Arslantürk AKYILDIZ TARİHTE SALGIN HASTALIKLAR
Tarih : 2020-04-09
Tüm Yazılar

Arslantürk AKYILDIZ



TARİHTE SALGIN HASTALIKLAR
2019 yılının sonlarında Çin’de başlayıp dünyayı kısa zamanda tesiri altına alan, Corona ( Covid-19 ) virüsü, tarihte benzerleriyle kıyaslandığında, çok hızlı bir yayılma göstermektedir. Hemen hemen dünyanın her yerine görülen  bu salgın, kelimenin tam manasıyla devletleri ve dolayısı ile insanlığı esir almış durumda. Dünya Sağlık Örgütü , durumun ciddiyetini kısa zamanda anladığını “ Pandemi “ ilan ederek göstermiştir.
 
 Çıkış şekli ile ilgili birçok senaryo ortaya atılıyorsa da  , aslında  kimsenin kesin bir şey bilmediği bu yeni tehlikenin  , işi nereye kadar götüreceği de kestirilemiyor. 
  Şu ana kadar bildiğimiz virüslerden farklı bir karakter taşıdığı için, teşhis ve tedavisinde adeta el yordamı ile hareket ediliyor. Başta ülkemiz olmak üzere, dünyanın her tarafında ki devletler,  bu büyük ve tehlikeli salgınla baş edebilmek için çok yoğun bir çaba sergilerken, bilim camiası da teşhis ve tedavi ile ilgili ciddi savaş veriyor. 
Salgın hastalıklar, tarih boyunca dünyanın her yöresinde, devletlerin, milletlerin ve insanların hayatını derinden etkilemiştir. Hastalıkların tarihini dikkate almadan, Sosyo-ekonomik, Siyasal, Kültürel, Dinsel, Kırsal ve Şehir tarihi yazmak, gündelik yaşamı veya savaşı anlatmak oldukça zordur.
 
  Tarihte , insanlık alemine uzun yıllar büyük acılar yaşatan salgın hastalıklara rastlanmaktadır. Tarihin çeşitli safhalarında karşılaştığımız Veba, Kolera, Çiçek, Sıtma, Tifüs  gibi salgınlar içerisinde, hiç şüphesiz en uzun süren ve en fazla can alan  ve güçlü travmalara yol açan bela,  Vebadır. 
 
Ortaçağ  Avrupa’sın da,  Veba hastalığı ” Kara Ölüm” olarak bilinirken, İslam dünyası ve Osmanlı Devletinde “ Taun “ veya  “ Veba “ olarak adlandırılmaktadır.  Veba,  öldürücü her türlü salgın hastalığı ifade ederken, Taun  “ Hıyarcıklı Veba” nın karşılığı olarak kullanılmıştır. Hastalığın tanımı yapılırken “ Her Taun, Vebadır, Fakat Her Veba Taun Değildir” yaklaşımı ortaya konulmuştur. Hastalığın salgın hali ise “ Veba-yı Müstevli “ kelimesi ile  ile karşılık bulmuştur. 
 
Bu hastalığın ne zaman ortaya çıktığı tam olarak bilinmemekle beraber , M.Ö. 2000’li yıllara kadar uzandığı kabul edilen Gılgamış Destanında,  Vebanın varlığı görülmektedir. M.Ö 8.YY.’ a ait kaynaklarda, Mezopotamya bölgesinde Vebanın varlığından söz edilmektedir.
 
Bu salgın , dünyada,   18.y.y.’ın sonlarına  kadar yoğun  etkisini sürdürmüş , gerek ticaret yolları, gereklerse savaşlar sebebiyle kıtalararası yayılma göstermiştir. Salgın sonucu, 14. Y.Y’ da Avrupa nüfusunun üçte biri yok olmuştur. Bu yıllarda,  bazen Vebadan ölenlerin çokluğu yüzünden definlerin yetiştirilememesi yüzünden, cenazelerin  denizlere atılması, durumun korkunçluğunu ortaya koymaktadır. Hayatta kalanların yaşamları hiçbir zaman eskisi gibi olmamış ve insanlar uzun yıllar büyük bir travma ve korku içinde yaşamak zorunda kalmışlardır.
 
Veba salgının, Anadolu’da büyük acılara ve toplumsal travmalara yol açtığını kayıtlardan öğrenmekteyiz.  Roma ve daha sonraki Bizans hakimiyetleri dönemlerinde   var olduğunu bildiğimiz Veba salgını, Anadolu Selçuklular döneminde de büyük toplumsal facialara yol açmıştır.
 
I. Kılıç Arslan döneminde pek çok kişinin ölümüne sebep olan Veba salgını, II. Mesut döneminde 12.000 kişinin hayatını kaybetmesine yol açmıştı. Bu salgın II. Kılıç Arslan, 1. Alaeddin, 2. Gıyaseddin dönemlerinde de binlerce can almıştır. Bu salgınlarda hayatını kaybeden binlerce kişi arasında meşhur isimlerden, Kadı Burhaneddin ve ailesi de bulunmaktaydı.
 
Fetih öncesinde , birçok defa  Veba salgını ile karşılaşan İstanbul, Osmanlı Devletinin idaresi altına girdikten sonrada  bu faciaları defalarca yaşamıştır. Zaman zaman şiddetini artıran bu salgınlarda, binlerle ifade edilen tarvmatik ölümler sonrasında, cenazelerin bir kasımının gömülmesi mümkün olmadığı için, denize atıldıkları birçok kaynakta zikredilmektedir.
 
II. Selim, III. Murat, IV. Murat,  Sultan Abdülaziz dönemlerinde İstanbul’da bu salgın yüzünden çok ciddi sıkıntılarla karşılaşılmıştır. Binlerce insanın hayatına mal olan bu salgınlar da zaman zaman hayat durma noktasına gelmiş, iş yerleri kapanmış, insanlar evlerini bırakarak kırsal kesimlere kaçarak canlarını kurtarmaya çalışmışlardır. Hatta padişah III. Murat sarayını terk etmek zorunda kalmıştır.
 
Karadeniz kıyılarını özellikle,  1494 – 1503 yıllarında etkisi altına alan bu salgın ,bölgede binlerce cana mal olurken, sosyal ve ticari hayatı bozmuş , ciddi manada kıtlık başlamıştır. Bu salgın 1565- 1566 yıllarında Trabzon bölgesinde yeniden ortaya çıkmış, hayat tam manası ile durma noktasına gelmiştir. 
Aynı salgın 1697 yılından itibaren, Aydın, Saruhan, Menteşe ve Alanya sancaklarında da tesirli olmuş, binlerce insan hayatlarını kaybederken, sosyal ve iktisadi hayat  nerede ise tam manası ile bitmiştir. Bunun üzerine açlıkla karşı karşıya kalan halkı rahatlatmak için, bazı vergi indirimlerine gidilmiş, borçların büyük bir kısmı devlet tarafından silindiğini kayıtlara bakarak anlamak mümkündür.
 
  Veba salgını 1712 ve 1762 yıllarında olmak üzere iki defa Diyarbakır ve çevresini de vurmuş, özellikle 2. Salgında 50.000 kişinin hayatını kaybettiğini ve ciddi manada toplumsal çöküşün yaşandığını göstermektedir.
 
Aynı yıllarda Anadolu’da bunlar olurken, Avrupa da bu salgından dolayı çok  büyük kayıplar yaşanıyordu.  Mesela, 1346 yılında, Kefedeki savaştan kaçanların İtalya kıyı kentlerine gelmesi ile , bunların getirdiği virüs bütün  Avrupa’yı da tesiri altına almıştır. İtalya şehirlerinden başlayarak kısa zamanda Avrupa da hemen her yere yayılan bu salgında, İngiltere’de 2 milyon, Fransa’da 8 milyon can kaybı olurken, Almanya, Güney Balkan ülkelerinde de ciddi insan kayıplarının yaşandığını görmekteyiz.
Geçmişe dönemlere nazaran, günümüzdeki ulaşım ve iletişim imkanları bu salgının tarihteki örnekleri ile kıyas kabul etmez bir hızla yayılmasını kolaylaştırmıştır. Korunma tedbirlerinin uygulanması, insan popülasyonun yoğunluğu, şehirleşme ve yeni yaşam tarzı gibi sebeplerden ötürü çok zor olmaktadır. 
 
Ancak bu olumsuzluklara rağmen, dünyada olduğu gibi ülkemizde de bilimin ışığı altında alınan ve uygulamasına çalışılan tedbirler çok önemlidir. Bir taraftan koruyucu tedbirlerle, salgının durdurulması ve tedavisi sağlanmaya çalışılırken, diğer taraftan aşı ve ilaç geliştirme çalışmalarının büyük bir hızla sürdürülmesi teselli edici hususlardır. Belki de bu salgın bittiğinde, insanlık alemi yeni bir yaşam tarzı ile karşılaşacaktır. Bunu hep birlikte yaşayarak göreceğiz.
 
 Bu salgın ne ilktir, ne de son olacaktır. Önemli olan bu gerçekle yüzleşip, konulan kurallara uyup, bilimin ışığı altın paniğe kapılmadan mücadeleye devam etmektir…
               Öğr. Gör. Arslantürk AKYILDIZ
                                09-04-2020

Yorum Yaz!

E-Posta adresiniz yayınlanmayacaktır.
* İşareti olan alanlar gereklidir.