Gözünüzle ovayı taradığınızda, bu volkanik dağın püskürttüğü lavların bittiği noktada, kendi doğal ritminde yeşerip solan mistik bir şehrin olduğunu göreceksiniz. Zirvesi göğe uzanan bu dağın tüm ihtişamıyla kol kanat gerdiğini, bir ana gibi şehri gözettiğini hissedeceksiniz. Gecesiyle gündüzünü barıştıran bu dağ büyülüdür; gözlerinizi ondan alamazsınız. Şehre girdiğinizde ise, Anadolu’nun alışıldık şehirlerinden çok daha farklı bir yer olduğunu fark edecek, doğal güzelliklerinin yanı sıra dudak uçuklatan hikâyeler ve efsanelerle karşılaşacaksınız.Efsaneye göre, bir zamanlar yeryüzündeki cennet olarak bilinen İrem Bağları’nın lavlar altında kalması, Zümrüdüanka efsanesindeki yedi dipsiz vadinin burada daha derinlemesine anlatılması ve aniden kaybolan Ahura şehrinin gizemli hikâyesi sizi başka âlemlere sürükleyecektir. Yöre halkının deyimiyle “kayıp şehirler ülkesidir burası.”Kutsal kitaplara ve pek çok efsaneye konu olmuş Ağrı Dağı, bu şehrin insanları tarafından çok farklı anlatılır. Dağın gölgesinde yaşayan insanlar, onu bir dağ gibi değil, tıpkı Orta Asya bozkırlarından Anadolu’ya yansıyan inanışlardaki gibi, duygularla yoğrulmuş, kişilik kazanmış bir varlık olarak görmüşlerdir. Dağın başka bir ruha sahip olduğuna inanan yöre halkı, onu tarih boyunca efsanelerle süslemiş, endamına şiirler yazmış ve doruklarına türküler yakmıştır. Yöre halkının deyimiyle bu dağın hikâyesini anlamak, ona nereden baktığınıza bağlıdır.Ağrı Dağı’nın gölgesinde kurulu bu şehrin insanları, sırtlarını bu dağa yaslayarak büyüdüklerinden, şehir de adını buradan almış olsa gerek: “Sırtını Ağrı Dağına Yaslayan Şehir” Iğdır.Sırtını Ağrı Dağına yaslayan bu şehrin insanları da tıpkı Ağrı Dağı gibi başı dik, kendinden emin ve her birinin gözlerinde derinlik ve bilgelik saklıdır. Bu bilgeliğin, Ağrı Dağı’nın yüzyıllara meydan okuyan kararlılığından ve sessizliğinden geldiği söylenir. Çünkü bu insanlar, sırtlarını dayadıkları bu dağın onları ebediyen koruyacağına inanırlar. Iğdır yöresinde yaygın bir inanışa göre, kurulan bir evin (ocağın) ilk temelinde Ağrı Dağı’ndan koparılıp getirilen taşlar kullanılırsa, o ocağın sonsuza kadar yaşayacağına inanılır. Bu yüzden dağın dört bir yanında kurulu evlerin temellerinde mutlaka Ağrı Dağı’ndan getirilen bir taş bulunur. Dağın eteklerindeki bu ocaklar, Ağrı Dağı’nın sürekliliği ve kudretiyle harmanlanarak gelecek nesillere aktarılacak kültürel miraslar olarak beklemektedir.Sessiz bir çığlık gibi sonsuzluğa uzanan bu kutlu dağ, geçmişte olduğu gibi bugün de umudun, gücün ve bilgeliğin sembolü olmuş, bu güçle yöre halkı da geleceğe daima umutla bakmıştır.Bulutların arasından gökyüzüne uzanan bu kutlu dağ, binlerce yıldır eteklerinde kurulan farklı medeniyetleri izlemektedir. Urartular, Huriler, İlhanlılar, Oğuzlar, Moğollar, Timurlar, Sakalar, Arsaklılar, Karakoyunlular, Akkoyunlular, Safeviler ve Selçuklular gibi pek çok uygarlığın izlerini üzerinde taşır. Yöre halkı, Ağrı Dağı’nı sadece eski uygarlıkların izlerini günümüze taşıyan bir kültürel miras olarak değil, aynı zamanda Nuh’un Gemisi’ne güvenli bir liman olduğu için bir kurtarıcı olarak da görürler. Çeşitli efsanelerde Kaf Dağı olarak da adlandırılan bu dağ, farklı kültürleri ve inançları birbirine bağlayan bir sembol haline gelmiştir.Ağrı Dağı’nın gölgesinde kurulu bu küçük şehrin de tıpkı Ağrı Dağı gibi başka bir ruhu ve hikâyesi vardır. Bu iki özdeş hikâyeyi anlamak için, bu şehri mutlaka ziyaret etmelisiniz.Nuh’un Gemisi’ni görmek, ruhun ölümsüzlüğüne şahit olmak istiyorsanız, sırtını Ağrı Dağı’na yaslayan bu şehir sizi bekliyor.Araştırmacı Yazar: Coşkun Oluz
Melekli Ata OcağıHaber Merkezi
Melekli Ata OcağıHaber Merkezi
teşekkürler