Ekrem BAYDAR YOK, OLMUŞ DEĞERLERİMİZ
Tarih : 2007-10-01
Tüm Yazılar

Ekrem BAYDAR



Geçen zaman, zaten geçmiştir. Gelecekte ha geldi, ha gelecek. Geçmişe bakıp, geleceğine yön vermeyen kişiler, ya da toplumların yaşam mücadeleleri çok meşekkatli olur. Bütün ömürlerini, hayat yollarına döşenen dikenleri, temizlemekle geçirirler. Başlarını o meşguliyetten bir kaldırırlar ki; zaman tükenmiş, gün batmak üzeredir. İşte tam o sırada içimizi bir pişmanlık kaplar. Ve öyle bir ahhh çe keriz ki derinden, lime lime olur etleri miz. Tam uçurumun sonundayız, tüm umutlarımız tükenmiştir. Geri dönüşü olmayan bu yolda bir değil bin pişmanlık sarar tüm benliğimizi… Bu sefer ahhh keşke… Ahhh keşke… Diyecek olsakta fayda etmez artık keşkeler. Zaman acımasızca almıştır tüm intikamını bizden. Tükenmiştir vize verilen kredi. Çünkü biz günü gün gibi yaşamamışız, yaşatmamışız. Yeniden alevlenir, köz tutmuş içimizdeki ateş yavaş yavaş… O yandıkça biz tükeniriz, umutlarımız tükenir, zaman tükenir. Dikkatinizi çekiyor mu bilmiyorum ama benim dikkatimi çekiyor. Çok değil birkaç yıl önceki o şen şakrak, güler yüzlü insanlarımıza, fıkır fıkır gençleri-mize pek rastlayamıyoruz. Çıkın şu Cumhuriyet caddesine, kapılarında oturmuş esnafın yüzüne bakın, o cadde de yürüyen insanların suratına bakın, en zengininin de, fakirinin de yüzüne bakın. Herkesin suratı asık, gözlerinin feri kaçmış. Nerede o dünkü Iğdır, dünkü Iğdırlı! Ne olur beni haksız çıkarın, yanılıyorsun deyin. Bu yazıyı okuduktan sonra, şöyle bir etrafınıza bakın, bakının bakalım! Güler yüzlü kaç kişi göreceksiniz. Gözleri sevinçten parlayan, geleceğinden umutlu ve de kaygısız kaç kişi… Haydi, bırakın onları. Gidin şu Söğütlü Kahvelerinin önüne. Şu Iğdır'ın politik kalbinin, ekonomik kalbinin, kültürel kalbinin, gırgırın, şamatanın, espirinin, bininin bir para olduğu Söğütlü Kahvelerinin olduğu yere. Oradaki durum da ötekinden farklı değil. Herkes ikişer, üçer, dörder oturmuş masalarda, birer ellerini suratlarına, dirseklerini de masaya dayamış, siga ralarından peri-yodik aralarla birer nefes çe-kerek, Bakırköy'deki düşünen adam misali düşünüp duruyorlar. İnanıyorum ki akşam evdeki manzara da aynıdır, yarınki de aynıdır, yarınki yarınlar da aynı olacaktır. Dünkü, yokluğa yoksulluğa rağmen, daha mutlu idi insanlar, daha güler yüzlü idiler. Ne espri ruhlu, rahmetli Akil Ağrı var, MAŞKE kirve, deyip, Hüseyin'i kızdıran, ne de rahmetli Muşteba Demirbaş var, aldığı yağın darasını yağdan, daha ağır gösteren… Tüm olumsuzluklara rağmen dünyaya gülerek bakan bu insanları arı-yor gözüm. Mantar Rıza'yı arıyorum, Hacı Veli'yi arıyorum, Aziz Güven'i arıyorum, Mecit Hun'u arıyorum, Enver Güneş'i, Mecit Şeyran'ı, Şeyh Hüseyin'i arıyorum. Hacı Salih Şıktaş'ı, Hacı Hüdaverdi Aras'ı Arıyorum. Arıyorum da bulamıyorum o güzel insanları. Sordum; "o güzel insanlar ve daha niceleri o güzel atlarına binip gitti-ler" dediler bana! Gittiler, bir daha dönmemecesine!... İşe bak! Hâlbuki bu gün sizlere, Atatürk'ün verdiği altın madalyadan bahsedecektim. Demek ki içimde birikmiş bir özlem, bir hüzün varmış ki böyle dökülüverdi dilimden cümleler. Bazılarınızın acısını yeniden hatırlattıysam özür diliyorum. Böyle yazmak geldi içimden.

Henüz yorum yapılmadı!

Bu içerik için yorum yapılmadı. Yorum yapmak için aşağıdaki formu kullanınız.

Yorum Yaz!

E-Posta adresiniz yayınlanmayacaktır.
* İşareti olan alanlar gereklidir.