12 Eylül öncesi, yetmişli yılların son üç dört yıllarında Iğdır’da alabildiğine sağ sol çatışmaları var.
Mahalleler sağcı solcu diye adlandırılarak ayrılmış, Azeri ve Kürt mahallelerinde göçler başlamış, Kürt mahallelerinde olan Azeriler, Azerilerin çoğunlukta olduğu mahallelere, Azeri mahallelerinde olan Kürtler, Kürtlerin Çoğunlukta olduğu mahallelere taşınıyorlar.
Mahalle gençleri mahallelerde, öğrenciler okullarda çatışıyorlar. Hemen her gün olaylar vardır. Kim kimi nerede yakalıyorsa hastanelik edinceye kadar dövüyordu. Çıkan her olayda Azeri Gençler, dövseler de dövülseler de sokağa dökülerek, “Iğdır Ovası Boz kurt yuvası” diye slogan atıyorlardı. Hüseyin Amcanın da bu Bozkurt lafına ve sloganına hiç tahammülü yoktu. Şeyh Hüseyin Amca bilge kişiliğinin yanında, gözünü budaktan, sözlerini hiç kimseden esirgemeyen, haksızlığa asla tahammül etmeyen bir adamdı. Hem Azeriler ve hem de Kürtler içerisinde sevilip sayılırdı. bir hanımı Kürt, bir hanımı da Azeri’dir. Oldukça hazırcevap, sarf ettiği sözlerinde de mutlaka derin giz bırakan iğneleyici bir kişiliğe sahipti. En yakın Azeri arkadaşları, Talat Tufan, Hacı Huda verdi Aras, İsmail Ağır kaya, ve adlarını sayamadığım daha birçok tanınmış Azeri simalar. İşin aksine bu adamların yakınları, çocukları birbirlerinin başını gözünü yarıp karakolluk olurken bile, bu kişiler de her zaman birlikte olup Söğütlü kahvelerinin önünde çay içip sohbet ediyorlar. Asla ve asla birbirlerine kırılmazlardı. Bağırır, çağırır birbirlerine hakaret etseler bile, yine sevgi ve hoşgörü içerisinde, ertesi gün hatta aynı gün aynı masada otururlardı. Hüseyin Amcanın Bozkurt lafına alerji olduğunu bildikleri için de, bu arkadaşları arada bir onu kızdırmak için, Bozkurtlar, bu gün falan yerde falan işi yaptılar, bilmem nerede neler yaptılar diye ona takılıyorlardı. O da; “Allah sizin de, sizin Bozkurt’unuzun da belasını versin. Siz bu memleketin başına bela oldunuz. Sizin yüzünüzden yaylalara hayvan da gönderemiyoruz.” diyerek onlara takılırdı. Bu adamların bir çoğu rahmetli olmuşlar. Allah onlara gani gani rahmet eylesin.
İşte bir gün bu kişilerle birlikte, oldukça kalabalık bir gurup Söğütlü Kahvesinin önünde (Otel Barbaros’un Yeri) çay içip sohbet ederken Hüseyin Amca hemen kahvenin bitişiğindeki Bakkal Musa Nargün’e; “Musa, oğlum, helva var mı?” Diye soruyor. Hani eskiden büyük sarı teneke helvalar vardı. Üzerinde de siyah Bozkurt resmi. Tenekenin de üzerinde “Bozkurt Helvası” diye yazardı.
Musa da, Hüseyin Amcanın Bozkurt lafına olan alerjisini bildiği için, “ Var Şeyh Ağa, Bozkurt Helvası var”. Diyor. Hüseyin Amca Bozkurt lafını duyunca, Musa’nın lafının altında kalır mı hiç. Biraz da hazırcevap birisi; “Ulan Musa, oğlum, sizin Bozkurt”unuz helvaya da mı girmiş. Allah sizin belanızı versin girmediğiniz delik kalmamış. Sen en iyisi oradan bana bir kilo acı biber ver. O sizin Boz kurt helvanızdan daha tatlıdır.” Diyerek hem Musa’ya cevap veriyor, hem de yanındakilere takılıyor. Ve birlikte gülüşüyorlar.
Şimdi söyleyin bakalım. Bizler de birbirimizi üzmeden, kırıp dökmeden, küstürmeden bu gibi tatlı ve bilge sohbetleri yapabiliyor muyuz? Hem güldürüp hem düşündürmek biraz bilgelik ister, biraz samimiyet, dostluk ve hoşgörü ister. Kim hangi görüşte olursa olsun, neye inanırsa inansın, birbirimize saygı duymak zorundayız. Birlikte yaşamanın yolu da karşılıklı sevgi, saygı ve hoşgörülü olmaktan geçer.