Buyurduğu yerde namaz kılıp rabbiyle niyayiş eden her Müslüman’ın duyduğu çirkin sözlerdir. Başka yerlerde de herhangi bir Vahhabi ile konuşacak olsan duyacağın ilk sözler bunlardır, maalesef. Bu Vahhabi denen topluluk, kendilerine Selefi de derler. Yani geçmişlerin yolunu gidenler, ama neyse Sıffın savaşından sonra okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkan harici selefilerin yolunu seçmişlerdir. Bildiğiniz gibi Hariciler karşılaştıkları her Müslüman’ı böyle suçlar daha sonra öldürürlerdi. İmam Ali bin Ebi Talip (a.s) bunlara düşünce özgürlüğü çerçevesinde dokunmadı, ama İslam ülkesinin emniyetini bozup terör eylemlerine başvurdukları için bunların kökünü kazıdı. Doğrusu Şia Allah’ın kitabı, Resulullah’ın sünneti ve O’nun (s.a.a) pak Ehlibeyt’ine tam tabeiyyetle tabeiiyyet ettikleri için asla içlerinde sapık fikirli terörist tipleri barındırmamıştır. Neyse böyle sapık terörist zihniyetler Ehl-i Sünnet arasından çıkmış, ehli sünnet alimleri, aydınları Seyit KUTUP, Molla ABDUH gibi büyük şahsiyetlerin mücadelesi başarıya ulaşmamıştır. Böyle zihniyetlerle tüm ulema birlik beraberlik içinde mücadele etmeli Kur’an ve Sünnet yolundan ayrılanların hesabı Müslümanların hesabından ayrı tutulmalıdır.
Bu keyfiyette olmasa bile bunlara yakın bir zihniyet Şia arasında da kendisini göstermeye çalışmıştır. Okuma ve araştırmaya kabiliyeti olmayan çobanlıkla bu işleri karıştıran bazı, talebe kılığındaki kendilerini Ehlibeyt’e yakın gören, kendi düşündüklerinden başka bir şeyin doğru olabileceğine şans tanımayanlar ki bunların bir kolu da bizim Iğdır’a uzamıştır. Bunlarla konuştuğum da Vahhabilerin sarf ettiği sözleri kendilerinden duyduğumda bunlara: Şia’nın Vahhabisi adını verdim benzerliklerinden ötürü. Allah tüm halkımıza Beyti’nin ve Resulullah’ın (s.a.a) O’nun pak soyunun ziyaretini nasip etsin. 15-30 Nisan arası Ümre yapmak için Medine ve Mekke’de idim. Doğal olarak alim kıyafetini görenler Şii ve alim olduğumuzu fark ediyorlardı. Bir çok ülkenin hacısı başta Türk hacıları olmak üzere saygılı davranıp, amelleriyle ilgili sorularını sorar sevgilerini sunmak için selam verirlerdi. Afganistan asıllı olan Türkçe bile bilen sözde din alimi beni uzaktan görüp arkadaşlarıma bu adam Şii ve sapıktır, İslam’dan hariçtir demiş. Ertesi gün kendisiyle karşılaştım; Şiilere ait herhangi bir akait veya kelam kitabı okumuş musun? Dedim. Soruma cevap yerine suçlamalara maruz kaldım, ezcümle siz Kur’an’ın tahrif olduğuna inanıyorsunuz, siz takiyenin caiz olduğuna inanıyorsunuz. Ben her ne kadar reddettimse hiç fayda vermedi. Ben inancımı açıkladım, o hepsini yalanladı hayır sen böyle inanmıyorsun kendi kafasında olanları bana isnat etti. Aslında ahmakla tartışılmaz ilkesini ihlal ettiğimi anladım. Bu arada bizim kendini beğenmiş ve sırat-ı müstakimden çıkmışları hatırladım. Bunlarla da tartışırken Vesail-i Şia’da olan bir hadis üzerinde böyle bir hadis olduğunu fakat Şia ulemasının kabul etmediğini açık ve seçik olarak söylememe rağmen toplantıdan ayrılır ayrılmaz, o hadisi kabul etme ile beni ve ulemayı suçladılar. Aralarındaki bu benzerliği gördüğümde Allah tebarek ve tealanın Kur’an’da buyurmuş olduğu şu ayet aklıma geldi: “…Şüphesiz, şeytanlar kendi dostlarına sizinle tartışsınlar diye fısıldarlar (vahyederler)…” En’am, 121. yerlerin, görüşlerin ve fertlerin farklı oluşu sözün aynı oluşu kökünün bir yerden geldiğine delalet eder.
Vahhabiler, biz selefi Salihlerin yolunu takip edenleriz, her kim bizi kabul etmezse hemen öldürürüz. Ama bir türlü anlamış değilim acaba İslam’dan önceki selefi kastediyorlar. Yoksa İslam’daki selefi mi? Veyahut onları kendilerine kalkan mı kullanıyorlar?
Yeryüzü kurulduğundan bu yana ki zaten dünyamızda ilk kara oluşumu Kabe-i azamın olduğu yerden başlamıştır. O ev ve etrafı emniyet ve güven yeri olarak kılınmıştır. İslam’dan önceki müşrikler savaşır ölür öldürür canını kurtarmak için eve sığınırdı. O eve giren artık tehdit edilmez zorla çıkarılmaz ve rahatsız edilmezdi. Ama bu çağda bu asırda ve Kur’an-ı Kerim’in de güven yeri olarak ilan ettiği yerde yaptıklarına bakın. Allah Tebarek ve teala buyuruyor ki: “Orada apaçık işaretler ve İbrahim’in makamı var. Kim oraya girerse, güvende olur.” Al-i İmran,97. Allah’ın açık ve seçik hükmüdür. Ne yazık ki bazı hacı kardeşlerle öğlen namazından sonra Beytullah’ı tavaf ettik namaz kılmak için İbrahim’in makamına geldik bizim Şii olduğumuzu gören adı Müslüman ama hiçbir dine geleneğe inanmayan Arap, bizi müşrik olmakla suçladı. Dedim ki gayri Müslim bu şehre ve bu eve giremez, eğer müşrik olsaydık bizi buraya bırakmazdınız. Sadece bir savunma aramızda geçti. Delil ve istidlal bulamayanca beni tutuklayıp kılıçla boynumu vurma tehdidinde bulundu. Tabi Allah’ın evinde birileri Allah’ın sınırlarını aşması bizim de sınırı aşmamıza gerekçe olmaz. Orada dövüş ve çekişme haram olduğu için cevapsız kaldım. Ama bunlara sormak gerekir eğer öyle keskin kılıcınız varsa, Allah’ın evini ziyaret edenle uğraşacağınıza arap ve Müslümanları katleden Siyonistlere karşı kullansanıza! Eğer Türk ve Türkiye vatandaşı olmasaydım dediklerini yaparlardı, böyle terör ve insanların başlarını kılıçla kesme onların için yeni bir şey değildir. Türkiye devletinden çekindikleri için bazı tehdit ve sövüşlere yetinmek zorunda kaldılar.
İşte dostlar yüce ve kutsal İslam dini böyle yobazların elinde esir olmuş, birlik beraberliğimiz bozulmuştur, onun için Zamanın Sahibi’nin Allah zuhurunu çabuk etsin, bizi de O’nun yar ve yaverlerinden kılsın. Amin ya rabbel alemin.
Arslan BAŞARAN
H.Muhtar UYSAL Camii
(Iğdırmava) Hocası
Bu keyfiyette olmasa bile bunlara yakın bir zihniyet Şia arasında da kendisini göstermeye çalışmıştır. Okuma ve araştırmaya kabiliyeti olmayan çobanlıkla bu işleri karıştıran bazı, talebe kılığındaki kendilerini Ehlibeyt’e yakın gören, kendi düşündüklerinden başka bir şeyin doğru olabileceğine şans tanımayanlar ki bunların bir kolu da bizim Iğdır’a uzamıştır. Bunlarla konuştuğum da Vahhabilerin sarf ettiği sözleri kendilerinden duyduğumda bunlara: Şia’nın Vahhabisi adını verdim benzerliklerinden ötürü. Allah tüm halkımıza Beyti’nin ve Resulullah’ın (s.a.a) O’nun pak soyunun ziyaretini nasip etsin. 15-30 Nisan arası Ümre yapmak için Medine ve Mekke’de idim. Doğal olarak alim kıyafetini görenler Şii ve alim olduğumuzu fark ediyorlardı. Bir çok ülkenin hacısı başta Türk hacıları olmak üzere saygılı davranıp, amelleriyle ilgili sorularını sorar sevgilerini sunmak için selam verirlerdi. Afganistan asıllı olan Türkçe bile bilen sözde din alimi beni uzaktan görüp arkadaşlarıma bu adam Şii ve sapıktır, İslam’dan hariçtir demiş. Ertesi gün kendisiyle karşılaştım; Şiilere ait herhangi bir akait veya kelam kitabı okumuş musun? Dedim. Soruma cevap yerine suçlamalara maruz kaldım, ezcümle siz Kur’an’ın tahrif olduğuna inanıyorsunuz, siz takiyenin caiz olduğuna inanıyorsunuz. Ben her ne kadar reddettimse hiç fayda vermedi. Ben inancımı açıkladım, o hepsini yalanladı hayır sen böyle inanmıyorsun kendi kafasında olanları bana isnat etti. Aslında ahmakla tartışılmaz ilkesini ihlal ettiğimi anladım. Bu arada bizim kendini beğenmiş ve sırat-ı müstakimden çıkmışları hatırladım. Bunlarla da tartışırken Vesail-i Şia’da olan bir hadis üzerinde böyle bir hadis olduğunu fakat Şia ulemasının kabul etmediğini açık ve seçik olarak söylememe rağmen toplantıdan ayrılır ayrılmaz, o hadisi kabul etme ile beni ve ulemayı suçladılar. Aralarındaki bu benzerliği gördüğümde Allah tebarek ve tealanın Kur’an’da buyurmuş olduğu şu ayet aklıma geldi: “…Şüphesiz, şeytanlar kendi dostlarına sizinle tartışsınlar diye fısıldarlar (vahyederler)…” En’am, 121. yerlerin, görüşlerin ve fertlerin farklı oluşu sözün aynı oluşu kökünün bir yerden geldiğine delalet eder.
Vahhabiler, biz selefi Salihlerin yolunu takip edenleriz, her kim bizi kabul etmezse hemen öldürürüz. Ama bir türlü anlamış değilim acaba İslam’dan önceki selefi kastediyorlar. Yoksa İslam’daki selefi mi? Veyahut onları kendilerine kalkan mı kullanıyorlar?
Yeryüzü kurulduğundan bu yana ki zaten dünyamızda ilk kara oluşumu Kabe-i azamın olduğu yerden başlamıştır. O ev ve etrafı emniyet ve güven yeri olarak kılınmıştır. İslam’dan önceki müşrikler savaşır ölür öldürür canını kurtarmak için eve sığınırdı. O eve giren artık tehdit edilmez zorla çıkarılmaz ve rahatsız edilmezdi. Ama bu çağda bu asırda ve Kur’an-ı Kerim’in de güven yeri olarak ilan ettiği yerde yaptıklarına bakın. Allah Tebarek ve teala buyuruyor ki: “Orada apaçık işaretler ve İbrahim’in makamı var. Kim oraya girerse, güvende olur.” Al-i İmran,97. Allah’ın açık ve seçik hükmüdür. Ne yazık ki bazı hacı kardeşlerle öğlen namazından sonra Beytullah’ı tavaf ettik namaz kılmak için İbrahim’in makamına geldik bizim Şii olduğumuzu gören adı Müslüman ama hiçbir dine geleneğe inanmayan Arap, bizi müşrik olmakla suçladı. Dedim ki gayri Müslim bu şehre ve bu eve giremez, eğer müşrik olsaydık bizi buraya bırakmazdınız. Sadece bir savunma aramızda geçti. Delil ve istidlal bulamayanca beni tutuklayıp kılıçla boynumu vurma tehdidinde bulundu. Tabi Allah’ın evinde birileri Allah’ın sınırlarını aşması bizim de sınırı aşmamıza gerekçe olmaz. Orada dövüş ve çekişme haram olduğu için cevapsız kaldım. Ama bunlara sormak gerekir eğer öyle keskin kılıcınız varsa, Allah’ın evini ziyaret edenle uğraşacağınıza arap ve Müslümanları katleden Siyonistlere karşı kullansanıza! Eğer Türk ve Türkiye vatandaşı olmasaydım dediklerini yaparlardı, böyle terör ve insanların başlarını kılıçla kesme onların için yeni bir şey değildir. Türkiye devletinden çekindikleri için bazı tehdit ve sövüşlere yetinmek zorunda kaldılar.
İşte dostlar yüce ve kutsal İslam dini böyle yobazların elinde esir olmuş, birlik beraberliğimiz bozulmuştur, onun için Zamanın Sahibi’nin Allah zuhurunu çabuk etsin, bizi de O’nun yar ve yaverlerinden kılsın. Amin ya rabbel alemin.
Arslan BAŞARAN
H.Muhtar UYSAL Camii
(Iğdırmava) Hocası