Ziya Zakir ACAR ANADOLU KÜLTÜRÜNDE KADIN
Tarih : 2020-09-01
Tüm Yazılar

Ziya Zakir ACAR



ANADOLU KÜLTÜRÜNDE KADIN


Türklerde ailenin temeli kadındır. Türk kadını ailesinde söz sahibi olmuş ve kocasına daima destek olmuştur. Bu milattan önce de böyle idi. Avrupa, Afrika ve Arabistan'daki kadınlar köle olarak satılırken, Türk kadını her zaman hür ve özgür olmuştur. Ailede söz sahibi olduğu kadar siyasi ve ekonomik ilişkilerde devlet yönetiminde de söz sahibi olmuştur. Kadınlar kılıcını iyi kullanır, ata biner ve güreşirlerdi. Kadınlar savaşa  da katılırlardı. Bir Türk atasözü şöyle der: “Birinci zenginlik sağlık, ikinci zenginlik iyi kadındır”.
Hunlarda, kadın erkeğin tamamlayıcısı olarak kabul edilir ve onsuz hiçbir şey yapılmazdı. Hatta öyle ki, Kağan'ın emirnamelerinde "Kağan buyruğu" ifadesi yalnız yer alır ve Kağanın hatununun adı kaydedilmezse o emirname geçerli sayılmazdı. Yabancı ülke elçileri sadece kağanın huzuruna çıkmazlardı. Elçilerin kabulü sırasında hatunun da kağanın yanında olması mutlak kural idi.
Eski Türkler kendi soylarından olan kadınlarla evlenmeye önem verirlerdi. Bu olay Türk atasözünde şu şekilde belirtilir "Ey Türkoğlu. Suyu çaydan kızı soydan al"
Bunun nedeni, Türk kadınların daha önce de bahsettiğim gibi cesur ve onurlu olmalarıdır. Türk kadını her zaman at üstünde, kılıç elinde ve savaş meydanında en öndedir. Gene Dede Korkut destanımıza baktığımızda "Bamsı Beyrek" hikâyesinde yer alan Banu Çiçek, bunun en güzel örneklerinden birisidir.
Türk destanlarında kadına ilahi bir görev atfedilmiştir. Türk mitolojisinde “AK ANA” figürü bunun en önemli örneğidir. Sonsuz sulardan çıkıp, Ülgen’e yaratma emrini veren ve tekrar sulara geri dönen Tanrıça Ak Ana’dır.
 Altay Türklerinin inançlarına göre Ak Ana ışıktan oluşan bir kadın suretidir. Ülgen’in ilk yaratma ilhamını Ak Ana’dan alması, Türklerde kadın figürünün ne kadar önemli olduğunun bir kanıtıdır. 
Türkler kadını adeta bir yaratıcı olarak görmektedirler. Eski Türk toplumlarında aile en önemli sosyal birlik olduğundan, ailenin temelini teşkil eden kadın, Türk destanlarında ve Türk felsefesinde önemli bir yere konuşlanmıştır.
Kültürümüzde kadına yüce bir varlık gözüyle bakılmıştır. Böyle bir kültüre ve töreye hayran olmamak elde değildir. Kadın bereketin simgesidir. Benimsenen bir söz var ki hem toplumdaki hem de aile kavramındaki yerini açıklar niteliktedir. O söz şöyledir; “ev toprağın üzerine kurulmaz, bir kadın üzerine kurulur.” Evi ev yapan duvarı tuğlası değildir. Evi ev yapan, bizâtihi kadının kendisidir”.
Dede Korkut hikâyelerinde kadın, hatun, kız, gelin, ana, kız kardeş, göklü, yadkızı, helal, yenge, daya, avrat, karıcuk, nişanlı kız, ağ pürçekli şeklinde bir takım nitelendirmelerle adlandırılmaktadır. 
Hikâyelerinde, aile kavramı içinde en önemli bir yere sahip olan soyun devamlılığının kaynağı, yuvayı yapan, fedakârlık ve sadakatiyle toplum içinde farklı bir yere sahip olan kadındır.
Dede Korkut hikâyelerinde dört tip kadın tipinden söz edilir. Lâkin bu dört kadın tipinde ideal kadın tipin “evin direği (dayağı)” kadın tipidir. Buradaki direk kelimesi öyle alelade basit bir kelime değildir.
Türklerde kurulan otağın ortasında bir direk vardır. Ve bu çadırın ayakta kalmasını dimdik durmasını sağlar. Aynı şekilde kadın da evinin direğidir o da aynı vazifeyi üstlenmiştir. Direk bu minvalde kadim geleneklerde bütün kâinatı ayakta tutan bir semboldür. Kadının evden çekilmesi evi ayakta tutan direğin yıkılmasıdır.
Manas destanında, kadın evinin namusunun kurucusudur. Kazaklarda bir atasözü de kadının önemini destekler niteliktedir. “Kadını olmayan ev yetimdir” der. Ve yine bir başka Kazak atasözünde kadına verilen değer şu şekilde anlatılmıştır; “Birinci zenginlik sağlık, ikinci zenginlik ise kadındır”
İslam öncesi Türklere ait bilgiler M.Ö. 4000-4500 yıl gerilere kadar ulaşmaktadır. Bu konu bağlamında her şeyden önce Türk dili analiz edilmelidir. Hiçbir Türk dilinde cinsiyet ayrımı yoktur. Çünkü Türk kültüründe cinsiyetler arası ayrımcılık bulunmamaktadır. İlk şamanların kadın olduğuna ve bu nedenle kadın şamanların şaman topluluklardaki en güçlü ruhsal liderler olduğuna inanılmaktadır.
Ayrıca Tengri kelimesinin de cinsiyeti yoktur. Türk aileleri ataerkil değildi. Çünkü ana tarafından ‘dayı’, ‘tagay’, ‘kufduk’ ve ‘teyze’ gibi akrabalık adları Türk dillerinde bulunduğu halde, baba tarafından akraba adları Türk lehçelerinde daha sonraki bir döneme aittir. Bu bilgilerin dışında; devlet yönetiminde Kağan’ın kararı, Hatun bu karara katılmadıkça geçerli sayılmıyordu. 
Yine tarih kaynaklarında Türklerin önem verdikleri haklara, “ana hakkı” dedikleri ve bunu da “Tanrı Hakkı” ile eşit tuttuklarını göstermektedir.
Orta Asya Türk devletlerinin hepsinde (İskitler, Hunlar, Göktürkler, Uygurlar) kadın önemli hak ve yetkilere sahip bulunmaktadır. Örneğin İskitler 'de, her kadının İskit erkekleri gibi savaşçı ve asker olarak yetiştirilmesi geleneği vardı. Bundan dolayıdır ki, İskitli göçebe kadınlar her savaşta erkekleriyle birlikte çarpışıyorlardı
Türk devletlerinde Türk kadınları bu tür faaliyetleri büyük bir vakar ve haysiyetle yürütmüşlerdir. Hatta bu türlü faaliyetlerde öylesine büyük yetkilerle hareket etmişlerdir ki Büyük Hun İmparatorluğu adına Çin ile ilk barış antlaşmasını Mete'nin hatunu imzalamıştır.
Hunlar döneminden itibaren kadın-erkek ayrımı yapılmadığı ve kadın erkeğin tamamlayıcısı olarak kabul edildiğinden kadınsız hiçbir iş yapılmazdı. Hatta öyle ki kağanın emirnameleri sadece "Hakan buyuruyor ki‟ ifadesiyle başlamışsa geçerli kabul edilmezdi. Yabancı devletlerin elçileri sadece hakanın huzuruna çıkmazlardı. Elçilerin kabulü esnasında hatunun da hakanla beraber olması gerekirdi. Bazen de hatunlar tek başlarına elçileri kabul ederlerdi. Örneğin; Avrupa Hun ülkesine gelen elçiler Attila’nın eşi Arıg-Han tarafından kabul edilerek devlet işleri görüşülebilmektedir. Kabul törenlerinde, ziyafetlerde, şölenlerde hatun hakanın solunda oturur. Siyasî ve idarî konulardaki görüşmeleri dinleyerek fikrini beyan eder hatta harp meclislerine bile katılırdı. 
Gökalp bu durum “Eski kavimler arasında hiçbir kavim Türkler kadar kadın cinsiyetine hak vermemişler ve saygı göstermemişler” şeklinde izah edilebilmektedir.
Türk mitolojisinde kadın gayet yüksek bir mevkide tasvir edilmektedir. Yaradılış Destanı'na göre kadın kâinatın yaratılışına sebep olan ilham kaynağı olarak görülmüştür. Türk destanlarında ise kadın ilahî bir varlık konumundadır. Erişilip dokunulması, koklanması, kısaca beş duyu ile algılanmasının imkânı bulunmamaktadır. Yaratılış Destanı'nda Ülgen'e (Tanrı) insanları ve dünyayı yaratması için fikir ve ilham veren "Ak Ana" adında bir kadındır. Oğuz Kağan'ın ilk karısı karanlığı yararak gökten inen mavi bir ışıktan, ikinci karısı ise kutsal bir ağaçtan doğmuş insanüstü varlıklardır
Türk mitolojisinde bulunan tanrıçalardan bazıları şöyledir: Ak Ana: Ülgen’e sonsuz sulardan gelerek “Yaratma” emrini veren tanrıçadır. Umay Ana: Çocukları ve hayvanları koruyan tanrıçadır. Ayısıt: Güzellik tanrıçasıdır. Çocuklara ruhlarını verir. Kübey Hatun: Doğum tanrıçasıdır. Asena: Yol gösterici, lider tanrıçadır Ötügen: Devleti koruyan ve hâkimiyeti sağlayan tanrıçadır.
Türk destanlarında kadına karşı sarsılmaz bir güven, sadakat, sevgi, saygı ve bağlılık vardır. Kadın kadim Türk kültüründe erkeğin tamamlayıcısı konumundadır. Eski Türk Devletlerinde kadına atfedilen bu önem, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurulması ile kadına eski değerinin ve toplumsal yaşamdaki yerini tekrar iade etmiştir.
 5 Aralık 1934’te “Kadınlara Seçme ve Seçilme Hakkı Verilmesi” ile kadınlar tekrar siyasi hayata dâhil olmuş ve devlet yönetiminde söz sahibi olmuşlardır. Cumhuriyeti’mizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, söylemiş olduğu birçok söylemde toplum içinde kadına verilen değeri ifade etmiştir. Örneğin Atatürk, Şubat 1923'te şöyle demiştir; “Bizim sosyal toplumumuzun başarısızlığının sebebi, kadınlarımıza karşı gösterdiğimiz ilgisizlikten ileri gelmektedir. Yaşamak demek faaliyet demektir. Bundan dolayı bir sosyal toplumun, bir organı faaliyette bulunurken, diğer bir organı işlemezse, o sosyal toplum felçlidir.” Sözleriyle kadının toplumdaki yerinin önemini göstermiştir. Mustafa Kemal Atatürk; “Kadınlar içtimai hayatta erkeklerle birlikte yürüyerek birbirinin yardımcısı ve destekçisi olacaklardır.” sözleriyle kadına verilen değeri göstermektedir.
Peygamberimiz Hz Muhammed (S.A.V), İslamiyet'te kadına karşı hoşgörü ve saygıyı anlatan birçok hadisleri vardır. “Kadınların haklarını yerine getirme hususunda Allah’tan korkunuz! Zira siz onları Allah’ın bir emaneti olarak aldınız.” 
“Sizin en hayırlınız, ehline (eşine ve çocuklarına) en hayırlı olanınızdır. Ve ben de ehline karşı en hayırlı olanınızım.” 
“Müminlerin iman bakımından en olgunu ve en hayırlısı, hanımına karşı en hayırlı olanıdır.” “Ey insanlar! Kadınlar hakkında Allah’tan korkunuz! Sizin kadınlarınız üzerinde hakkınız vardır.”
 “Onlara yediğinizden yedirin, giydiğinizden giydirin, onları dövmeyin, onlara çirkin demeyin, fena söz söylemeyin! ”Allah sizden; kadınlara karşı iyi ve hayırlı olmanızı ister; çünkü onlar, sizin analarınız, kızlarınız veya teyzelerinizdir."
Kurtuluş Savaşı, kadınıyla erkeğiyle tüm bir milletin varoluş mücadelesiydi. Kadınlar sadece cephe gerisinde değil, cephede muharip olarak görev alarak Millî Mücadele’nin başarıya ulaşmasında rol oynamışlardır. Kara Fatma, Şerife Bacı, Halide Edip, Çete Ayşe, Halime Çavuş, Tayyar Rahime, Gördesli Makbule Milli Mücadelenin kadın kahramanlarından bazılarıdır.
93 Harbinde Ruslarla mücadele eden Nene Hatun ile başlayan Türk Kadınının memleketi düşmanlardan kurtarma azmi Milli Mücadele'de had safhaya ulaşmıştır. Milli mücadele kadın kahramanları yüzyıllar geçse de unutulmayacak isimlerdir. Her birinin destansı mücadelesi her zaman gönüllerimizde yaşayacaktır.
Tarih boyunca Türk kadını, hayatın her safhasında erkeğin yanında yer alarak sorumlulukları paylaşmıştır. Kurtuluş Savaşında vermiş olduğu büyük mücadelede erkeği ile omuz omuza cephedeki yerini almış, düşmana karşı silâhı ile savaşarak, cepheye mermi taşıyarak, yaralı askerleri tedavi ederek, silâh ve giyecek imal ederek, vatanın kurtuluşunda ve bu günlere ulaşmamızda hak sahibi olmuştur.
Çanakkale'de keskin nişancı Türk kadınlarının kahramanlıkları Avustralya arşivlerinden çıktı. Kahramanlık destanının yazıldığı Çanakkale Savaşları'nda Türk kadın savaşçılar Gelibolu Yarımadası'nın her karış toprağında yatan Mehmetçiklerin yanında göğüs göğüse çarpıştı.
Avustralya Piyade Er J. C. Davies’in annesine yazdığı şu mektupta kahraman Türk kadın savaşçılarından bahsedildiğini ifade etti: “Benim de vurulduğum 18 Mayıs 1915 günü keskin nişancı bir Türk kızı, pusuda çarpışıyordu. Gizlendiği yerden gün boyunca ateş etti ve çok sayıda adamımızı vurdu. Ancak gün batmadan bir Avustralyalı tarafından vurulmasına gene de üzüldüm. Güzel, yapılı ve tahminen 19-21 yaşlarında bir genç kızdı.”
Türk Milleti'nin şerefli mazisinde elde ettiği bütün zaferlerin arkasında; cephe gerisinde ailesine, namusuna toprağına sahip çıkan, iş başa düştüğünde ise cephe önünde de yer almaktan geri durmayan, şerefi, fedakârlığı, gayreti ve iffetiyle Türk kadını vardır.
Türk kültür ve devlet geleneğinde kadınının yeri, tarihsel süreç içerisinde bir takım değişiklikler göstermesine karşın Türk kadını devlet ve toplum içerisinde her dönemde özel bir öneme sahip olmuştur. Kadın, Türk toplumu içerisinde annelik özelliğinden kaynaklanan yüce bir değer olarak kabul edilmektedir. Çünkü kadın var oldukça aile de var olmuş, aile var oldukça devlet de var olmuştur. Kadının önemsendiği bir toplumda bireyler de önemsenmiştir. Kısacası kadına verilen değer ile toplumda fertlere verilen değer her zaman birbiriyle doğru orantılıdır. 
Nitekim kadına önem vermek aileye önem vermek, aileye önem vermek ise topluma önem vermek demektir. Devletin bekası için toplumun kültürel ve geleneksel yapısına önem vermek devletler açısından olmazsa olmaz bir anlayıştır.

 

Henüz yorum yapılmadı!

Bu içerik için yorum yapılmadı. Yorum yapmak için aşağıdaki formu kullanınız.

Yorum Yaz!

E-Posta adresiniz yayınlanmayacaktır.
* İşareti olan alanlar gereklidir.