Ekrem BAYDAR VATAN VE BABA HASRETİ
Tarih : 2007-10-01
Tüm Yazılar

Ekrem BAYDAR



Hasret köprüsü henüz açılmamış, daha doğrusu resmi açılış henüz yapılmamış, ancak arada bir kaçamak geçişler olmaktadır. Bizim taraftaki görevliler son derece dikkatli, tavizsiz olmalarına rağmen, zaman zaman göz yumdukları durumlar da oluyordu. Karşı tarafta ise kontrol yok denecek kadar azdı. Herkesin dilindedir artık. Köprü yarın açılacak yetmiş yıllık özlem, hasret bitecek insanlar akın akın köprüye gidiyorlar. Yanına hediyelik eşya alanlar dahi var. Aynı özlemle insan seli karşı tarafta daha çok gözlenmektedir. Kimi amcasını kimi teyzesini kimi amca çocuklarını, velhasıl herkes bir yakınını görmek, tanımak için can atarken, kimi de sırf merakından dolayı o gün köprüdeydi. Açılışa Sayın Süleyman Demirel, Tansu Çiller, Ebulfez Elçibey gibi devlet şahsiyetlerinin de geleceklerini duymak, insanları daha çok meraklandırmış, köprü o gün ana baba gününe dönmüştü. Ben, Şeref Iğdır ve Abbas Öcal da o gün köprüdeyiz. Karşı tarafa geçmenin fırsatını kollarken birden gözümüze, tam köprünün orta yerinde polise yalvaran, yakaran bir kadın gördük İster istemez onlara doğru yöneldik ve yanlarına gittik Kadın 75-80 yaşlarında, iki büklüm olmuş bir eliyle sol dizine tutunmuş, diğer bir eliyle genç bir delikanlının elini tutmuştu. Yetmiş yıllık hasretin özlemin, tüm ağırlığı sırtına yüklenmişçesine kamburlaşmıştı. Biz tam yanlarına vardığımızda zavallı yaşlı kadın hala yalvarıyordu. "Ne olur ayaklarını öpeyim, atamın (babamın) mezarı şu görünen köydedir, onu ziyaret edip döneceyim. Bu elimden tutan da torunumdur, o da dedesinin mezarını tanısın diyordu. O anda yüreğime saplanan hançer çoktan paslanmıştı sanki. Önüne gelene sarılıyor öpmeye çalışıyor, çok yaşlı ve de kamburlaşan vücudunu kaldıramadığı için başını zar zor insanların göğsüne dayıyordu. Polis ise hem kadını kırmak, üzmek istemiyordu, hem de görevi gereği bırakmak istemiyordu. Oysa gidip gelenler o gün çok çoktu. Bizde rica ettik ancak polis bırakmamakta kararlıydı. Kadına yanaştık elini öpmek istedik, neredeyse o bizim elimizi öpecek bizi mümkün olsa yüreğinin taaa derinliklerine gömecekti. Öylesine hasret, öylesine özlem dolu idi. Ben onun eline öpmeye yeltenirken o henüz yerden yeni kalkıyordu. O iki büklüm olan gövdesini yere atmış adeta güneşte kavrulmuş olan asfaltı öpüyor, yalıyordu. Çevresine bakınıyor, toprak arıyor, o toprağı yiyecek, gözlerine sokacaktı sanki! O anda babasının mezarı o öptüğü topraktı. "Bu toprak benim vatanımdır, babamın vatanıdır." Ölmeden bu toprağı görmek, vatanımı görmek, babamın mezarını görmek istiyorum” deyip ağlayan kadının ellerinden tutup kaldırdım. Bizim de ona yardım edeceğimizi anlayınca yüreğine bir ferahlık gelmişti. Biraz önce yere doğru eğilen başını büyük bir cesaret ve de hasretle kaldırarak bana sarıldı, "sağol oğul" dedi. O çizgiler kabullenmiş her çizgisinde bir ömür, bir hasret, binlerce ah vah gizli olan suratını, her türlü zulme, geçen hasret dolu yıllara meydan okuyan, dik tutan başını göğsüme dayadığında bendeki gözyaşları çoktan o yaşlı teyzenin gözyaşlarına karışmıştı. İkimizin de suratı ter ve gözyaşları ile suya hasret, kavrulmuş çatlamış bir toprak gibi suya yeniden kavuşmuştu adeta. Hem ağlıyor, hem yalvarıyordu, yeri göğü inletircesine yakarıyordu.! "Atamın (babamın) mezarı bu görünen köydedir, ant olsun Allahın birliğine onu görüp döneceğim. Mezarından, vatanımın toprağından bir avuç alıp döneceğim" diyordu. Hele o ilk göz yaşlarını ömrümün sonuna kadar unutmayacağım, önce Ağrı dağının tepesinden kopup gelen iki taş misali, iki damla ve ardından yuvarlandıkça büyüyen sicim gibi akan göz yaşları, suratı buruşmuş yaşlı teyzemin yüzündeki çizgi çizgi kanallardan akıp gidiyordu. İkimizde hıçkıra hıçkıra ağlıyoruz. O anda ben sanki onun babası, o da başını babasının göğsüne dayamış, korumasız bir çocuktan farksız değildi sanki. Karşıya geçenler, karşıdan gelenler gittikçe çoğalıyordu. Bizim polis ise özel bir emir almışçasına hem üzüldü, hem de o kadının bir türlü geçmesine müsaade etmedi. Oysaki kalabalıktan faydalanıp yer değiştiren, o kadar çok insan vardı ki!… Bizde aynı yöntemle karşıya geçmiş, akşama doğru Iğdır'a geri gelmiştik. Biz polisi ikna edemeyince, zamanımızda daraldığından 75-80 yaşlarındaki hasret abidesi kadını içindeki ateşiyle, sönmemiş volkanı ile bırakıp ayrılmak zorunda kaldık. O günümü hep ağlayarak geçirdim! Bu satırları yazarken dahi yüreğim burkuluyor, gözlerim yaşarıyor. Meğer ne de büyük bir özlemmiş vatan hasreti, baba hasreti… Köprüden epeyce uzaklaşmıştık artık. Ben arada bir ağlayınca, Şeref Hocam, halime o meşhur kahkahasıyla gülerken, Abbas Öcal da "şimdi söyle bakalım; sen Kürt, o ise Azeri'dir. Sen bizim Azeri'ye niye ağlıyorsun?... Bu ağlamanın altında mutlaka bildiğin bir şey vardır." dedi. Tabiî ki espri yapmıştı. Onlar da, o anda kendi gözyaşlarının farkında değillerdi… Yaşımız ne olursa olsun, herkesin bir vatana ve de bir babaya ihtiyacı vardır. Bence; " Ben bu vatanı istemiyorum, babamı istemiyorum" diyenler bir kez daha düşünsünler… Düşünsünler ki!… Tüm babaların, babalar günü kutlu olsun.

Henüz yorum yapılmadı!

Bu içerik için yorum yapılmadı. Yorum yapmak için aşağıdaki formu kullanınız.

Yorum Yaz!

E-Posta adresiniz yayınlanmayacaktır.
* İşareti olan alanlar gereklidir.