bahtiyar bir evlat sayılır.Nevruz Bayramı, hayırlı gündür. Eğer birisi bina yapacaksa; ilk taşını o gün koyar, oğlan evlendirecekse; o gün söz keser hayırlı işler hep Nevruz’a denk getirilmeye çalışılır. Nevruz’ dan önce yapılmaz. Eski yıl köhneleşmiş, yeni yıl daha dinamik, daha genç, daha uğurlu, daha güzeldir.SONUÇ: Nevruz Bayramı, Kuzey yarım kürede yaşayan başta Türkler olmak üzere, diğer topluluklarda, genel itibarı ile baharın müjdecisi olarak kabul edildiği için, çeşitli etkinliklerle kutlanmaktadır. Bu bayramın, Türkler arasında da çok canlı ve zengin ritüellerle kutlandığına şahit olunmaktadır. Orta Asya ile Azerbaycan da, Nevruz Bayramının derin ve sağlam kökleri olması sebebiyledir ki , Sovyetler Birliği döneminde yasaklanmış olmasına rağmen, unutulmamış ve yok edilememiştir. Sovyetler Birliğinin yıkılması ve bağımsızlıklarını yeniden elde eden bu bölgede yaşayan Türkler, yeniden Nevruz Bayramı kutlamalarını eski coşkuyla devam ettirmişlerdir. Iğdır, Anadolu’ya Türklerin girdikleri önemli bir koridorun üzerindeki, önemli, güzel bir ilimizdir. Dolayısı ile Orta Asya ve Azerbaycan’daki Nevruz kutlamalarının , hemen her türlü ritüeli ile burada karşılaşmak mümkündür. Iğdır’da Nevruz etkinlikleri, binlerce yıldır insanların milli hafızasında yer etmiş ve bu konuda çok zengin bir kültürün oluşmasını sağlamıştır. Nevruz Bayramı etkinliklerine, Iğdır’ın batısında bulunan Anadolu’nun diğer şehirlerinde de rastlanmaktadır. Aslında aynı kültürün içerisinde olan bu bölgelerde, iklim şartları başta olmak üzere, çeşitli sebeplerden ötürü bazı gelenekler unutulmaya yüz tutmuştur. Ancak kaynaklara baktığımızda, yakın dönemlere kadar bu bölgelerde, Edebiyat, musiki başta olmak üzere birçok alanda, Nevruz Bayramı geleneklerinin tesirlerini kuvvetli bir biçimde görmek mümkündür.
Yeni yılın başlangıcı olarak kabul edilen Nevruz Bayramı, bolluğun, bereketin, aydınlığın, barışın ve kardeşliğin artırılması için bir başlangıç olarak kabul edilir ve yaşatılmasına büyük bir önem verilmektedir. Haber Merkezi
Değişen fiziki şartlar, şehirleşme, yeni yaşam tarzı, ailelerin küçülmesi gibi faktörlere rağmen, Nevruz etkinlikleri şartlara göre kendini yeniden revize ederek devam etmektedir. Bu durum, kültürün devamı açısından önemli bir faktör olarak göze çarpmaktadır.

Nevruz Bayramı, Kuzey yarım kürede bulunan topluluklar arasında, genel itibarı ile baharın müjdecisi olarak, büyük bir coşku ile kutlanmaktadır. Nev (Yeni) ve Ruz ( Gün ) kelimelerinin birleşmesinden meydana gelen Nevruz , yeni gün manasını taşımaktadır. Gece ile Gündüzün eşitlendiği 21 Mart’ta, Güneş, Kuzey yarım küreye yönelir. Bu tarih itibarı ile havalar ısınmaya, Karlar erimeye, ağaçlar çiçeklenmeye, toprak yeşermeye, göçmen kuşlar yuvarlarına dönmeye başlar. Yani adeta tabiat yeniden uyanır, hayat yeniden başlar.
Bu nedenle, bütün varlıkların yeniden uyanış günü olarak kabul edilen 21 Mart, çok geniş bir coğrafyada, Nevruz- Yenigün adıyla bir bayram olarak kabul edilmiştir.
Nevruz tarih boyunca, Çin’den Avrupa içlerine, Mezopotamya ya kadar çok geniş bir coğrafyada, çeşitli adlarla kutlandığını görmekteyiz. Bu bayramın kuzey yarımkürede bulunan insanların, müşterek bir bayramı olduğu göze çarpmaktadır.
Türklerde, Hunlardan beri var olduğu anlaşılan bu kutlamalar, İlk Bahar, Yeni Gün, Ergenekon, Ulusun Ulu Günü, Nevruz, Sultan Nevruz, Bozkurt, adlarıyla karşımıza çıkmaktadır. Nevruz Bayramı ile alakalı olarak pek çok mitoloji ve efsane bulunmaktadır. Bunların kökleri Saka ve Hunlara kadar uzanmaktadır.
Başta Anadolu olmak üzere , geniş bir coğrafyada kutlanan Hıdırellez’i de ( 9 Mart ) Nevruz gelenekleri içine alabiliriz. Nevruz, Türk Dünyasının, Türk olmayan komşu ve yakın halklarla birlikte kutladığı uluslararası özelliği olan bir bayramdır.
Değişik Coğrafyalarda yaşayan ve farklı inançlara sahip Türk toplulukları arasında Nevruz kutlamalarında, çok fazla ortak tema göze çarpmaktadır. Genel Temizlik, Bayram yemeği, Mezarlık ziyaretleri, Akraba ve yakınların ziyaret edilmesi, çeşitli eğlenceler, kır gezileri, edebi söylemler, yardımlaşma vs.
Bilindiği gibi, geniş coğrafyalarda Nevruz Bayramı gibi önemli günler, çeşitli inançlarca, önem atfedilen olayların başlangıç günlerine bağlanmaya çalışılır. Nevruz Bayramında da aynı durumu görmekteyiz. Bunların bir kısmı, Nevruzla alakası olmasa da, kendi inanç veya kültürleri ile ilinti kurularak, aidiyet oluşturma gayretleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunların bazılarını sıralamak gerekirse;Hz. Ali’nin Doğum günü
Hz. Ali ile Hz. Fatma’nın evlendikleri gün
Hz. Musa’nın Kızıldeniz’ini yararak geçip tebaasını kurtardığı gün
Hz. Yunus un balığın karnından kurtulduğu gün
Hz. Âdem ile Hz. Havva’nın buluştukları gün
Hz. Nuh’un gemisinin karaya oturduğu gün
Hz. Yusuf’un kuyuya atıldığı gün
Türklerin Ergenekon’dan ayrıldıkları gün Iğdır yöresinde, Nevruz ile alakalı olarak halk arasında asırlarca devam eden, din içerikli bir inanışa şahit olmaktayız. Bu inanışa göre; “Nuh’un Gemisi Ağrı Dağına konduktan sonra, Nuh Peygamber yeryüzünün kuruyup kurumadığını öğrenmek için, önce bir kargayı görevlendirmiş. Ancak karga geri dönmemişti. Daha sonra görevlendirilen Güvercin, ağzında bir Defne yaprağı ile geri döndü. Bu, hem toprağın kuruduğunu, hem de baharın geldiğinin işaretiydi. Bunun üzerine Nuh Peygamber, Ağrı Dağından Sürmeli Çukuruna (Iğdır Ovası) inmiştir. Hz. Nuh’un yere ayak bastığı gün Nevruz günüdür. “

Türklerin yaşadıkları diğer coğrafyalarda olduğu gibi, Iğdır yöresinde de yapılan Nevruz etkinliklerinde, Eski “On iki Hayvanlı Türk Takvimi”nde rastladığımız hayvan isimlerinin tesirini, Nevruz inançlarında da görmekteyiz. Zira her yılın, takvimde adları geçen bir hayvana tekabül ettiğine dair bir inanış vardır. O yıl, hangi hayvana denk geliyorsa , o hayvanın çok olacağına inanılmaktadır. Bu da Nevruz Bayramının geleneklerinde, Türk Mitolojisinin önemli bir yere sahip olduğunu göstermektedir. On İki Hayvanlı Türk Takviminde, adları geçen hayvanları şu şekilde sıralamak mümkündür;
Sıçgan ( Fare ) yılı
Ad ( Öküz ) yılı
Bars ( Pars ) yılı
Tavışgan ( Tavşan ) yılı
Nek ( Timsah ) yılı
Yılan veya Ejderha yılı
Yud ( At ) yılı
Koy ( Koyun ) yılı
Biçin ( Maymun yılı
Takagu ( Tavuk ) yılı
İt ( Köpek ) yılı
Tonguz ( Domuz ) yılıTürklerin yaşadığı coğrafyalar da, Nevruzun büyük önemi vardır. Az da olsa bazı ritüel farklılıkları da olabilmektedir. Çok geniş Coğrafyada farklılıkların olması gayet doğaldır. Nevruz, kavram olarak bazı ağız farklılıklarıyla, Azerbaycan Türkçesinde “ Novruz- Noruz”, Kazakistan Türkçesinde “ Navruz- Novrız”, Kırgız Türkçesinde “ Nooruz”, Özbekistan Türkçesinde “ Növroz”, Farsçada ise “ Nevruz “, şeklinde teleffuz edilmiştir.

Nevruz Bayramı, Anadolu da Selçuklular ve Osmanlılar dönemlerinde zaman zaman büyük coşkularla kutlandığı bilinmektedir. Bu bayram, halen Anadolu’nun birçok yerinde farklı şekillerde de olsa kutlanmaktır. II. Meşrutiyete kadar bu durum, büyük ikram ve hediyelerle kutlanmışsa da, zamanla bu kutlamalar, çeşitli sebeplerle unutulmaya yüz tutmuştur. Günümüzde, Hıdırellez şenlikleri ve Manisa Mesir Şenlikleri şeklinde farklı şekilde de olsa devam etmektedir.
Nevruz, Anadolu Türk Edebiyatında önemli bir yere sahiptir. Nevruz dolayısı ile yazılan kasidelere, Divan Edebiyatında “ Nevruziye “ denilmektedir. Nevruz-ı Bayati, Nevruz-ı Acem, Nevruz-ı Hicaz, Nevruz-ı Rast, Nevruz-ı Seba gibi makamlar bunlara örnek olarak verilebilir.
Anadolu Türk Halk edebiyatında da Nevruz’un tesirini canlı bir şekilde görmekteyiz. Büyük Halk Şairi Pir Sultan Abdal, bir şiirinde şunları söylemektedir:“ Sultan Nevruz günü cemdir Erenler
Gönüller Şad oldu ehl-i İmanın
Cemal-i yar görüp doğru bilenler
Himmeti erince Nevruz Sultan’ın Cümle eşya bugün destur aldılar
Aşk ile didara karşı yandılar
Erenler ceminde bade sundular
Himmeti erince Nevruz Sultan’ın”

IĞDIR YÖRESİ NEVRUZ ETKİNLİKLERİIğdır Anadolu’nun en doğu kesiminde, tarihi öneme sahip bir ilimizdir. Türk Kültürünün en önemli değerlerinden olan Nevruz geleneklerinin yaşandığı yerlerin başında gelmektedir. Belki de bu durum, Iğdır’ın Anadolu’ya doğudan gelen Türk Göçlerinin koridoru üzerinde bulunmasından kaynaklanmaktadır. Devamlı hareket halinde olan bu Türk toplulukları, Anadolu’ya açılan kapısı Iğdır’ın Kültür damarının devamlı zinde kalmasını sağlamıştır.
Iğdır bölgesinde yaşayan Türkler, Nevruz bayramına çok önem vermektedirler. Bu yüzden, bayram hazırlıkları nerede ise iki ay öncesinden başlamaktadır. Çocuğu, genci, yaşlısı ile tüm halkın katılımıyla gerçekleştirilen Nevruz Bayramı etkinliklerinde, birçok gelenek, görenek, adet ve inanmayı içeren uygulama ve pratik yer almaktadır.
Geçmişte daha zengin etkinliklerle gerçekleştirilen kutlamalar, günümüzde de değişen ekonomik koşullar, kırsaldan şehirlere doğru yaşanan göç ve farklılaşan kültürel yapının getirdiği yeni oluşumlara ayak uydurularak yaşatılmaya çalışılmaktadır.
NEVRUZA HAZIRLIKBilindiği gibi, kış mevsiminin son iki ayı olan 60 gün, büyük ve küçük Çille olarak adlandırılmaktadır. 40 gün büyük ve 20 gün olan küçük Çillelerin bitmesi, baharın müjdecisi olarak kabul edilir. Kış aylarının en soğuk günlerini içine alan,” Büyük ve Küçük Çille’nin bitimiyle başlayan hazırlıklar, bayram gününe kadar sürer. Bu durumu Güney ve Kuzey Azerbaycan’da görmekteyiz.. Genel olarak Nevruz bayramının Iğdır bölgesindeki kutlamalarda, Azerbaycan’la çok büyük benzerlik göstermektedir. Bu da, bölgede yaşayan Türklerin, tarihi süreç içerisinde ortak kültürel değerleri paylaştıklarını ortaya koymaktadır.
Nevruz etkinliklerinin yapılması sırasında, Su çok önemli bir yer tutar. Evin ve bahçenin her tarafı sulanır, mümkün mertebe evdeki her şey yıkanır. Genelde o gece banyo yapmakta önemli addedilmektedir.
Nevruz gecesi her tarafın aydınlık olması gerektiğine inanıldığı için, evlerin içi, kapının dışı ve mümkün mertebe bahçe aydınlık tutulmaya çalışılır. Bu genellikle çıra veya mumla yapılmaktadır.
Yaklaşık bir ay ’da yoğunlaşan Nevruz hazırlıklarında, adeta bir temizlik, onarım, yenileme seferberliği yaşanır. Evler badana – boya yapılır, halılar, kilimler yıkanır. ahırlar, kiler ve depolarda elden geçirilir, onarımlar ve temizlikleri yapılır. Tam manası ile geçmiş yılın bütün kiri, tozu temizlenir. Bununla, geçmiş yıldan kalan bütün ağırlıkların, kötülüklerin, hastalıkların, sıkıntıların temizleneceğine inanılmaktadır. Bu aynı zamanda bir ruhsal temizlenmenin de adıdır. Kötü olan her şey geride bırakılır, yeni yıla daha temiz, duru ve yeni umutlarla girmenin adıdır Nevruz.
Nevruz’da daha güzel ve yeni elbiseler giyilir, kullanmayan elbiseler varsa, onlar çıkartılıp atılır. Bununla yeni yıla, geçmiş yılın eskiliği, ağırlığı kirliliği taşınmamış olunur. Yeni bir başlangıç, güzel elbiselerle, kına ve güzel süslerle karşılanması çok önemlidir.
Nevruzun yaklaşması ile bağlar, bahçeler, ahırlar, evler özenle elden geçirilir, bütün eksiklikler giderilmeye çalışılır. Varsa geçmiş yıldan kalan, kullanılmayacak olan ot, saman, çöp gibi atıklar bir araya toplanır. Bunlar, “Baca- baca” günü yakılacaktır. Bunların yakılması ile geçen yılın bütün kötülüklerinin, sıkıntılarının, uğursuzluklarının bu ateşle yok olacağına inanılmaktadır.
Nevruza yaklaşırken bağ, bahçe, ev temizliğiyle ilgili hazırlıklar yapıldığı gibi, hayvanlarla ilgili de birtakım işlerde yapılmaktadır. Nevruzda, erkek mandaların vücudu tamamen tıraş edilir, sonra sıcak ve sabunlu suyla yıkanır ve yağlanır. Eğer, alnında beyazlık varsa oraya da renkli boyalar sürülür. Ahali, hayvanlarının güzelliğini ve ihtişamını göstermek için adeta bir yarış içerisine girer. Hayvanların sırt ve kalça kısımları kırmızı, yeşil, mavi pamuk boyalarıyla boyanır. Nevruzda bütün hayvanlar dışarı salınır. Kimileri hayvanlarına nazar değmesin diye, alınlarına iple muska veya boncuk asarlar.
Bayramın vazgeçilmezlerinden olan hediyelerin hazırlanması büyük bir önem arz eder. Aile fertleri ve yakınları için, evin büyüğü mutlaka çeşitli hediyeler alır, bayramda verilmek üzere. Nişanlı kızlar, nişanlılarına özel çorap dokur, mendil gibi özelliği olan hediyeler hazırlarlardı. Kadınlar için; elbiselik, erkeklere çorap, genç kızlara eşarp, delikanlılara gömlek hazırlanırdı. Buna da “bayram payı” denilmektedir. Büyük Türk şairi Şehriyar , yazdığı mısralar ile bu geleneği çok güzel anlatmıştır;
Bayram olub, gızıl palçık ezerler,
Nakkış vurub, otahları bezeller,
Tahçalara düzmeleri düzerler
Kız-gelinin fındıkçası, henası,
Heveslener anası, kaynanası.Bu arada bayram sofrasının vazgeçilmezi olan en az yedi çeşit çerez alınır. Bunlar bayram günü ailenin büyüğü tarafından bir sofra üzerine dökülerek, bütün aile fertlere pay edilecektir.
Evin hanımı başta olmak üzere tüm kadınlar, bayrama özel yemekler yapmak üzere günler öncesinden hazırlıklar yaparlar. Çeşitli et yemekleri, Semeni başta olmak üzere birbirinden farklı tatlılar hazırlanır, bunların bol olmasına dikkat edilirdi. Zira, bayram günü misafiri en iyi şekilde ağırlamak önemli bir gelenektir.
Iğdır yöresinde Nevruz kutlamaları, haftalar öncesinden başlamaktadır.
Birinci Çarşamba’ya, Su Çarşamba’sı da denilmektedir. Cemrenin Suya düşmesi ile baharın gelişinin habercisi olarak Suların ısınmaya başladığına inanılmaktadır. Nevruz Bayramına kadar, ısınmaya başlayan bu sularla evde, bahçede, ahırda bulunan hayvanlar yıkanmaya çalışılır. Böylece yeni yılın habercisi olan bu su, aydınlık, bereket ve mutluluk getireceğine inanılır.
İkinci Çarşamba’ya Od ( Ateş ) Çarşamba’sı da denilmektedir. Bununla Cemrenin ateşe düştüğüne inanılmaktadır. Ateş daha canlı olur, Güneş daha fazla kendini hissettirmeye başlar. Güneşin dünyaya daha dik açıyla sıcaklığı göndermeye başladığı bu dönemle, tabiatın canlanacağına, bolluğun ve bereketin artacağı olan beklenti artar. Tabiat bütün renkleri ile uyanmaya hazırlanmaktadır artık.
Üçüncü Çarşamba’da, Cemre Havaya düşmektedir. Böylece ısınmaya başlayan hava, daha berrak ve huzur verici olmaya başlar. Hafifte olsa esen rüzgâr, havaya ve tabiata mutluluk ve bereket getirdiğine inanılmaktadır. Kuşların yuvalarına döndüğü, gökyüzünde kuş sürülerinin çeşitli danslarına şahit olunmaya başlanır. Ufukta huzur ve bereket vardır.
Son Çarşamba da, Cemre Toprağa düşer. Toprak ısınmaya, tabiat uyanmaya başlar. Tabiat olağan üstü güzellikleri ile, renk cümbüşü içerisinde, ben geldim der adeta. Artık yaz aylarının gelmeye başlayacağını müjdeler. Bununla insanlar, yeniden uyanan tabiatın sunduğu cömertlikle hayata yeniden tutunmanın mutluluğunu yaşamaya başlarlar. Bu yeniden uyanış aynı zamanda Nevruz Bayramının da başlaması demektir.
Dört haftalık Nevruz bayramına giden hazırlık sürecinin bitmesi ile, Bayram şenlikleri fiilen başlamış olur. Genel olarak Salı günü (21 Marttan bir önceki Salı) hangi tarihe rastlarsa, o günden itibaren kutlamaya başlar. O güne “Ahır Çarşamba” veya “Tek Çarşamba” da denilmektedir. Ahır Çarşamba, Son çarşamba günü bayram olur. Ahır Çarşamba yılın son çarşambasından bir gün öncedir.
Nevruz Bayramına giden süreçte birçok etkinlikler de yapılmaktadır. Bunlar, Nevruz etkinlikleri içerisinde olmakla beraber, bayram öncesi yapılmaktadır. Kosa- Kosa ve Ölü Bayramı ( Mezarlık ziyaretleri ) gibi. Bunların yapılma zamanları, Nevruz bayramından öncedir. Bir nevi hazırlık dönemi denilebilir. KOSA KOSANevruz etkinliği içerisinde Kosa Kosa’nın ayrı bir önemi vardır. Bu ritüel de, Kış ayını temsilen bir kişi, “Kosa” olur. Bu kosa olan kişi, üzerine eski elbiseleri giyer, Yüzünü un ve çeşitli boyalarla tanınmaz hale getirir, hal ve tavırları ile bıkkınlığı, köhnemişliği temsil eder. Üstü başı pejmürde olan Kosa’nın karşısında, yeni yılı, bolluğu, bereketi, aydınlığı temsilen, “Keçi” kılığına girmiş birisi vardır. Bu keçi tiplemesinin yerine , bazen “Keçel” geçer. Bunların mücadelesi uzun süre devam eder. Tabii bu arada çocuklar, gençler, Kosa’ya takılır, ondan kurtulmak istediklerini, yaptıkları hareketlerle belirtmeye çalışırlardı. Bu arada Kosa ve Keçi çocukların ve gençlerin eşliğinde ev ev gezerek bazı hediyeler ve yiyecekler toplarlar. Bunlar, daha sonra bu etkinliğe katılanlarca birlikte yenilir. Tabii ki, sonuç olarak Kosa mücadeleyi kaybeder, yeni yılın habercisi olan Keçi mücadeleyi kazanır.
Bu ritüelle insanlar, yeni bir başlangıç, yeni bir heyecan, bolluk, bereket olarak gördükleri Nevruz Bayramına hazırlık yaparlar. Adeta geçmiş yılın bütün ağırlıklarından kurtularak, güzel günlere kanat açmak istediklerini ortaya koymaya çalışırlar. Bunları söyledikleri Manilerine, Türkülerine, Şiirlerine de yansıtmışlardır. Mesela;
Ay kosa-kosa gelsene,
Gelip selam versene
Çömçeni doldursan,
Kosanı yola salsana
Ay uyruğu uyruğu,
Saggalı it guyruğu,
Kosam bir oyun eyler
ÖLÜ BAYRAMIIğdır’da, Nevruz etkinliklerinin en önemli kısımlarından birisi hiç şüphesiz, Mezar üstü (Gebir üstü) ziyaretleridir. “Ölü Bayram” olarak da bilinen bu gelenek, Ahır Çarşamba’nın önceki Salı günü yapılmaktadır. Ancak son yıllarda değişen şartlar, aynı ailenin birbirinden farklı mezarlıklarda yatan yakınlarının olması gerçeğini ortaya çıkarmıştır. Bu yüzden, aynı gün hepsine yetişme imkânı olmadığı için, bu etkinlikler genellikle Din âlimlerinde ortak kararı ile her yerleşim yeri için, farklı günler belirlenmektedir.
“Ölü Bayramı” olarak ’da bilinen bu gelenekle, mezarlıklar ziyaret edilir, mezarda yatan yakınlarının hayrına Kuran- Kerim okunur, dualar edilir, erdek , helva , kuru yemiş, tatlılar, boyanmış yumurta, çeşitli meyveler gibi yiyecekler hayır yerine dağıtılır.. Bu arada mezarlıklar temizlenir, sulanır. Adeta bayram mezarlıkta yatan yakınları ile birlikte kutlanır.
O gün, ölülerin gözü yakınlarını beklediğine inanıldığı için, mutlaka mezarlığa gidilmelidir. Bu binlerce yıldır devam eden, değişmez bir kural olarak yörede bütün canlılığı ile yürütülmektedir. İl dışında veya daha uzaklarda olanlar, genellikle bu tarihte gelmeye özen göstermektedirler.
Geçen yılın Nevruzundan sonra yakınlarını kaybedenler için, bu bayram “Gara Bayram” ’dır. Yakınları, bugün için özel hazırlıklar yaparlar, Yemekler pişirilir, taziye için gelenlere ölenin hayrına “ihsan”ı olarak ikramlarda bulunulur. Kuran-ı Kerim okunur, dualar edilir. Bugün mutlaka yakınları ve komşuları başta olmak üzere, herkes o taziye evini ziyaret eder. O yerleşim yerinde aynı durumda olan tüm taziye evleri bu şekilde haraketlidir.
Nevruz Bayramında Mezarların ziyaret edilmesi geleneği, İslamiyet öncesindeki Türk kültüründe de görülmektedir. Günümüzde Hristiyan olan Gagavuz Türkleri, Nevruz etkinlikleri çerçevesinde öğlene kadar mezarları ziyaret ederler ve dualar eşliğinde çeşitli etkinlikler yaparlar.
Bu geleneğin köklerine Osmanlı Devleti’ni kuran aşiret olarak bilinen Karakeçili Türkmenlerinde de rastlamaktayız. Halen Bilecik vilayetine bağlı Söğüt ilçesinde bulunan Ertuğrul Gazinin türbesini her yıl ziyaret ederler. Bu durum yüzyıllardır hiç aksatılmadan yapılmaktadır. Bu geleneğin köklerinin İslamiyet öncesi geleneklere dayandığı kuvvetle muhtemeldir. YEDİ LEVİN“Ölü bayramı” olarak adlandırılan Mezar ziyaretleri ve diğer etkinliklerden sonra, Nevruz kutlamalarının en önemli bölümü olan diğer etkinliklere geçilir. Kutlamaların büyük bir kısmı” Ahır (Son) Çarşamba içerisinde kümelenmiş durumdadır.
Nevruz kutlamalarının en önemli bölümünü “yedi Levin” ( çeşit ) oluşturmaktadır. “Yedi Levin” alışverişine Ahır Çarşamba’dan iki, üç gün evvel gidilir. Bugün alınacak olanlar seçilirken özellikle; çocuklar ve yaşlılar hiç ihmal edilmemekte, onların yiyebileceği yumuşak yiyecekler alınmaya özen gösterilmektedir.
Bugün için alınan çerez ve benzeri yiyeceklerin en az yedi çeşit olmasına özen gösterilir. Bu çerez ve yiyeceklerin yedi çeşit olmasını, özellikle Baharda yağmur sonrasında gökyüzünü adeta süsleyen ve uğruna çeşitli efsanelerin söylendiği, Gökkuşağının yedi renkli olmasına bağlayanlar olduğu kadar, farklı şekilde yaklaşımlara da rastlanmaktadır. “Yedi Levin” sofrasında, yedi çeşit mutlaka olmalıdır. Tabii ki bu sayı daha fazla olabilir. Yedi Levin tatlı yiyeceklerden oluştuğu için tatlılık olarak da yorumlanır”.
Eskiden “Yedi Levini” ; yörede yetişen, kıştan bahara kalan yiyecekler kapsamakta idi. Bu yiyecekleri kuru kaysı, dut kurusu, iğde, susam, kaysı çekirdeğinin içi, (şimdiki bademin yerini tutmaktaydı) çedene, şeker ve kavurga (buğdayın sac üzerinde kavrulmuş hali) oluşturmaktaydı.
Iğdır yaşayan Azeri Türkleri, yedi Levini mutlaka yapmakta, olmazsa olmaz dedikleri bu geleneğin nedenini de şöyle anlatmaktadırlar;
“Yılın “ahır teki” olduğu için; nasıl ki eski yılı kovalama ise, bu da yeni yılı kucaklama anlamına gelir. Yeni yılın sevincini; şekerle, yiyecekle süslenmiş sofralar kurularak, tüm aileyle birlikte karşılarız. Yedi Levinin temelinde çocukları sevindirmek, onları mutlu etmek vardır. Çocuklar iki ay önceden sormaya başlarlar –yedi Levine ne kadar kaldı diye”
“Hepsini döker karıştırırız, fıstığın kabuğu, diğer yiyeceklerin tadı birbirine bulaşır, yiyecekler hepsi birbirine karışsın, Nevruz’ dur, kaynaşma, birlik, beraberlik zamanıdır. Yiyecekler karıştırılırken herkes elini atar, herkes karıştırır, bu demektir ki –ben de bu karışımda bu kaynaşmada varım”. Yedi levin’in paylaşımına da çok önem verilmektedir. Herkesin payı eşit ve adaletli olmalıdır.
“Yedi Levin’in dağıtımında öncelik aile reisinindir. Aile reisi, yani evin erkeği, yoksa öncelik, evin en yaşlı kadınınındır. Aile reisinin payı ayrıldıktan sonra, evin kadınının (reisin annesi ve karısının) payı ayrılır, daha sonra hane halkı ve misafirlere pay ayrılır. Evden gelin giden kızların ve hamile gelinlerin doğacak çocukları içinde pay ayrılması âdettendir. Paylarda eşit dağıtım çok önemlidir.”
YEDİ LEVİN ( GELİN ) HONÇASIYörede Navruz’ un en önemli uygulamalarından birisi de nişanlı kıza giden “Yedi Levin Honçası”dır.
“Nişanlı kızlara, Nevruz Bayramı münasebeti ile eve alınan “yedi Levin” denilen çerez ve diğer yiyeceklerin yanı sıra, çeşitli hediyelerinde eklendiği bir tepsi hazırlanır. Bu bayramdan birkaç gün önce, özellikle damadın yakınları olan hanımlar tarafından, fazla abartılı olmayan şenlikli bir şekilde gelin evine götürülür.
“Bayram Honçası” olarak adlandırılan bu hediyelerin olduğu tepsi hazırlanırken, nişanlı kızın “Yedi Levini” , yiyeceklerin en kalitelisinden seçilir. “Yedi Levin Honçası” , akşam ezanı okunmadan hazırlanmaya başlanır. Büyük bir tepsinin içine birkaç tane mum yakılır. Gelin için özenle seçilmiş yiyecekler bu tepsiye konur, üzerine de maddi durumuna göre ya bir elbiselik ya da, bir altın konur. Ev halkı için de hediyeler konularak, “Honça” ( Tepsi ) hazırlanır. Tepsinin üzerine de kırmızı bir eşarp ( yaylık ) örtülür. Akşam ezanı okunduktan sonra evdeki genç delikanlılardan biri (oğlan evinden gittiği için götürenin oğlan olması şarttır) evdeki bir kadının öncülüğünde (anne veya yengesiyle) orta düzeyde bir kalabalıkla “Honça”yı götürür. “Yedi Levin”, kız evine geldiğinde, hane halkı, akrabaları ve komşular toplanır ve kızın kayın babası, kayınvalidesi ve nişanlısını temsilen gelen “Honça” açılır. Kız evinde daha önce hazırlanan “Yedi Levin” in içerisine nişanlı kızın ailesi tarafından önceden hazırlanan “Yedi Levin”i katılır ve karıştırılır. Oğlan evinden gelen misafirlere de o karışımdan pay ( hediye ) ayrılır, verilir.. Bununla iki aile kaynaşması, bütünleşmesi, birlik olması amaçlanmaktadır.
“Yedi Levin Honçası” nı götürenlere, kız evi pay ( hediye ) olarak; çorap, gömlek, boyanmış yumurta verir gibi çeşitli hediyeler verilir. Verilen bu hediyeye de “Helet” adı verilmektedir.
Ahır ( Son) Çarşamba’da yapılan önemli diğer ritüel ise; “Şal sallama, ateş yakma ve kulak asmadır”. Bu uygulamalar geçmişte olduğu gibi günümüzde de gerçekleştirilen uygulama pratikler içerisinde yer almaktadır. Ancak araştırma ve gözlemlere dayanarak bakıldığında , zamanla değişikliğe uğradığı gözlenmektedir.
Şal sallama ve mendil atma geleneği, Iğdır’ın köylerinde farklı uygulamalara rastlanmaktadır. Şal sallamaya; mendil salma, baca-baca, ateş yakma ise; alav-alav, Tongal, baca-baca gibi farklı adlar da verilmektedir.ATEŞ YAKMA ( ALAV- ALAV )Ahır Çarşamba’ da yapılan ateş ( Tongal ) yakma ritüeli , Nevruz etkinliklerinin en önemlileri arasında yer almaktadır. Genel olarak geçen yıldan kalan bütün yakılabilecekler, büyük yığınlar haline getirilir ve yakılır. Konuyla ilgili kaynak kişi anlattıkları şöyledir ; “Biz mendil salmaya da, ateş yakmaya da baca - baca deriz. Dedelerimiz derdi ki; Nevruz yılın değişimi, Nevruzla birlikte tabiat şartları değişir, atmosferde değişiklik olur. Bu ateşi Nevruz’ dan bir ay önce yakarsak , ne bu kadar ısı verir, ne de bu kadar ateş yükselir. Baharın gelmesi, yani Nevruz ile birlikte, havadaki oksijen miktarı da artar. Onun için Nevruz’da yakılan ateş büyük ve canlı olur”.
Neden “Bayram Ateşi- Tongal, Alav-Alav “ yapılır, sorusunun cevabını kaynak kişi şöyle vermektedir;
“Bunu neden yaptığımızı büyüklerimiz şöyle anlatırdı; bunun hem geleneğe hem de dine dayalı yanı var. Baca-baca ateşin, Ergenekon’ dan çıkışı olarak söylenir, ateşle dağı delmişler. Ayrıca geçen yıldan kalanlar, bir araya toplanarak yakılır. Böylece geçen yılın bütün kötülüklerinden, sıkıntılarından kurtulunmuş olunur. Bizde yanan bu ateşin üzerinden atlayarak, bütün sıkıntılarımızın, dertlerimizin bu ateşte yanmasını sağlıyoruz. Yeni yıla, daha güzel ve rahat girmemiz için bunu her yıl yaparız. Ateş aynı zamanda haberleşme aracı olarak da kullanılmaktadır. O da şöyle; peygamberler döneminde taarruz emrini, gece yapılan savaşlarda askerin yönlendirme emirleri ateşle ulaştırırlardı. Bugün ise Nevruz ateşi olarak yakılmaktadır.” Geçmişte baca-baca, evlerin damında yapılmaktaydı. İşaret olsun, herkes görsün diye. Aynı anda, her yerde yakılan ateşin görünmesi, insanlara daha çok mutluluk veriyordu. Aynı niyetlerle yakılan ateşin varlığı, kaynaşmayı, birlikte olmayı sağladığı gibi, bayram coşkusunu da artırıyordu. Tabi bu yanan ateşin üzerinden büyük coşku ile atlanırken, mâni söylemekte âdettendir.Atıl- matıl çerşembe
Behtim açıl çerşembe
Ağırlığımı verdim sene
Yüngüllüğü aldım sennen
Sarılığımı verdim sene
Kırmızılığını ver mene..Maalesef bu uygulama günümüzde şehirleşme ve diğer bazı sebeplerin de tesiri ile olsa gerek, büyük oranda ortadan kalkmaya başlamıştır. Günümüzde “Ahır Çarşamba” gecesi yapılan baca-baca, bahçelerde, evlerin önünde, sokak aralarına az da olsa yapılmaya, devam ettirilmeye çalışılmaktadır.
Ateş yakma ritüeline, “Baca – Baca” da denilmektedir. Ateş yakmaya neden baca –baca dediklerini yöre haklı şöyle anlatmaktadır;
“Eskiden evlerimizde pencere nispeten küçük ve çok yukarılarda , aydınlatma maksadına yönelikti. Evlerin üzerinde havalandırma maksadıyla “Baca” bulunurdu. Bizim yemeklerimizi pişirmek için ateş yaktığımız yere de “Baca” denilmektedir. Bir evin bacası (duman çıkan yer), bir de ateş yakılan yer, ikisi birden “baca-bacadır”.
Nevruz’ da bir gece ateş yakılmaktadır. Ahır çarşambada herkes kendi evinin önünde ateşini yakar, ancak herkes birbirinin ateşinden atlayabilir. Hatta bu komşular tarafından mutlulukla karşılanır. Yöre halkı bu ritüeli şu şekilde anlatmaktadır.
“Dilek tutarak, büyük bir coşku ile yanan ateşin üzerinden defalarca atlarız. Bu atlamalarda, her defasında; “Ağırlığım uğurluğum, bu ateşin üstüne” deriz. Genel olarak; geçmiş yıldan gelen bütün hastalıkların, kazaların, belaların, kötülüklerin bu ateşte yanacağına inanırız. Kadın, erkek, genç, yaşlı, çocuk herkes atlar. Atlayamayacak durumda hasta, sakat varsa onların yerine de bir başkası niyet ederek atlayabilir, Nevruz’da ateşten atlamayan bir eziklik hisseder”.
Ateş yakmak için özel bir odun kullanılmaz, o gün alev çıkartabilecek ve işe yaramaz diye atılacak ne varsa hepsi kullanılabilinir. Genellikle geçen yılın tortusu olabilecek, yakılabilecek ne varsa yakılır bu ateşte. Böylece bununla, geçen yılın bütün kötülüklerin, ağırlıkların, uğursuzlukların bu ateşte yanıp yok olacağına inanılmaktadır.
Nevruz etkinlikleri içerisinde önemli bir etkinlik olarak “Işıldak veya Ateş Topu” adı da verilen, ateş yumağının havaya fırlatılmasıdır. Bunun hazırlanmasına birkaç gün önceden başlanır. Pamuk ve iplikten yumak yapılır, yaklaşık bir gün Gazyağının içinde bekletilir ve uzun bir tele takıp havaya fırlatılır. Adeta gökyüzünde ateş yumağı yarışı yapılır.
Diğer bir ateş ile alakalı etkinlik olarak, Çubuklara bez ya da benzeri şeyler bağlanarak yakılır, ışık versin diye. Bunlar evin giriş kapısının iki tarafına asılır (aydınlık olsun diye). O gün evlerin, avluların, kapıların lambaları hep yanar. Yeni yılın hep aydınlık ve güzel olması dilenir. ŞAL SALLAMAAteş yakma gibi, mendil atma, şal sallama geleneği de, Nevruz etkinlikleri içerisinde oldukça yaygın olarak karşımıza çıkmaktadır. Temel esprisi, çocukları sevindirmek ve Yedi Levin” den onlarda pay vermek olan “Şal Atma” , geçmişe göre farklı uygulamalarla da olsa devam ettirilmektedir.
Ahır Çarşamba’da yedi Levin paylaşılırken, çocuklar dama çıkar, bacadan evin içine mendil veya şal sarkıtırlardı. Kimseye görünmeden, ev halkına seslenirdi; ”baca- baca payımı” verin diyerek. Burada önemli olan görünmeden, rızk istemektir. Ev halkı da, o sırada paylaştıkları “Yedi Levin” den, eşarbın ucuna bağlar, damdakiler de eşarbı geri çeker. O gece herkesin payı verilmeli, kimsenin boş gönderilmemesine özen gösterilirdi. Büyük Güney Azerbaycan Türk Şairi Şehriyar, “Heyder Babaya Selam” şiirinde bunu şöyle mısralara dökmüştür;Bayramıdı, gece guşı ohurdı
Adahlı gız, bey çorabın tohurdu
Herkes şalın bir bacadan sohurdı
Ay ne gözel gaydadı şal sallamah
Bey şalına bayramlığını bağlamahŞal istedim men de övde ağladım
Bir şal alıp tez belime bağladım
Gulam gile gaşdım şalı salladım
Fatma hala mene corap bağladı
Han nenemi yada salıp ağladı.Günümüzde evlerde baca kalmadığı için, bu uygulama kapı ya da pencereden yapılmaktadır. Doğru olanın, bacadan yapılması olduğunu söyleyen yöre halkı, bu konuda ki düşüncelerini;
“Kapıdan ya da pencereden kim olduğu görünüyor, burada esas olan görünmemektir. Biz nasıl ki tanrıyı görmeden rızk istiyoruz, çocuklarda bize görünmeden istiyorlardı”, şeklinde açıklamaktadır.
Çocuklar Baca-bacayı (mendil atmayı) sabırsızlıkla beklemekte, köydeki bütün çocuklar bu geleneğe mutlaka katılmaktadırlar. Toplu olarak dolaşan çocuklar, baca-bacayı bitirdikten sonra, topladıkları “Yedi Levin”i eşit olarak paylaşır ve evlerine dağılırlar.
Bu şal sallama uygulaması , nişanlılar arasında da yapılmaktadır. Nişanlı delikanlı, nişanlısının evinin damına çıkarak şal sallar. Genellikle kızın annesi veya büyük annesi, bu sallanan şala nişanlı kızın hazırladığı, kenarı işlenmiş mendil, dokunmuş çorap ve benzeri diğer hediyeler koyardı. Bu hediyeleri alan nişanlı delikanlı, büyük bir sevinç içerisinde, nişanlısından, bir hediye almanın mutluluğunu yaşardı.
Ancak birçok geleneğin uygulanması fiziki şartların değişmesi, şehirleşmenin getirdiği zorluklar ve benzeri sebeplerden dolayı önemli ölçüde unutulmaya yüz tutmuştur.NEVRUZ YUMURTASIYumurta, bolluğun, bereketin sembolü olduğu için, Nevruz Bayramı etkinlikleri içerisinde büyük öneme sahiptir. Yumurtanın çeşitli renklerde boyanması, albenili hale getirilmesi, bilhassa çocukların yumurta tokuşturması, bolluğun, bereketin artacağına olan inançtan kaynaklanmaktadır.
Yumurta boyama ve dağıtma, Ahır Çarşamba’ da olur. Herkes gücüne göre, eşinin dostunun, akrabasının sayısına göre yumurta boyamakta, boyanan bu yumurtalara “Bayram Yumurtası” denmektedir. Boyanan yumurtaların sayısı; yirmi, otuz hatta yüze kadar ulaşmaktadır. Yumurtalar Ahır Çarşamba’ da eve gelen çoluk çocuk başta olmak üzere , herkese verilmektedir.
“Nevruz yumurtalarının hazırlığı kıştan başlar, özellikle yaşlılar bu konuda çok titiz davranırdı. Tavuklar yumurtladı mı, çocuklara çaktırmadan gizlice saklarlardı. Zira toplanan bu yumurtalar, Nevruz Bayramında toptan boyanarak dağıtılacaktır. Yumurtalar, bir kazanın içine, bir sıra soğan kabuğu, bir sıra saman, bir sıra yumurta olmak üzere dizer kaynatılırdı. Böylece güzel renkli yumurtalar bayram için hazırlanırdı. Son yılarda bu yumurtalar yeşil, mavi, sarı gibi çeşitli renklere de boyandığı görülmektedir.
Yumurta tokuşturma, “Ahır Çarşamba” da başlamakta, Nevruz Bayramını akşamına kadar devam etmektedir. Bu etkinliğe yaşlı, genç, çocuk, hemen herkes katılırdı. Yumurta tokuşturmak, özellikle kabuğu sert yumurta bulma yarışı, bütün kış boyunca devam ederdi. Bu şekilde yumurtasının kabuğu sert olan ve diğer tokuşturduğu yumurtaları kırmak, bir nevi övünç vesilesiydi. Bununla ilgili birçok manilerde söylenir. Örnek vermek gerekirse;“Gırmızı hatun honçanı bezer ( Boyanmış yumurta )
Saçag saçag saçaglar
Gezer onu Gaçaglar”
Bu ritüel ile alakalı olarak büyük şair Şehriyar, Heyder Babaya Selam isimli uzun şiirinde şunları yazmaktadır;
Yumurtanı göyçek güllü boyardıh
Çakgıştırıp sınanları soyardıh
Oynamahdan birce meğer doyardıh
Eli mene yaşıl aşşıh vererdi
İrza mene novruz gülü dererdi..Çocuklar yumurtaları hem “Yedi Levinde” mendil atarak, hem de kapı kapı dolaşarak toplamaktadırlar. Ev ev dolaşan çocuklar, bayramdan dolayı bunun hakları olduğunu “Bayramçalığımızı” verin diyerek, ifade etmektedirler.
Ahır Çarşamba’ da yapılanların hepsi bolluğa, berekete, birliğe, beraberliğe, sevgiye, kardeşliğe, dostluğa yönelik pratik ve uygulamalardır.
Yukarıda anlatılan uygulamalar, günümüzde de geçmişte olduğu gibi yapılmasına özen gösterilmekte, hatta halk tarafından yapılması zorunlu olan uygulamalar olarak anlatılmaktadır. KULAK ASMA, NİYET TUTMA”Yedi Levin” gecesi (ahır çarşambada) dilek tutularak kapılar dinlenmekte, dinleyen tuttuğu dileğe göre, duydukları ile alakalı yorum yapmaktadır. Bu uygulamaya yörede “kulak asma” denmektedir. Yöre halkı o gece kapılarına kulak asılacağını bildikleri için, o gün hep iyi konuşmakta, kötü konuşmamaya dikkat etmektedirler. Bununla alakalı olarak kaynak kişi şunları söylemektedir;
“Biz yedi Levin gecesi isteklerimizin gerçekleşip, gerçekleşmeyeceğini kulağımızla duymak isteriz. Gençlerimiz niyetini tutar. O niyetle “Ahır Çarşamba ”da komşulara kulak asmaya gider, giderken de elinde bir testi su götürür ve camın ( Pencere ) altında durarak, ev halkının konuşmalarını dinler. Konuşulanlardan kendine ait bir mana çıkarmaya çalışır. Mesela; dinleme esnasında içeridekiler, “Al bunu da sana verelim, bu da senin olsun”, şeklinde konuşurlarsa, dışarıda niyet tutarak dinleyen “Çok güzel konuştu, ben nasibimi alacağım” diye aklından geçirir. Elindeki bir testi suyu cama (Pencereye ) serperek kaçar.
Bunun üzerine, durumu fark eden ev halkı da arkasından seslenir, “Aydınlığa çıkasan”.
Genel itibarı ile Nevruz etkinliklerinin yoğun olduğu dönemlerde insanlar, kötü söz söylememeye, kalp kırmamaya özen gösterirler. Zira Kulak asma adetinde olduğu gibi, insanlar yeni yılda güzel söz ve temenniler duymak istiyorlar. Bunun, yeni yılın güzel geçmesinde önemli olduğuna inanılmaktadır.
NEVRUZ SOFRASIIğdır yöresindeki Nevruz kutlamalarında, Azerbaycan Coğrafyasının önemli ölçüde etkisi gözlenmektedir. Bunların başında hiç şüphesiz Nevruz sofrası gelmektedir. Azerbaycan da yapılan Nevruz sofrası geleneği çerçevesinde, sofrada, Kura-ı Kerim, Şamdan, Ayna, Sürahi, Su, Ekmek, evde hazırlanmış tatlılar, şerbet ve kuru yemiş mutlaka olmalıdır. Ayrıca özellikle sofradaki yiyeceklerin en az yedi tanesinin adı “S “ harfi ile başlamasına özen gösterilmektedir. Mesela, Sebzi, Sumak, Sarımsak, Semeni va. gibi.
Kutlamalar içerisinde, ailenin Nevruz sofrasında toplanması geleneği önemli yer tutmaktadır. Nevruz Bayramı vesilesi ile bütün aile bir araya gelmekte, birlikte yiyerek, birlikte eğlenmektedirler. Nevruz sofrasının değişmez yemekleri; yoğurt çorbası, süzme pilav ve yüzlü-gözlü ettir.
Geçmişte mercimek veya buğday mutlaka gölertilir, buna Semeni denirdi. Gövermiş buğdayla da , “semeni” denilen tatlı bir yiyecek yapılırdı. Bu yiyecek günümüzde artık çok nadir olarak yapılmaktadır. Belki de hazırlanması zor olduğu içindir.
Nevruzun değişmez yiyeceği olan semeni yapımı kaynak kişi tarafından şöyle anlatılmaktadır.
“Büyük hamur tabaklarında (teknelerinde) 7-8 kilo buğdayı ıslatır, her gün azda olsa su ilave edilerek, ıslaklığı korunmaya çalışılır. 10-15 gün içerisinde, buğday patlar, yeşerir, kökü çimlenir, bir karış kadar kalkar (büyür). Nevruz’a bir iki gün kala komşular toplanır, onu tabaktan alır (bütün hepsini kök ve yeşil kısımlarıyla birlikte), ağaç tokmaklarla bir güzel döverler. Kazana doldurup tandırın üzerine koyarlar. İyice dövülen yeşermiş buğday, kendi suyuyla hafif ateşte 5-6 saat kaynar. Bakarız ki; koyulaşma kıvamına gelmiş, içine kepekli, yerli un konur. Un katıldıktan sonra, iki üç kişinin el yordamıyla hafif ateşte karıştırılmaya devam edilir ki, kazanın altı yanmasın. Kaynadıkça rengi turuncuya döner, kıvamı muhallebiden katı olur. Kıvamının tutup tutmadığı kaşıkla kontrol edilir. Şeker katılmaz, kendi tadı, buğdayın tadı yeterlidir. Soğuyunca tabaklara konur ve yenilmek üzere servis edilir.”
Yöre halkı, Semeni yapımı çok zahmetli olduğu için artık yapılmadığını belirtmektedir. Yapımı zor ve zahmetli olan semeni, geçmişte köy içerisinde yalnızca bir evde yapılmakta, Nevruz’a yakın günlerde, hangi evde yapılacağı planlanmaktaydı. Buğday yeşerip, yapılacağı gün köyün tüm kadınları o evde toplanmakta, hep birlikte semeni tatlısını hazırlamakta idiler.
Nevruz pilavı bayramın en önemli yiyeceklerindendi. “Nevruz’ da bildiğiniz süzme pilav yapılır. Pilav yapılan kazanın altını yağlar içine lavaş ekmek konurdu. Pilav pişip, demini alana kadar o lavaş da orada kızarır. Ona da “Kazmak” denilmektedir. Kaynak kişi bayram sofrasını vazgeçilmezi olan ve süzme pilavla birlikte yenilen “Yüz- Göz” ün yapımını şöyle anlatmaktadır
“Soframızda pilav “ekşili et” mutlaka olur. Et kuşbaşı doğranır, bildiğiniz, tas kebap gibi pişirilir. İçine; nohut. Sarı kök. Kara biber ve diğer baharatlar Sebzi, lepe ( nohut un ikiye bölünmüş hali ) , konur. Dövülerek konan Sarı kök ( Zerdaçal ) , yemeğe tat ve değişik bir lezzet vermektedir. Ete ekşi bir tat vermesi için de limon tuzu ilave edilir”.
Bunların yanında Bayram Sofrasında, Yaprak Sarması gibi değişik yemekler ve çeşitli tatlılar bulunurdu.
YILIN YILA TEHVİL ( DÖNÜM ) OLMASI İLE İLGİLİ ADET VE İNANMALARIğdır yöresinde yılın yıla tehvil olduğu an (eski yılın bitip, yeni yılın başladığı an) çok önemlidir. Bayramın diğer bölümlerinde olduğu gibi, o anda da yapılan birçok uygulama ve pratik vardır. Bu uygulamaların çoğu dinsel ve mitolojik içerik taşımaktadırlar. Bunlardan bazılarını vermek gerekirse; Mesela;
“Yılın yıla tehvil” ( yeni yıla giriş anı ) olduğu an, fısfısa böceğinin verdiği tepki gözlenir. Navruz’ da 21 Mart günü , eski yıldan yeni yıla geçiş anında Fısfıs Böceği sırt üstüne döner ve belli bir süre öylece kalır.. Bu an, yeni yıla girişin işareti olarak kabul edilmektedir.
Bir başka inanış hayvanlarla ilgilidir. On İki Hayvanlı Türk Takviminde belirtilen hayvanlara atıflar vardır. Mesela, o yıl hangi hayvana denk gelirse, o yıl adı geçen hayvanın özelliklerinin yıla yansıyacağına inanılır. Mesela, tavşan yıl iyi geçmezmiş, tavşan koşan hayvan olduğu için, iyi saymazmış. 1917’ da yıl tavşan üzerine tahvil olmuş, o yıl Ermeni çeteleri bölgede çok büyük katliamlar yapmışlar. Yılan yılının da uğursuz olacağına, savaşların çıkacağına, acıların çekileceğine inanılmaktadır.
“Yılın yıla tehvil” olduğu an da, gelenek, görenek, adet ve inanmalara dayalı bir dizi uygulama ve pratik bulunmaktadır. Yılın, yeni yıla tehvil ( döndüğü ) geçtiği anda, uyanık olmaya özen gösterilir. Yeni yıla ne kadar temiz girilirse, o yılın, o kadar sağlıklı ve güzel geçeceğine inanılır.
Yıl tahvil olduğu an, akar sular durur, akmaz diye bir inanç vardır, Nevruz gelenekleri içerisinde . O anı kaçırmamak ve tutulan niyetlerin kabul olması için, testilerle akar suların yanına gidilerek beklenilirdi. Tam yıl dönümünde, ağaçlar akar su’ya eğilir. Bir nevi Allaha secde eder. O an da testiler akar su da doldurulur ve evlere getirilirdi. O sudan, evlerin köşelerine, ahırlara serpilir ki bereket olsun. Sonra o sudan içilir, hayvanlara içirilir, hasta birisi varsa onun, vücuduna şifa olsun diye sürülürdü.
Bir diğer ritüel ise şu şekildedir. “Eskiden Ahır Çarşamba” da tandırlarda ekmek pişirilirdi. Bu arada “Koka” denilen küçük çörek de yapılırdı. Evin genç kızları bu arada içinden bir niyet tutarak, ekmek hamurundan küçük bir parça alır, içine yenmeyecek kadar tuz koyardı. Hamura yuvarlak bir şekil verir. Ortasını da hafif açılır. Bu tandırda pişirildikten sonra tekrar niyet tutulur ve bu çöreklerden yenilerek, uykuya dalarlardı. Uykusunda görülen rüyanın yorumundan, niyetinin olup, olmayacağı anlaşılırdı.
Bu ritüelin diğer bir uygulama şekli de şu şekildedir; Bir “Koka”yı duvarın ya da bacanın üstüne koyarak beklenirdi. Bu arada bir kuş bunu alıp nereye götürürse nasibin orda olacağına inanılırdı.
Ahır Çarşamba’ da ahırdaki hayvanların davranışlarına göre de, o yılın nasıl geçeceği konusunda da yorumlar yapılmaktadır. Mesela;
Ahırlar da niyet tutularak, dışarıdan dinlenilir. İçeride bulunan koyundan bir meleme sesi duyulursa, bu ağıt anlamına gelir. Bu yılın iyi gelmeyeceği, ölüm olacağına dair bir inanç var. Eğer koyunlar hapşırma sesi duyulursa, niyetin tutacağı kabul edilmekte, Koyunlardan çift hapşırma sesi duyulursa, niyetin tutacağından emin olunur.
Artık unutulmaya yüz tutmuş diğer bir ritüel de kaynak kişi tarafından şu şekilde anlatılmaktadır.
“Biz Ahır Çarşamba’ da derelerin başına giderdik, bir beze makasla kırk göz keseriz, kimin ki çocuğu olmuyor, kimin ki çocuğu ölüyor o bezi ona takarız ki çocuğu olsun, çocuğu yaşasın. Ahır çarşambada genç kızlarla kadınlar da dere kenarlarına gider, bir beze kırk göz kesip niyet eder çocukların omuzlarına takarlardı. Yine aynı gün kadınlar, kızlar dere kenarlarına gider üzerlerinden bir bez kopartarak bu beze kırk göz keserler, dere kenarındaki ağaçlara bağlarlardı, bağlarken de , “derdimi belamı hep bu ağaca bağladım yeni yıla kadar bana dert verme derlerdi”, şeklinde niyet ederdi.
Nevruz etkinlikleri içerisinde Su ayrı bir öneme sahiptir bilindiği gibi. Yılın son Çarşambasın da erkenden uyanıp, bir akar suyun yanına gidilir. Kadınlar, kızlar, genç erkekler, çocuklar arar suyun üzerinden atlayarak, maniler söylerler. Buna güzel bir örnek vermek gerekirse;
“ Ağırlığım, uğurluğum düşsün bu suyun üstüne” en çok kullanılan tekerlemelerin başında gelmektedir.
Bazen de pınar başlarına gidilerek, suyun üzerinden atladıktan sonra, kaplarına su doldurarak eve getirirler. Gün boyu bu taze suyun içilmesi, yıl boyu mutluluk vereceğine inanılmaktadır.
Diğer bir ritüel şu şekildedir; Birbirini seven gençler, akşam ateşinin külünü akar suya dökerler ve aynı kapla o akarsudan su alarak eve gelirler. Dikiş iğnesinin başına, su da batmaması için pamuk bağlarlar, pamuk bağlı iki dikiş iğnesi, akarsudan getirilen suyun içinde olduğu kaba uzak mesafeye ayrı arı yerlere bırakılır.. Bu iğneler belli bir süre sonunda birbirlerine kavuşurlarsa, sevgililerinde o yıl evleneceklerine inanılır.
Bu etkinliklerinde çeşitliliği ve çokluğunun da gösterdiği gibi, Nevruz etkinlikleri toplumun her ferdini ciddi manada etkilemektedir. Buda tarihi köklerinin çok sağlam olduğunun işaretidir. BAYRAM ZİYARETİNevruz’ da en çok önem verilen uygulamalardan birisi de bayram ziyaretleridir.
Bayram sabahı olan 21 Mart’ta, aile reisinden başlamak üzere herkes birbirinin bayramını ziyaret ederek , büyüklerin elleri öpülerek hayır duaları alınır. Böylece, aile içi kaynaşmanın yanı sıra, toplumsal refleksler artırılır, küskünler barışır, büyükler, hastalar, ihtiyacı olanlar hatırlanır. Bu durum akrabalık bağlarını güçlendirdiği gibi, komşuluk ilişkilerini de geliştirirdi. Konu ile alakalı olarak konuşan kaynak kişi şunları söylemektedir;
“Nevruz bayramında yapılması gereken önemli işlerin başında büyüklerimizi ziyaret etmektir. Yedi Levin’in paylaşımı da çok önemlidir. Ama onu Çarşamba’ya bırakmayız, fakat çarşamba günü, büyüklerimizin ziyaretine gidebilir.
Dutlar yetişene kadar Nevruz sayılır, o da bir buçuk, iki ay kadar sürer. Bazı akrabalar bayram ziyaretine gelmedin diye sitem ettiğinde, “dutlar hala yetişmedi, yetişene kadar geleceğiz” diye cevap verilirdi.
Nevruz Bayramı’nın önemli geleneklerinden birisi de , evlenerek baba evinden ayrılmış kızlar ziyaret edilerek, onlara mutlaka pay gönderilmesidir. Bununla alakalı olarak kaynak kişi şunları söylemektedir;
“Bir yerde evli kızımız, kardeşimiz varsa bayramda onun ziyaretine mutlaka gidilir, ona pay gönderilir. Kız çocuğu oğlan gibi olmaz, mazlumdur, gariptir. Evden birisine deriz ki; - “kız kesiktir, gözü yolda kalır, kalk bibine (halana. Teyzene), ablana pay götür”.
Böylece , aile bağlarının kuşaklar boyu sağlam bir biçimde devamını sağlamakta çok önemli bir gelenek olarak karşımıza çıkarmaktadır. Özellikle bu geniş ailelerin sürekliliğini, iyi günde veya kötü günlerde birlikteliği devam ettirmektedir. Nevruz ile birlikte yeni bir başlangıç yapan insanlar, bu sahayı da ihmal etmemeye özen göstermektedirler.
AŞIK OYUNUNevruza ayı yaklaştıkça ve Nevruz bayramında çocuklar arasında en çok” aşık” oyunu oynanmaktadır.
Aşık, koyunların arka bacaklarından çıkan, dört köşe şeklinde bir kemiktir. Nevruz bayramı yaklaştıkça, âşık oynayacak çocuklar, gençler kırmızı, sarı, mavi gibi dikkat çekecek renklerle aşıkları boyamakta, bir tarafını da düz olması için taşla yontmaktadırlar. Aşıkların ortaları da delinmekte, böylece ütülen (kazanılan) aşıklar ipe dizilerek, süs amacıyla evlere asılarak saklanmaktadır. Bu tabii ki bir başarının verdiği bir övünç vesilesidir.
Nevruzla birlikte , yukarıda bir kısmı verilen çeşitli oyunlar, ziyaretler başta olmak üzere çeşitli etkinlikler zamanla sone erdirilir.. Bu etkinliklerle, daha enerji dolu, mutlu bir gelecek arzusunun doruğa çıktığı şevkle, yeni yıl için bağda, tarlada ve diğer işlerde faaliyetler başlar.. Bu durum her yıl tekrarlanan bir döngüdür adeta. Her türlü eğlence işleri, Nevruzdan sonra bırakılmakta, bağ, bahçe işleri başta olmak üzere , yıl boyunca yapılması gereken işlere yönelinir..NEVRUZLA İLGİLİ DİĞER ADET VE İNANMALARNevruz Bayramı öncesinden başlamak üzere Bayram boyunca, asla küfürlü konuşmamak, kimsenin gurur ve haysiyetini kıracak davranışlarda bulunmamak, Komşuluk ilişkilerinde daha samimi, çocuklara karşı da daha şefkatli , toplumda adeta yazılı olmayan bir kanun olarak kabul edilir. Yıl yıla tehvil ( Yeni yıla girme anı ) olduğu anda, derelerden getirilen su hayırlı sudur düşüncesi ile, o suyla evde yıkanılır, özellikle de el yüz mutlaka yıkanmalıdır.İnanca göre, Nevruz’ da Allah’tan dilenen istekler, mutlaka kabul olunur. Bunun için Nevruz Bayramı süresince yeni yılda gerçekleşmesi istenen dilekler için bolca dua edilir. Nevruz’ da evinden ölü çıkan aile yedi Levin yapabilir. Fakat bayram ziyaretlerine gitmez. Zira yakınları ve komşuları onlara gelecek, hem “ Gara Bayramları “ vesilesi ile taziyelerini yineleyecek ve bayramlarını kutlayacaklardır. Nevruz Bayramı müddetince evde cenaze olursa, asla ağlanmaz. Ağlanırsa; o yılın hep ağlayarak geçeceğine inanırlar.Nevruz Bayramında doğan çocuğa erkekse; Nevruz adı konur. O gün doğan çocuk; hayırlı, uğurlu, bahtiyar bir evlat sayılır.Nevruz Bayramı, hayırlı gündür. Eğer birisi bina yapacaksa; ilk taşını o gün koyar, oğlan evlendirecekse; o gün söz keser hayırlı işler hep Nevruz’a denk getirilmeye çalışılır. Nevruz’ dan önce yapılmaz. Eski yıl köhneleşmiş, yeni yıl daha dinamik, daha genç, daha uğurlu, daha güzeldir.SONUÇ: Nevruz Bayramı, Kuzey yarım kürede yaşayan başta Türkler olmak üzere, diğer topluluklarda, genel itibarı ile baharın müjdecisi olarak kabul edildiği için, çeşitli etkinliklerle kutlanmaktadır. Bu bayramın, Türkler arasında da çok canlı ve zengin ritüellerle kutlandığına şahit olunmaktadır. Orta Asya ile Azerbaycan da, Nevruz Bayramının derin ve sağlam kökleri olması sebebiyledir ki , Sovyetler Birliği döneminde yasaklanmış olmasına rağmen, unutulmamış ve yok edilememiştir. Sovyetler Birliğinin yıkılması ve bağımsızlıklarını yeniden elde eden bu bölgede yaşayan Türkler, yeniden Nevruz Bayramı kutlamalarını eski coşkuyla devam ettirmişlerdir. Iğdır, Anadolu’ya Türklerin girdikleri önemli bir koridorun üzerindeki, önemli, güzel bir ilimizdir. Dolayısı ile Orta Asya ve Azerbaycan’daki Nevruz kutlamalarının , hemen her türlü ritüeli ile burada karşılaşmak mümkündür. Iğdır’da Nevruz etkinlikleri, binlerce yıldır insanların milli hafızasında yer etmiş ve bu konuda çok zengin bir kültürün oluşmasını sağlamıştır. Nevruz Bayramı etkinliklerine, Iğdır’ın batısında bulunan Anadolu’nun diğer şehirlerinde de rastlanmaktadır. Aslında aynı kültürün içerisinde olan bu bölgelerde, iklim şartları başta olmak üzere, çeşitli sebeplerden ötürü bazı gelenekler unutulmaya yüz tutmuştur. Ancak kaynaklara baktığımızda, yakın dönemlere kadar bu bölgelerde, Edebiyat, musiki başta olmak üzere birçok alanda, Nevruz Bayramı geleneklerinin tesirlerini kuvvetli bir biçimde görmek mümkündür.
Yeni yılın başlangıcı olarak kabul edilen Nevruz Bayramı, bolluğun, bereketin, aydınlığın, barışın ve kardeşliğin artırılması için bir başlangıç olarak kabul edilir ve yaşatılmasına büyük bir önem verilmektedir. Haber Merkezi