Şikayeti alan seçim kurulu, sandık başkanını değerlendirir ve böyle bir işlemin olmadığını, şahsın kişisel, fevri kararı sonucu bilinç altına yerleştirdiği fobileri ile böyle bir şikayete yeltendiği anlaşıldığı, görevlinin herkes tarafından bilinen biri olması hasebiyle ve sandık oy sayımı sonrası her partiye oy çıktığı, sandık başkanının adil davrandığı, sandıkta haksızlık olmadığı anlaşıldığı için dikkate alınmadığı sözlü belirtilir.
Şikayet eden genci o günkü sandık başkanı tanımamaktadır. Sadece ismini bilmektedir. Sandık başkanı, gencin hareketini, haksızlık yaptırıldığı iftirasından dolayı unutmaz. Yıllar geçer ve genç bu süreçte “rahatsızlık duyduğu ve acabalar üzerine” şikayette bulunmaya çalıştığı adayında dolaylı manevi desteği ile kurumun birisinde işe başlar.
Bahse konu günün sandık başkanı bir gün sohbet için kasabalılarında sık gittikleri kahvehaneye gider, kahveci ile muhabbetinden sonra, orada bulunanlarla da sohbet eder, fakat aynı kasabadan olmalarına rağmen bazı gençleri tanıyamaz.
Sohbetinin bir yerinde şikayetçi olan gencin ismi telaffuz edilince sandık başkanlığı zamanında şikayet eden isimle aynı olduğu kanaati uyanır ve gence sorar “delikanlı sen şikayette bulunan ve o bürokrat tarafından işe yerleştirildiğini duyduğum falanca şahıs mısın?.”
Aradan on ya da on beş yıl geçmiştir. Genç, birazda gençlik dönemime say der gibi “evet abi ben o kişiyim” der biraz da sıkılarak. Dağ dağa kavuşmaz insan insana kavuşur demiş atalarımız.
Gence der ki “hayatın kime ne getireceği belli olmuyor. Küçük yerde herkes birbirini tanır, ne olduğunu, nasıl davranılması gerektiğini hesap etmeli. Ne güzel dolaylıda olsa faydası olmuş sana bürokratımızın. Ben sadece tanımak istemiştim seni, yani merak etmekte idim.” diye sohbet eder ve kırgın olmadığını belirterek ayrılır.
Genç daha sonra misafirperverliğini ve sevgi, saygısını daim gösterir. Sandık başkanının sevdiği bir genç olur.
Anılar ders çıkarmak için hatırlanır bence. 30 küsür yıl geçmiş olayın üzerinden. Bunca seçimler olmuş. Çok insanlar gelmiş ve neticede gitmiştir. O dönemde yaşayan büyüklerden geriye çok nadir insanlar kalmıştır.
Biz halen Otuz yıl evvelde, aynı zihniyette kalmışsak, halen medeni insanlar gibi demokrasiyi içimize sindiremiyor olsak ta, küfürsüz, kırgınlık yaşamadan, konuşarak bir noktaya varamıyorsak, kendimizde eksiklikler aramalıyız. Şunu bilmeliyiz ki; insandan ulvi varlık yoktur. Her nesne insana fayda noktasında aracıdır, aracılar vazgeçilmez değildir.
Her fikrin yazarı, ortaya atanı, düşünce sahibi ölümsüz olmamıştır.
Hiçbir görüşün uygulaması dünyada kitaplarda yazıldığı şekliyle tam olarak gerçekleşmemiştir.
Her şey insanlığa fayda noktasında yapılmak isteniyorsa bunun sonucu kavga, dövüş, ötekileştirme olmamalı. İnsanlar konuşarak anlaşabiliyorlarsa bu korku değildir, karşıdaki insanında diğerinin hukukuna saygısındandır. Kutsal değerlerimize saldırılar ayrı elbette.
Önceliğimiz, insanca davranışlar sergilemek ve medenice sonuçlar almak olmalı.
İ nsanlara, cahilce yap/tır/ılan her fevri davranış neticesi, karşısına sürekli onu sevmeyen topluluklar yaratır. Topluma kendini kabul ettirmeye çalışan kişiye şiddetin asla faydası olmaz. Emir Şıktaş