Korkuyorum! Yetmişli yılların acı, kin nefret, gözyaşı dolu günlerini görüp yaşayan biri olarak korkuyorum. Gine meydanlar ve sokaklar inim inim inliyor,, gine ölümler, öldürmeler beni korkutuyor. Kardeşin kardeşi, komşunun komşuyu, arkadaşın arkadaşı boğazladığı günlerin geri geleceğinden korkuyorum. Son günlerde gelişen olaylar bana izlenen filimin sonunu tahmin etmek gibi geliyor. Yeniden köylerde, mahallelerde, kentlerde, okullarda, kırmızı hatların çekileceğinden korkuyorum. Televizyonlardan izlediğim her haber, korku ve endişelerimi artırıyor. Çocukların gözlerindeki bakışlar endişe ve korku doludur. Bir baba olmaktan ziyade bir öğretmen olarak gecem, gündüzüm endişe ile geçiyor. Bir anne-baba, üç beş çocuğu için, onların geleceği için endişelenirken, bir öğretmen kendi çocuklarının yanında yüzlerce binlerce çocuğun geleceği için endişelenmek zorunda hisseder kendisini. En azından ben böyle bir endişe taşıyorum. Yıllarca ekip biçtiği tarlasının erozyona uğradığını gören bir çiftçinin ruh hali ne ise, kökenine ve cinsine bakmadan gözü gibi bakıp büyüttüğü, suladığı bahçesindeki renga renk çiçeklerin, yavaş yavaş solup kuruduğunu, esen rüzgâr daha fırtınaya dönüşmeden, çiçekleri savrulup giden bir bahçıvanın ruh hali ne ise bendeki ruh hali de onlarınkinden farksızdır. Şu yazıyı yazarken bile o ruh halini taşıyorum.
    Ben bir baba olmanın yanında, bir de öğretmen olarak yüzlerce binlerce çocuğun gelecek endişesini, sorumluluğunu omuzlarımda hissediyorum. İzlediğim, gördüğüm olaylar sırtımdaki yükü her geçen gün biraz daha ağırlaştırıyor.
    Bir gün o yükün ağırlığında, takatim tükenir de yere yığılıp kalırsam, “ Günah bende değildi çocuklar, günah bende değildi.” Diyerek üzerimdeki sorumluluktan kurtulmak isterim.
     Bana göre sokaktaki polis de aynı duyguları taşımalıdır. Çünkü o da sokaktaki çocukların öğretmenidir. Sokaklarda benden çok onun emeği vardır, olmalıdır. Bu düşüncemden dolayı da yazımın başlığına polisin adını da koydum. Dünyada insanların öğrenim düzeyi, genel kültürleri, sosyalleşmeleri arttıkça suç işleme oranları azalırken, aksine bizim ülkemizde sanki çoğalıyormuş gibi geliyor bana! Bu nedenle çocuklarımız risk altındadır, onların ve bizlerin geleceği risk altındadır diyorum.
     Psikolojik, sosyal, ekonomik, kültürel ve en önemlisi siyasal risk altında olan çocuklarımız her gün biraz daha politize olmakta ve kontrolden çıkmaktadır. Kontrolden çıkan bu çocukların da gideceği tek yer vardır, o da sokaklar! Evde anne ve babasının, okulda öğretmeninin kontrolünden çıkan çocuğun sorumluluğu artık polise aittir. İşte polis bu anda itibaren üzerindeki ve vicdanındaki sorumluluğu hem anne-baba, hem sade bir vatandaş ve hem de sokağın öğretmeni olarak taşımak zorundadır. Evdeki öğretmen anne-baba, okuldaki öğretmen ben isem, sokaktaki öğretmen de polistir.  Sokaktaki okulun anahtarı polisin elindedir.
    Onun tutum ve davranışlarındadır. Dün çocuğun sokaktaki her davranışına şiddetle karşılık veren polis, bu gün gözlerde, POLİS eşittir ŞİDDET önyargısını yaratmıştır. Polis tutum, davranış, hareket ve tavırları ile bu önyargılardan kurtulmalıdır. Geçmişteki hataların telafisini bu günkü polis, sokaktaki çocuklara ağabeyi- kardeş ilişkileri içerisinde yaklaşarak gidermeye çalışmalıdır. Ki, bu da ona yakışan en güzel harekettir. 
    Günümüz polisli çocuğa polis olarak davranmamalıdır. Günümüz polisi dünün polisi değildir. Çünkü polis bu gün artık kendisini sorguluyor, anormalliklerden arınmaya, toplumla ve sokaklarla barışık olmaya çalışıyor. Özellikle Emniyet Müdürümüz Sayın Mustafa AYDIN’IN, Iğdır’a gelişinden sonra poliste çok olumlu davranışlar gözlemledim.  Hele çocuklara yaklaşımları, ağabeyi- kardeş ilişkileri içindeki davranışları, sırf o an için değil, her an böyle davranılması gerektiğinin teminatı gibi geliyor insana.  Bütün polisler mi böyledir derseniz elbette ki hayır. Ancak tutum ve davranışlar en azından böyle davranılması gerektiğinin işaretini veriyor.
    Ben Sayın Emniyet Müdürümüzün bu konudaki hassasiyetini bilmekle birlikte kendilerine teşekkürlerimi sunarken, onun şahsında ekip arkadaşlarına ve özellikle asayişten sorumlu komiser Hüseyin BEKTAŞ’a teşekkürlerimi ve sevgilerimi sunuyorum. Kendisini sorgulayan, günün koşulları içindeki sorumluluğunu bilerek davranan polis her zaman toplumun ve kişilerin takdirini kazanmıştır.
    Dün İsrail askerlerine taş atan Filistinli, çocuklarla, bu gün ülkemizde polise taş atan Türkiye’nin çocuklarını düşündüğümde, bizleri birbirimize bağlayan kan bağının, vatan bağının, sosyal, kültürel ve ekonomik bağların gittikçe zayıfladığını görerek geleceğimizden korkuyorum. Üzerimizde oynanan ve şimdilik karanlıkta sahneye konan tiyatronun, yarınlarda aydınlıkta sahnelenmesi, hepimizi ama hepimizi çok üzmeden, sokak bizi, biz sokağı anlayışla karşılamalıyız. Son pişmanlığın fayda etmeyeceği gibi, “ Ahhh keşke…, ahhh keşke…” ler de fayda etmeyecektir artık. Polisin sevgisi ve hoşgörüsünün bu olumsuzlukları en aza indireceğine inanıyorum.
    Sorunlarımız çoktur. Bunu biliyorum. Sosyal sorunlarımız vardır, ekonomik sorunlarımız vardır, kültürel sorunlarımız vardır, bunların hepsi bir yana, günümüzde ön plana çıkan ve bedeli her geçen gün biraz daha ağır ödenen siyasi sorunumuz vardır. Bütün bu sorunlarımızı çözelim derken, daha büyük çözümsüzlükleri yaşamamak için hepimiz çok dikkatli, tahriklere kapılmadan, sorumluluk duygusu içinde davranmalıyız.
    Sevgi, hazmetme, hoşgörü tüm olumsuzlukların ilacıdır, panzehiridir.
    Özellikle Iğdır bu konuda çok hassas bir coğrafyadır. Samimi ve gerçek dost olan çok az kişinin dışında, geneline baktığımız zaman, sözde çok çok samimi görünen, alıp veren, harkulede iyi komşuluk ilişkileri içinde olan, aynı sofrayı paylaşıp, aynı mezarlığa gömülen, çok dostane ilişkiler içinde yaşayan Azeri ve Kürt toplumu, özde hiç de öyle olmadıkları için korkuyorum.  Son yirmi yılda bu iki toplumdaki hazımsızlık ve ırkçılık tavan yaptığı için korkuyorum.  Okulda, sınıfta, caddede, sokakta bu hazımsızlıkları görmemek için kör olmak lazım. Bu tür duygulardan arınmış, hoşgörü, sevgi ve saygı içinde yaşamak isteyen çocuklarımız ve gençlerimizde, aksini düşünen insanların riski altındadır. Daha bu yaşta ben bile, bazı Azeri arkadaşlarımla gezdiğim için bazı Kürt arkadaşlarımdan tepki alıyorum. Ve inanıyorum ki benimle gezip dolaşan Azeri arkadaşlarım da ırkçı Azeri kişilerden tepki alıyorlardır. İşte bu nedenlerledir ki, korkuyorum. Çok hassas bir dönemden geçtiğimiz bu günlerde, zellikle polise de çok büyük görevler düşmektedir. Provokatörlerin, siyasi ve ekonomik rant sağlamak isteyen kişilerin oyun ve tahriklerine kapılmadan hoşgörü içinde yaşamaya devam edelim.
    Çocukluk dönemimizdeki her türlü pislikten uzak olan o yaşantımıza, birlikteliğimize geri dönelim. Dönmek istemesek de hiç olmazsa şu anda durup düşünelim. Çocukluğumuza geri dönüp, bir anlık da olsa o mutluluğu yaşayalım.  Azeri, Kürt, Türk demeden kamıştan atlarımıza binip, sokak sokak dolaşarak akşam evelerimize  gelmek ne kadar güzeldi… Tüm engelleri aşarak dünümüzü bu gün yaşayalım. Yoksa yarınlarımız hep “AHHH… KEŞKE… lerle geçecek!                                                                                        

Henüz yorum yapılmadı!

Bu içerik için yorum yapılmadı. Yorum yapmak için aşağıdaki formu kullanınız.

Yorum Yaz!

E-Posta adresiniz yayınlanmayacaktır.
* İşareti olan alanlar gereklidir.