KORONA VİRÜSÜN EKONOMİK, SOSYAL VE SİYASAL ETKİLERİ-3

Bu yazıda daha çok Türkiye’nin korona virüs ile mücadelesi ve etkileşimi konuları ön plana çıkarılmaktadır. Bunun yanında Çin ve Dünya ekonomisine ait bazı verilerde sunularak etkileşimin anlaşılmasının kolaylaşması amaçlanmaktadır.

Korona virüs mücadelesinde temel amaç; Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de virüsün yayılmasını olabildiğince geciktirmek ve yavaşlatmaktır. 10 Mart 2020 tarihinde ilk vakanın görüldüğü Türkiye’nin bu mücadelede başarı olmasını sağlayacak en güzel sonucun ise aşının Türkiye’de bulunmasını dilemektir.

Tüm dünya ülkelerinin bu virüs krizinden farklı boyutlarda etkilenecekleri söylenebilir. Bu farklılığı belirleyen ise virüsün yayılma derecesi, ülke ekonomisinin turizme ve dış dünyaya bağlılık düzeyi ve büyüklüğü, yönetim yapısı gibi hususlar etkili olacaktır. Ancak tüm bunlara rağmen, Ülke ekonomilerinin etkilenme derecelerini bu aşamada kestirmek zor olsa da önemli bir olumsuz iktisadi etkinin ortaya çıkacağı kaçınılmazdır. 

Bu süreçte firmalar yatırımlarını askıya almakta, bireyler tüketimlerini kısmakta ve petrole olan talep veya kısaca küresel talep azalmaktadır. Böylece, özellikle hammadde ihracatçısı (Avusturalya, Brezilya gibi) ve petrol ihracatçısı (Suudi Arabistan, Rusya, Bahreyn, İran, Azerbaycan, Katar gibi ülkeler) ülkelerin olumsuz etkilenme düzeylerinin yüksek olacağını söylemek olasıdır. Yine turizm gelirleri yüksek olan İtalya, İspanya ve Türkiye gibi ülkelerinde olumsuz etkileneceği söylenebilir.

Krizden Türkiye’nin avantajlı çıkacağını gösteren hususlarda bulunmaktadır. Özellikle petrol ve doğalgaz fiyatlarında yaşanan düşüş önemli bir enerji ithalatçısı ülke olan Türkiye’ye olumlu yansıyacaktır. Çin'den boşalan küresel lojistik ve tedarik zincirleri açısından da Türkiye avantaj yakalayabilecektir. 

IMF, Çin'in büyüme oranını 5,6 olarak revize etmiş durumdadır. Bu oran 1990 yılından beri öngörülen en düşük büyüme hızı anlamına gelmektedir. Çin’deki büyüme oranındaki düşüş birçok dünya devinin üretiminin önemli bir kısmını Çin’de yapıyor olması nedeniyle dünya ekonomik büyümesine de olumsuz yansıyacaktır.
Çinli turistler en çok para harcayan gruplardan biridir. Yılda 150 milyon Çinli yurtdışına çıkmakta ve yaklaşık 280 milyar dolar para harcamaktadır. Amerikalı turistlerin harcama miktarı ise yaklaşık 150 milyar dolardır. Bu durum dünya turizmi açısından kara bir yılın olacağını göstermektedir. Dünyadaki gelinliklerin yaklaşık yüzde 80'inin Çin'de üretildiği belirtilmektedir. Çin’de, Yılda 500 bin tondan fazla bal üreten 300 bin civarında üretici olduğu tahmin ediliyor. Bu basit veriler bile Çin’de ortaya çıkan virüs etkisinin hem dünyayı hem de Türkiye’yi etkileyeceğinin birkaç göstergesidir.

Dünya Bankası verilerine göre, 2001'de 1,7 trilyon dolar gayri safi milli hasılası olan Çin'in ekonomik büyüklüğü 19 yılda 14 trilyon dolara yükselmiştir. Yine, 2003 yılında yüzde 5,3 olan dünya ticaretindeki payı 2019 itibariyle yüzde 12,8'e yükselmiştir. Sonuç itibarıyla şu tahmini yapmak mümkündür; IMF’nin 1,1 trilyon dolar olarak tahmin ettiği bu krizin dünya ekonomisine maliyeti 2 trilyon doların üstünde olabilecektir.

Dünyadaki GSYH sıralamasına göre yaklaşık olarak; ABD 19 trilyon dolarla birinci, Çin 14 trilyon dolarla ikinci, Japonya 4,5 trilyon dolarla üçüncü, Almanya 3,5 trilyon dolarla dördüncü, İngiltere 3 trilyon dolarla beşinci, Fransa 2,5 trilyon dolarla altıncı, Hindistan 2,2 trilyon dolarla yedinci, İtalya 2 trilyon dolarla sekizinci, Brezilya 1,9 trilyon dolarla dokuzuncu ve Kanada 1,6 trilyon dolarla onuncu sırada yer almaktadır. Türkiye ise 750 milyar dolarla onsekizinci sırada yer almaktadır.

Türkiye’nin 2019 yılı turizm geliri 34,5 milyar dolardır. Bunun GSYH’ya oranı %4,7’e tekabül etmektedir. Bu şu anlama gelmektedir ki, virüs krizi devam ederse ve Türkiye turizmi %50 azalırsa varsayımı ile yaklaşık 17 milyar dolar turizm geliri kaybı etmektedir ki,  GSYH’nın %2,3’üne denk düşmektedir. Bu nedenle, Türkiye diğer ülkelerde olduğu gibi bir kısım destek programı ile bir dizi önlemler almaya çalışmaktadır.
Türkiye ve genel olarak bazı konularda neler beklenebilir?
Dünya ve Türkiye’de “emisyon (para basma)” yöntemi tercih edilecektir. Buna bağlı olarak da enflasyonun artması muhtemeldir. 

Türkiye’de büyüme oranının yüzde 5’in altına düşmesi muhtemeldir.
Cari açık petrol ve doğalgaz fiyatlarındaki düşüşe bağlı olarak önemli fazla verebilir. 
Dövizdeki dalgalanma krizin etkisine bağlı olarak değişecekir.
Çin’den boşalan bir kısım alanlarda avantajlar ortaya çıkabilecektir. Örneğin Türk tekstil ürünlerine talep artabilir.
Türk sağlık ve eğitim sektöründe köklü değişimler ortaya çıkabilecektir.
Türkiye birçok ülkede olduğu gibi para basma yolunu seçebilir. Üretim olmadan para basmanın karşılığı enflasyon olmasına rağmen, bu zorunlu olacağa benzemektedir. Basılan bu para işsizlik ödemesi ve çeşitli teşvik amacıyla kullanılabilir.

Hazinenin merkez bankasından kullanacağı paranın artırılması için yasal düzenlemeler yapılabilir.
Kriz uzun sürerse “fakirlik kısır çemberi” denilen döngü (gelir yoksa tasarruf olmaz-tasarruf yoksa yatırım olmaz-yatırım yoksa gelir olmaz….) tüm ülkelerde olacağı gibi Türkiye’de de olabilecektir. Bu nedenle Keynesyen model uygulanmalıdır ki, uygulanan politikalar bu yöndedir. Yani devletin destek ve yönlendiriciliği ön plana çıkarılmalıdır.
Virüsün daha çok 65 yaş üstü nüfus için etkili olduğu bilinmektedir. Bu nedenle, Türkiye’deki ölüm oranlarının gelişmiş ülkelerden çok daha az olması beklenmelidir. Çünkü Türkiye’de 65 ve üzeri nüfus oranı yaklaşık %8,5 iken, bu oran ABD’de %20, Üst Gelir Grubu Ülkelerde, %18, OECD ortalaması %17 ve dünya ortalaması %9’dur. 
Sağlık sektörünün yüksek düzeylerde veya tamamen özelleştirilmesi kriz dönemlerinde ciddi sorunlara sebep olabilecektir. Eğitimde de aynı durum söz konusudur. Kısaca, “öğrenme hakkı” ve “yaşama hakkı” konuları devletin güvencesi ve kontrolünde olması durumunda daha etkin olmaktadır denilebilir. Türkiye’deki durumda bu yöndedir. Örneğin sağlık sektörü açısından bakıldığında; Sağlık Bakanlığı verilerine göre; toplam yaklaşık 150 bin olan hekimlerin yüzde 82’si kamuda çalışmaktadır. Yine toplam 1500 civarındaki hastanelerin %63’ü, yaklaşık 230 bin civarındaki hastane sayısının %82’si, Yaklaşık 40 bin civarında olan yoğun bakım yatak sayısının ise 25 bininin kamuya ait olması bu sektör açısından olumlu bir durum olarak değerlendirilebilir.

Toplum, ekonomi ve insan üzerinde etkisi: Bahtiyar Vahapzade’nin şu iki mısrası bilinmektedir.
 “Gorhuram dünyada bir zaman gele,
İnsanlar yaşaya insanlık öle.”

İşte insanlık bu süreci yaşamaktaydı. Şimdi herkes, insanın ve insanlığın yaşatılması gerektiğini düşünecektir ki, virüsle mücadele edilirken bunun örnekleri özellikle sağlık sektöründe tüm ülkelerde görülebilmektedir. Diğer taraftan, ekonomi bilimi şöyle tarif edilmektedir: “sınırlı dünya kaynaklarını sınırsız insan istekleri doğrultusunda rasyonel olarak değerlendiren bilim”. Buradan anlaşılmaktadır ki, insanın istekleri sonsuzdur. Yani isteğin birisi dünya kaynakları ile giderildiğinde diğeri başlayacaktır. Bu da insanın sınırsız isteklerine gem vurmadığı sürece hem dünyanın hem toplumların hem de insanın kendisinin mutlu olamayacağı anlamına gelmektedir.

 Oysa insanlığı yaşatan ve özellikle Müslüman ülkelerde aslında bir mutluluk sınırı var. Bu da “namerde muhtaç olmama” düzeyidir. Eğer uygulamada bu felsefe devlet, toplum ve insanlar tarafından kavratılabilirse, virüsün gelecek açısından şöyle bir etkisi olabilecektir: yetinen, bölüşen, diğer insanları düşünen, az kaynak ile de yaşanabildiğini bilen, tasarruf eden, gösterişten uzak, doğa ile barışık, tüketim çılgını olmayan kısaca insanlığın yaşatıldığı bir düzen ve dünya ortaya çıkabilecektir.
Son söz: Dünya petrolsüz yaşanabildiğini ancak gıdasız yaşanamayacağını öğrendi. Bu nedenle, tarım sektörü ve çevre temizliği ve korunmasının önemi de anlaşılmış oldu.
Sağlıklı ve virüssüz günler temennilerimle….

Henüz yorum yapılmadı!

Bu içerik için yorum yapılmadı. Yorum yapmak için aşağıdaki formu kullanınız.

Yorum Yaz!

E-Posta adresiniz yayınlanmayacaktır.
* İşareti olan alanlar gereklidir.