Cabbar ŞIKTAŞ ÇIĞLIK SESİ, KAN KOKUSU VE HOCALI
Tarih : 2020-02-20
Tüm Yazılar

Cabbar ŞIKTAŞ



ÇIĞLIK SESİ, KAN KOKUSU VE HOCALI 

1992 Yılının 18 Mayıs’ına kadar Azerbaycan’ın Cumhurbaşkanı Rus yanlısı Ayaz Muttalibov’du. Rus destekli Ermeni çeteleri silahsız ve savunmasız Karabağ’a bir gece ansızın saldırmış 21. Yüzyılın en kanlı vahşetinin tarihe geçmesine sebep olmuşlardı. 

Milli duyguların tavan yaptığı 1990 yılında, Halk Cephesi Lideri ve 15 ay Cumhurbaşkanlığı yapan Merhum Ebulfez Elçibey, 1990 halk harekâtını başlatarak SSCB’den Azerbaycan’ın ayrılmasını sağlamış, bunu bastırmak için Kızıl ordu Bakü sokaklarına girmiş ve yüzlerce Azerbaycan Türk’ü bağımsızlık uğruna şehadete ermişlerdi. 

Ruslar Azerbaycan’ın bu başkaldırısını hazmedemiyordu. Ama hiçbir Azerbaycan’lının aklından geçmezdi Rusların Ermeni çeteleri ile birlikte Karabağ’a saldıracağı. Bir gece ansızın saldırmış kimsesiz, silahsız, savunmasız, çocuk, yaşlı, kadın, genç demeden kurşuna dizmişlerdi. 

Tarih 1992 Şubat ayı ve hava oldukça soğuktu. 

Bakü’nün meşhur rüzgârı şehitlik hıyabanında şehit yakınlarının gözyaşlarını savuruyor, feryatlarını arşa taşıyordu. 
O gün oradaydım, Karabağ savaşında gazi olan vatan evlatları silah arkadaşlarının defin törenine katılmak için gelmişlerdi. Fotoğraflarını çektim, röportaj yaptım. Öyle şeyler anlatıyorlardı ki insanın kanı donuyordu. Bunu yapan insan olamaz diyordum içimden. 

Saatlerce şehitler hıyabanında kalmış gelen gazilerle, şehit yakınları ile konuşmuş, notlar almıştım. Beni Bakü’ye gönderen Millet gazetesi Erzurum Bürosuna biran evvel haber geçmeliydim. Poşt idaresine (PTT)’ye gittim. Yarım saatlik görüşme talebinde bulundum ve beklemeye başladım. 

Sıram geldiğinde notlarımı Milliyet Erzurum Büro Şefi Macit Gürbüz’e aktardım. Ruslar ve Ermeniler bastıkları köylerde insanların uzuvlarını kesiyorlar, hamile kadınları öldürmeden karınlarını deşip çocuklarını çıkarıyorlar. Gözlerini oyuyorlar, ellerini ayaklarını kesiyorlar, tecavüz ediyorlar, yaşlı, çocuk, kadın demeden öldürüyorlar diyordum. Ben anlattıkça hayretlere kapılan Şefim şu cümleyi kurmuştu: “Sen ne diyorsun Cabbar” Bende; bunlar gerçek şefim. Maalesef Ruslar ve Ermeni çeteleri Karabağ’da resmen katliam yapmakta, insanlık suçu işlemektedirler demiştim. 

Ben bunları söylerken telefon kulübesindeydim. Hiç farkında değildim. Meğerse ben haberi geçerken birçok kişi de kulübenin önüne toplanmış beni dinliyorlardı. Nahcivan’dan alıp mihmandar olarak yanımda getirdiğim dostum kolumdan tutup hadi gidelim dedi ve benim alıp Postaneden çıkardı. 

Dışarı çıktığımızda “ortalık KGB kaynıyor. Ayaz Muttalibov bizi aldırır” dedi ve kendimizce oradan uzaklaşarak güvende olduğumuzu düşündük. Türkiye’ye gelmek istemiyordum. Her gün haber geçmek, Azerbaycan’ın içinde bulunduğu o vahim durumu ayrıntıları ile anlatmak istiyordum. Bu arada Karabağ’a gitmek için izin talebinde bulundum. O dönem Milliyet Gazetesinin Bakü Temsilcisi Rehber Beşiroğlu’nu buldum. Karabağ’a gitmemiz gerekiyor dedim. Çok zor ama ben izin almaya çalışacağım dedi. Bir iki gün sonra yine buluştuğumuzda izin vermediler demişti. 

Aslında tek başıma da gidebilirdim, ama yol izi bilmiyordum. Önüme ne çıkacak onu da bilmiyordum. Halk Cephesine giderek, yapılan mitinglere katılarak gündemi yakalamaya çalışıyordum. Pasaportum yoktu, sadece nüfus cüzdanım vardı. Onu da kimseye göstermiyordum. Şivemde son derece temiz bir Nahçivan şivesiydi. Herkes beni Nahçivan’lı biliyordu. Doğrusu bende bu durumdan hiç rahatsız değildim.  

Günlerce Bakü’de kalmış Hocalı, Şuşa, Ağdam, Hankendi, Kelbecer, kısacası Karabağ hadiselerini izlemeye çalışıyordum. 

Şuna emin olunuz ki Azerbaycan’dan Karabağ haberlerini ilk dünya basınına aktaran ve Ermeni çetelerinin vahşiliğini duyuran gazeteci bendim. Milliyet gazetesinde Ermeni vahşiliği yayınlandıktan sonra diğer gazetelerde bu dili kullanmaya başladı. 

Mil-Ha Genel Müdürüm Taner Atilla ve Erzurum Büro Şefim Macit Gürbüz bana güvenmiş, inanmış ve dediklerimi kayda alarak haber geçmişlerdi. 

İlk başlarda böyle bir katliamın olmayacağını, böyle bir vahşiliğin yaşanmayacağını tahmin ediyorlardı. Ama hepsi gerçekti. Gözü dönmüş Ermeni’ler vahşilikte sınır tanımıyor, insanları işkenceyle öldürüyorlardı.  

ALİYEV’İN DİPLOMATİK HAMLELERİ

1992 yılında Nahçivan Ali Meclis Başkanlığına seçilen Umum lider Haydar Aliyev, Karabağ’ın en ağır şartlarında iki şeye çok önem veriyordu. 

Birincisi Nahcivan ve Azerbaycan’da milli duyguları kabartarak halkın Karabağ’ı sahiplenmesini, cepheye gitmesini sağlamaktı. 

İkincisi de diplomatik ilişkileri güçlendirerek Ermenilerin vahşiliğinin dünya kamuoyu tarafından bilinmesini sağlamaktı. 

Her ikisinde de oldukça başarılıydı. Yaptığı açıklamalar dönemin Ermenistan Cumhurbaşkanı ile söz düellosuna kadar varmıştı. 

Bana bizzat verdiği talimatlarla özel haberler yazdırarak dünya kamuoyunun dikkatini Karabağ olaylarının üzerine çekiyordu. 

Ermeniler Umum lider Haydar Aliyev’in yaptığı açıklamalar ve ortaya koyduğu siyasi fikirler neticesinde Karabağ’da ki varlıklarının bir kısmını Nahcivan sınırına kaydırmış ve Nahcivan’a savaş açmışlardı. 

Azerbaycan’ın ilk milli ordusunu Umum lider ilk olarak Nahcivan’da yaratmıştı. Orduyu gayri resmi olarak Türk subaylar eğitiyordu. Kısa sürede birkaç aylık eğitimle insanlar savaş cephesine koşmuşlardı. 

Savaşın en şiddetli olduğu dönemde yine Umum lider Aliyev’in talimatıyla Sederek sınırında savaş öncesi bulunmuş ve Ermeniler Nahcivan’ın Sederek  sınırına yığınak yapıyor diye haber yapmıştım. 

Zaten bu haberden yaklaşık 15 gün sonra da savaş başlamıştı. 

Karabağ’da yol iz bilmediğimden ve izin verilmediğinden savaş cephesine gidememiştim. Ama Nahcivan’da Umum lider Haydar Aliyev’in öz el yazısı ile aldığım izinle savaş cephesine Şefim Macit Gürbüz ile birlikte gitmiş saatlerce savaş cephesinde kalmıştım. 

Dönemin Genel Kurmay Başkanı Merhum Elman Abbasov yıllar sonra yazdığı kitapta benden Askerim diye bahsetmişti. 

Azerbaycan Kars Başkonsolosu Nuri Guliyev’in Iğdır’da Umum lider Haydar Aliyev’in doğum günüyle ilgili düzenlediği bir programda konuşurken şöyle demiştim. “Biz katliam yapmasını bilmeyiz. Merhamet sahibiyiz, katliam yapamayız. Savunmasız, çocuk, yaşlı ve kadına asla dokunamayız. Bizler Ermeni çeteleri gibi vahşilik yapamayız. Savaş meydanından kaçmaz, ancak savaş kurallarını ihlal etmeyiz.” Demiştim.  

Ama karşımızdaki vahşi Ermenilerin böyle bir ilkesi, ahlakı olmadığından çok canlar yitirdik. Çok insanımızı kaybettik, çok acılar çektik ama buna rağmen aynı karşılığı vermedik. 

Hocalı katliamında ki çığlık sesleri halen kulaklarımızı tırmalıyor. Akan masumların kanları, halen kurumamış ve halen tüylerimizi diken diken eden o isyan dolu koku burnumuzdan gitmiş değil. 

Hocalı katliamının üzerinden 28 yıl geçti, acılarımız hiç dinmedi. Feryatlarımız hiç azalmadı. “Hocalıyı unutmadık, unutmayacağız, unutturmayacağız” sloganımızı hiç eksik etmedik…

25 Şubat’ı 26 Şubat’a bağlayan gece, Hocalı ’da Ermeni çetelerinin vahşi saldırıları sonucu hayatını kaybeden yurttaşlarımızı Rahmetle yad ediyorum. 

Ruhunuz şah, mekanınız cennet olsun.

 

Henüz yorum yapılmadı!

Bu içerik için yorum yapılmadı. Yorum yapmak için aşağıdaki formu kullanınız.

Yorum Yaz!

E-Posta adresiniz yayınlanmayacaktır.
* İşareti olan alanlar gereklidir.