Kuşların tan yeri ağarmadan çığlık çığlığa ötüşüne uyandım bu sabah. Seslerin geldiği yere doğru kurşun gibi fırlayarak elbette.
Halbuki uyanmak ezan sesleri ile olurdu geçmişte bizde.
Ya “iş yerine / tarlaya gitme vakti geldi, halen uyanmadınız mı” diye seslenen anne, baba, amca sesleriyle.
Yada “kuzular içeride açlıktan ölecek mi, halen uyanmadın mı uykucu” sesiyle sabah tan ağarma vaktinde irkilen bedenlerimiz, tekrar uykuya dalmanın acizliğiyle nasıl mahcupluk duyarak yarı uykulu hemen giyinirdik.
+Veya kimi zaman okula gitmemek için uykuculuğa vururduk kendimizi, uyuyor taklidi ile okulu asmaya çalışırdık.
Kızıp, bağırıp çağırıp uyandırırlardı, giyinmek, kahvaltı, el-yüz yıkamak uykulu halde gerçekleşir ve okulun yolunu tutardık.
Çocukluk nostaljileri işte..
+Betonların etrafını sarmaya başladığı, şehirdeki tek katlı evin bahçesinde, yapraklarını sonbahara teslim etmemeye direnen bir kaç kayısı ağacı ile nar, leylak, hanımeli, üzüm, kasım patı’nın yer aldığı uğraşı bahçesini odanın penceresinden alaca karanlıkta seyretmeye koyulmuştum.
Zaman sinsi sinsi ilerliyor, karanlık ağır ağır çekilerek yerini aydınlığa bırakıyordu.
Ağaçların dallarında sıralı dizilmiş serçeler, dökülmeye yüz tutan, sararmış yapraklara tepki gösterir gibi hem ötüşüyor, hem de dallardan sıkı sıkı tutunarak, tekrar gözlerini kapayıp kuş uykusu uyuyorlardı.
Sezdikleri en ufak bir tehlikede gözlerini açarak birilerini acilen, yüksek tını ile uyarmaya çalışmayı ihmal etmiyorlardı.
Sabahın ilk ışıkları artık ortalığı aydınlatmaya başlamıştı. Yani seher olmuştu, fakat yazın ılık rüzgarların estiği bir seher değildi artık.
Bahçenin soğuk havası insanın yüze çarptığında kışın gelmeye başladığını her canlı hissede bilmekteydi.
Bu sabah yerlerin sarı yaprakları öncekilere göre baya bir çoğalmış, ağaçların altı sarıya boyanmış gibi durmaktaydı. Bu tablo insanı büyülerken, kışın gelişini haber veren ortam ve keskin soğuk suratların asılmasına da sebep olmaktaydı.
Belki de kuşlar bizden önce bunu fark etmekte ve bu nedenle çığlık çığlığa ötmekteydiler.
Ya şu gökyüzüne ne demeli?
Sık sık bulutlar sararak gökyüzünü karartıp kapatmakta, yağmur havası var diye düşündüğümde üç-beş damla atarak geçiştirmekte, ya da hiç yağmamakta.
Böyle havalarda sorunlu insan suratına bakıp da neşesi kaçanlar gibi kendimi hissediyorum.
Acaba benden mi kötü enerji alarak somurtuyor insanlar. Neden yüzlerde pozitif enerji eksik? diye de yorum yapmaktan kendimi alamıyorum.
En iyisi, ilerleyen saate göre kuşlarla nahar'da (ak ip-kara ip ayırt edilemeyen vakit) başlayan sohbetimi bitirip sabah yürüyüşüne çıkmaktı ve öylede yaptım.
Semt sahasında yürürken Alagöz Holding Iğdır spor futbol okulu çocuklarının futbol heyecanı ile antrenman yapmalarını seyrettim.
Futbol aşkıyla dolu olduklarına, severek çalıştıklarına şahit oldum.
Atılan şutları yakalayanları, paslaşarak topla şiir gibi oynayanları göz ucu takip edince kahkahalarla gülmeye başladığımı fark ettim.
Hatta alkış bile çalmışım çocuklara.
Boşa söylenmemiş “İÇKİ ÖLDÜRÜR, KUMAR SÖNDÜRÜR, SPOR GÜLDÜRÜR..
Emir Şıktaş