Geçtiğimiz hafta Cuma Günü Azerbaycan Kars Başkonsolosu Sayın Nuri Guliyev ve Azerbaycan Dil, Tarih ve Kültür Birliği Derneği Başkanı Ziya Zakir Acar'ın ortaklaşa düzenlediği, Azerbaycan'ın 25. bağımsızlık yıldönümü programına, bende Başkonsolos Guliyev'in talebi üzerine bir konuşma hazırladım.

            Zaman darlığı yaşanacağından ötürü konuşma metnime bağlı kalmayıp, kısa başlıklar halinde konuşmamı tamamladım.

            Ancak siz değerli okuyucularımla konuşma metnimin tamamını paylaşmak istiyorum.   

            20 Orak 1990 Azerbaycan için yeni bir milat olmuştu.

            Azerbaycan halkı kararlıydı, Halk Cephesi Lideri Merhum Ebilfez Elçibey önderliğinde bağımsızlık uğruna attıkları adımdan geri dönmeyeceklerdi. Azadlık meydanında toplanan yüz binlerce insan, iman gücü ile tanklara karşı durmuş ve bağımsızlıklarını ilan etmişlerdi. 

            Azerbaycan halkının bağımsızlık mücadelesi, Sovyetler Birliğinin dağılmasına sebep olmuştu.  Bu durumu hazmedemeyen Rusya 20 Ocak 1990 hadiselerinin akabinde Karabağ olaylarını ateşledi.

            Vahşi Ermenilerin ve Kızılordunun barbarlığı, binlerce Azerbaycan Türk'ünün katledilmesine vesile olmuştu.

            Tabir yerindeyse Rusya 20 Ocak bağımsızlık yenilgisinin rövanşını Karabağda almaya çalışıyordu. 

            Türkiye ve dünya kamuoyunun dikkatini Karabağ'a çekmek için 1991 yılında Türkiye'de ilk Ermenileri telin mitingi Iğdır Azerbaycan Kültür Derneği Başkanı Merhum Av. İbrahim Bozyel, Genel Sekreter Cabbar Şıktaş, yönetim kurulu üyeleri Mecit Kumtepe, Taner Başaran ve Ekber Taner'in tertip komitesinde yer aldığı bir organize ile Iğdır'da yapılmıştı. Ulusal medya telin mitingine yoğun ilgi gösterdi. Ve bu haberlerin ardından Türkiye'nin dört bir köşesinde telin mitingleri yapılmaya başlandı. 

            1991 yılında Nahcivan kapısı henüz açılmamış ve bir servis köprüsü yapılmıştı.  

            Birinci derece askeri yasak bölge olan dilucuna dönemin iderecilerinden aldığım izinle gitmiş, köprünün ilk çalışmalarını görüntülemiştim.

            Nise halam ve Oğlu İbrahim'e misafir olmuştum.

 

            GORBAÇOVLA AYNI YASTIĞA BAŞ KOYDUK

            Azerbaycan'a ilk resmi gidişim 1992 yılıydı.

            Nise halanın oğlu İbrahim'le Azerbaycan'a gittim.  Bakü havalimanına indiğimizde yoğun bir kalabalık vardı. Savaş şehrin her yerinde kendini hissettiriyor, insanlar moralsiz ve keyifsizlerdi. Kaldırım kenarlarında işportacılık yapanlar havalimanını tabir yerindeyse istila etmişlerdi. İnsanlar evlerine, çocuklarının nafakasını götürmek için çalışmak ve mücadele etmek zorundaydılar. Azadlık meydanına ayak bastığımızda bir miting olduğunu gördüm. Kalabalık Ermenileri ve Rusları protesto ediyorlardı.

            Barbar Ermenilerin savaş kurallarını hiçe sayan tutumları, sivillere yönelik vahşi katliamları tarif edilir gibi değildi.

            Milliyet gazetesi bu habere ilk başta yer vermedi. Bu haberin illa da teyit edilmesi gerekiyordu. Bende bu yüzden Karabağ'a gitmek maksadıyla Azerbaycan'a gitmiştim. Azadlık meydanındaki işimi bitirdikten sonra Şehidler Xıyabanı'na gittim. Orada ki manzara inanılmazdı. Ağıtlar arşı inletiyor, göz yaşları sel olup akıyordu. Yaralı gazilerle konuşuyor, ne yaşadıklarını öğrenmeye çalışıyordum.

            Uzun süre Şehidler Xıyabanın da kaldım. Daha sonra tekrar geleceğim için oradan ayrıldım. Haberleşmenin çok zor olduğu Poşt (PTT) idaresine geldim.  30 dakikalık görüşme talebi yazdırdım.

            Gişedeki Kadın görevli 6 nolu kulübeye girebileceğimi söyledi.

            Azerbaycan'ın Cumhurbaşkanı Rus yanlısı Ayaz Muttalibov'du.

            Ahizeyi kaldırdım ve Milliyet gazetesi Erzurum Bürosuna gördüklerimi anlatmaya başladım.

            Ermenilerin öz be öz Türk toprağı olan Karabağ'da savaş kurallarını hiçe sayarak özellikle sivillere yönelik saldırılar gerçekleştirdiğini,  ele geçirdikleri asker sivil hepsine işkenceler yaparak şehit ettiklerini, esirlerin uzuvlarını kesip, gözlerini oyduklarını, vahşi ve barbar birer yamyam gibi hamile kadınların karnını yarıp çocuğunu ve kendisini öldürdüklerini anlatıyordum. Cumhurbaşkanı Ayaz Muttalibov'un ülkeyi yönetemediğini, Halk cephesi üyelerinin Muttalibov'un 29 Şubat'a kadar istifa etmesini istediklerini söylüyordum. Bir ara kulübenin dışında 20-30 kişilik bir yığınak olduğunu gördüm. Oradakiler yığılmış beni dinliyorlardı. İşin doğrusu biraz endişelendim. Nahcivan'lı arkadaşım  İbrahim durumu fark ettiğinden müdahale etti ve sürem dolmadan postaneden ayrıldık... 10 gün Azerbaycan'da kaldım. Milliyet gazetesi Azerbaycan temsilcisi Rehber Beşiroğlu ile Karabağ'a gitmek üzere hazırlık yaptık, ancak bölgede savaş ve karmaşa büyük olduğu için gidişimize izin vermediler.

            Çaresiz Nahcivan'a döndüm.

            Gördüklerimi Merhum Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev ile paylaştım. Aliyev, "Durum çok vahim biliyorum. Karabağ'da talan var. Kardeşlerimiz katlediliyor. Gıda ve kan bağışı yardımları yapılmalı" diyordu. Hemen Türkiye'ye geçtim ve elimdeki bilgi, belgeleri toparlayıp hem Yeşil Iğdır gazetesinde yayınladım. Hem de Milliyet gazetesinde yayınlansın diye yolladım. O yıllarda yapmış olduğum haberlerin tamamı Milliyet gazetesinde yer buluyor, yayınlanıyordu.

         1992 yılında Iğdır, il oldu.

         1992 yılında Dilucu sınır köprüsü tamamlanıp açılışı yapıldığında da oradaydım. Merhum 9. Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel ve Merhum Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev'in katıldığı açılış görülmeye değerdi.

         Artık Nahcivan'a rahat rahat gidip geliyor, en üst düzey kişilerle görüşüyor, Nahcivan'ın Türkiye ve dünya kamuoyuna duyurulması gereken mesajları daha hızlı bir şekilde iletiyordum.

         Nahcivan ve Azerbaycan'ın, daha da ötesinde Türk dünyasının önemli liderlerinden birisi olan Haydar Aliyev ile tanışmak, onun elini öpmek, verdiği talimatları yerine getirmek benim için bambaşka bir duyguydu.

         Her Nahcivan'a gittiğimde Âli Meclis'e gider, bir ağsakkal gibi Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev'in elini öper, röportaj yapardım.

         Şimdi ki Cumhurbaşkanı Sayın Vasıf Talıbov'u da orada tanımıştım. Merhum Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev'in sağ kolu, sır küpü, gölgesi gibiydi. Haydar Aliyev'in özellikle Türkiye ile haberleşmesini Sayın Vasıf Talibov yapardı.

         Halkın yoğun talebi ve isteği üzerine Nahcivan Âli Meclis başkanlığına gelen Haydar Aliyev, kısa sürede çok şey yapması gerektiğini biliyordu.

         Bir yandan Rusları bir an önce Nahcivan'dan çıkarmalı, bir yandan da Milli orduyu kurmalıydı.

          Azerbaycan'ın Kanuni Milli Ordusu Nahcivan Özerk Cumhuriyeti Devlet Milli Müdafaa Komitesi 1991 yılının 07 Eylül'ünde, Merhum Haydar Aliyev tarafından kurulmuştu. 1992 yılının 15 Ağustos'unda da Nahcivan'da Türk şenliği vardı. 75. Rus Tugayı Nahcivan'dan gönderiliyor ve tüm silah ve gereçlerine el konuluyordu. Azerbaycan'ın ilk Milli Ordusu Nahcivan'da varlığını hissettirmeye başlamış ve "Kirov Caddesi, Atatürk Caddesi" yapılmıştı.

        

         Henüz yeni tanışmıştık...

         Azerbaycan'ın eski İçişleri Bakanı İskender Hemidov, sokak çocuğuna yakışmayacak davranış sergileyip Merhum Haydar Aliyev'i  tehdit ederek; Nahcivan'a geliyorum, kolundan tutup seni o makamdan atacağım demişti. Bu sözün hemen akabinde öğlenden önce Sayın Vasıf Talıbov ile birlikte makama girdiğimde, Merhum Aliyev aynen şöyle demişti: "Görürsen mi İskender'in danışığını, istiyir ki gardaş gırğını salsın. Ne danıştığını bilmir." dedi. Vasıf bey beni önceden bilgilendirdiğinden bende "o gelet eliyir" demiştim.  Azerbaycan İçişleri bakanı İskender Hemidov o kadar azıtmıştı ki, dediğini yapmaya yeltenmiş,  Nahcivan'a gelmek üzere yola çıkmıştı. Tam o esnada Vasıf bey, Elman bey ve ben öğlen sonrası yine Merhum Haydar Aliyev'in makamındaydık...

         Elman bey hemen konuya girdi ve  "Sayın Cumhurbaşkanım, havalimanında önlemler alındı, İskender Bey iniş yapamaz, yapsa da haddi bildirilecektir." diyordu.

         Yani Hava alanına iner inmez taşkınlık yapacak olsa vurulacaktı.

         Elman Abbasov ile başlayan dostluğumuz savaş cephesinde de devam etti.

         Ben, 1992 yılında yine Merhum Haydar Aliyev'in makamına ziyarete gitmiştim. Elini öptüm, halını hatırını sordum. Sonra da "Aldığım duyumlara göre, Karabağ'da çatışmaların şiddetlenmesini fırsat bilen Ermenilerin, Nahcivan'a, Sederek bölgesinden saldıracaklar. Şu anda o bölgeye yığınak yapıyorlar ve ben gidip o bölgeyi görmek istiyorum." dedim.

         Âli Meclis Başkanı Merhum Haydar Aliyev de bana bir yazı yazdı ve bunu Elman Bey'e ver dedi. Hemen Karargaha gittim. Karargahta beni yüksek seviyede karşılayan can dostum Elman Abbasov'a yazıyı verdim. Çayımız biter bitmez beni bir araçla Seredek'e yolladı. Sederek'te bulunan askeri birliğe girdik ve bir süre araçla gittikten sonra araçtan inip Mil Tepesi'ne çıktık... Etrafımda onlarca asker ve komutanlar vardı. Saatlerce onlarla orada inceleme yaptım. Her anın fotoğrafını çektim. Elimde çok gelişmiş fotoğraf makineleri olmadığı için olanla yetiniyordum. Ermenilerin çimento fabrikası istikametinde bir hareketlilik olduğunu çıplak gözle görüyorduk...

         İşimi bitirdim, dost olduğum asker ve subaylardan ayrılıp Nahcivan'a döndüm.

         Gördüklerimi ve yazacaklarımı Merhum Cumhurbaşkanımıza ilettim. Onay verdi ve ertesi gün Türkiye'ye döndüm.

         Milliyet gazetesi ve Yeşil Iğdır gazetesinde manşetten haber yayınlandı.

         Ermeniler, Nahcivan sınırına yığınak yapıyor başlığı ile haber Türkiye ve dünya kamuoyunda geniş yankı buldu.

         Aradan kısa bir süre geçti, tahminen 10 gün kadar. Ermeniler azgın, saldırgan tutumlarını şimdi de Nahcivan'a çevirmiş ve Sederek'e saldırmışlardı.

         Yoğun top atışları ve çatışmalar başlamış, sivil halkın üzerine bombalar yağıyordu.

         Savaşın yarattığı o ağır psikolojiyle hemen Nahcivan'a gittim. Âli Meclise vardığımda yoğun bir gündem vardı. Merhum Haydar Aliyev gelişmeleri özellikle Türkiye'ye iletiyor, olaya hakim olmaya çalışıyordu.

         Milli Ordu yeni kurulmuş, ağır silahları yok denecek kadar azdı.

         Âli Meclis'te görüşmelerim bitti ve açıklamaları aldıktan sonra Genelkurmaya gittim. Elman Bey yerinde yoktu. Cepheye gittiğini söylediler. Kiraladığım araçla Sederek'e doğru yola çıktım. Sederek sınırına geldiğimde yolu kesen askerler geçiş izni vermediler. Araçtan indim askerin yüzünden öptüm ve "Alnımıza ne yazılmışsa o olur. Ben o karargaha gideceğim." dedim ve yolu açtırdım.

         O çatışmanın ortasında Mil Tepesi'nin hemen dibindeki karargaha nasıl girdim doğrusu mucize gibiydi. Beni gören komutanlar şaşırdı. Hemen Elman Abbasov'a haber verdiler. Elman Bey beni görür görmez, boynuma sarıldı ve koruma içgüdüsüyle bana kızarak “Ne işin var burada, nasıl geldin?” dedi.

         Ben de hiç unutmam, "Senin ne işin var burada?" demiştim.

         "Ben askerimin yanında olmalıyım. Askerlerime moral vermeliyim. Ermenilerin ilerlemesini engellemeliyim." diyordu.

         Ağlamamak için çok dirensem de, yalnız kaldığımda çok ağladığım olmuştu. Çünkü tanıdığım, arkadaş olduğum birçok şehidimiz vardı. Hatta 10 gün önce saatlerce Mil Tepesi'nde beraber inceleme yaptığım, 5-6 subay arkadaşım şehit olmuştu. Zaten tanıdıklarımın biri hariç tamamı şehit oldu. Bir binbaşı yaralı olarak Türkiye'ye getirildi ve Erzurum Araştırma Hastanesi'nde diğer yaralılarla beraber tedavi edildi.

         Nahcivan için Bir şeyler yapmam gerekiyordu.

         Her gün Nahcivan'a gidiyor, Sederek'te yaşanan savaşı takip ediyor, Elman Bey'den bilgi alıyor, Merhum Haydar Alivey'in mesajlarını Türkiye ve dünya kamuoyuna duyurmaya çalışıyordum.

         Bir gün yine Nahcivan'a gitmeye hazırlanırken Karakoyunlu- Aralık istikametinde bir askeri konvoy gördüm. Tank, top ne ararsan vardı. Karakoyunlu ilçesi, Alican sınır kapısının önünden geçtikleri esnada  fotoğraflarını çektim. Tankların namlusu tam da Ermenistan'ı gösteriyordu.

         Milliyet gazetesinde iki gün sonra manşet şöyle çıkmıştı. "Namlular Ermenistan'a"

         Bu haberin ardından dünya kamuoyunun dikkati bir anda Iğdır'a, Nahcivan'a çevrilmişti.

         Bir gün sonra onlarca basın kuruluşu Iğdır'a akın etmiş, yaklaşık 15 kişilik basın mensubunu Nahcivan'a, Âli Meclis'e götürmüştüm. Âli Meclis Başkanı Merhum Haydar Aliyev, gelen gazetecilerin sorularını yanıtlıyor, zaman zaman anlaşılmayan cümlelerin tercümesini ben yapıyordum.

         Bir gün sonra yine Milliyet gazetesinde "Ermenilere Göz Dağı" başlığı ile farklı bir haberi manşete taşımıştık...

         CEPHANE PATLADIĞI GECE BEN NAHCİVANDAYDIM

         9 Milyon dolar değerindeki cephaneliği Ermeni çeteleri patlatmıştı.

         Hem Nahcivan halkı, hemde Azerbaycan halkı çok sıkıntı çekti. Şehitler verdi. Bedeller önendi. 1993 yılında Azerbaycan Cumhurbaşkanlığına seçilen Merhum Haydar Aliyev, dünya siyasetine entegre olarak, atılımlar yaptı ve kısa sürede Azerbaycan'ın toparlanmasına, gelişmesine, kalkınmasına öncülük etti.

         Aliyev, öyle bir sağlam temel attı ki, bağımsızlığı korumak kollamak, geliştirmek, bağımsızlık kadar önemlidir sözünü altın harflerle  Azerbaycan tarihine yazdırdı.

         Bu gün Azerbaycan'ın genç, başarılı, cesur lideri İlham Aliyev eğer başarılı ise, şüphesiz ki bu Atasının attığı sağlam temellerden kaynaklanmaktadır.

         Bu gün Azerbaycan Orta Doğu'nun, Orta Asya'nın parlayan yıldızı, Türkiye'nin en yakın dostu ve kardeşidir.

         15 Temmuz olaylarında sabaha kadar uyumayıp gelişmeleri takip eden ve ilk geçmiş olsun ziyaretine gelen yine Azerbaycan'ın genç, başarılı lideri İlham Aliyev olmuştur. 

Henüz yorum yapılmadı!

Bu içerik için yorum yapılmadı. Yorum yapmak için aşağıdaki formu kullanınız.

Yorum Yaz!

E-Posta adresiniz yayınlanmayacaktır.
* İşareti olan alanlar gereklidir.