Kıskançlık, insan olmanın temelinde olan, hoşa gitmeyen ve aynı zamanda yıkıcı sonuçları olan bir histir Shakespeare’in deyimiyle kıskançlık “yeşil gözlü bir canavar”dır. Farklı isimlerle adlandırılsa da, kıskançlık duygusu her kültürde yer aldığı gibi, her insan hayatının farklı dönemlerinde, farklı alanlarda bu duyguyu deneyimleyebilir. Günlük hayatımızda, bazen kısa süreli bazen uzun süreli olmak üzere kıskançlık kendini açıkça gösterebilir ya da su yüzüne çıkmamış olarak yaşanabilir.
Kıskançlık ve haset duyguları birbirinin yerine kullanıldığı için sık sık karıştırılmaktadır. İki duygu birbirine ne kadar yakınsa, insanların bunları birbirleriyle karıştırma ihtimalleri o kadar yüksektir. Kısaca haset ve kıskançlık arasındaki farkı şöyle belirtebiliriz; elde etme söz konusu olursa haset, muhafaza etme söz konusuysa kıskançlıktır
Kıskançlık, önemli bir insanı başka bir kişiye kaptırma korkusundan doğan kontrolü zor bir duygudur. Bir kimseyi kıskanmak, sevdiği kimsenin bir başkasıyla yakınlaşmasına ya da sevdiği kimsenin karsı cinsten birisiyle kurduğu ilişkiye dayanılamamasıdır. Bir şeyi kıskanmak, ona saygısızlık edilmesine dayanamamak, sakınmak anlamlarına da gelmektedir.
Kıskançlık, “değer verilen bir ilişkinin bozulmasına ya da yitirilmesine neden olabilecek bir tehlikenin bulunmasına ilişkin bir algı sonucunda verilen karmaşık bir tepkidir” şeklinde tanımlanmıştır. Kıskançlık, değer verilen bir ilişkinin gerçekten bozulması ya da tehlikeye girmesiyle artan, öfke, mutsuzluk ve korku duygularıyla kendini gösteren olumsuz bir duygu durumudur. Genel olarak kıskançlık, değerli bir ilişkiyi tehdit etmesi durumunda verilen karmaşık bir tepkidir.
Haset, “arzulanan bir şeyin başka birine ait olduğu ve ona haz verdiği inancının yol açtığı kızgın bir duygudur”; hasetli kişi, “o istenen şeyi sahibinden almaya ya da bozmaya, kirletmeye” yönelmektedir. Kıskançlık da hasete dayanır, ama “öznenin en az iki kişiyle ilişki içinde olmasını” gerektirir Kısaca kıskançlık, sahip olduğumuz ilişkiyi tehditlere karşı korumak amacıyla verilen bir tepkiyken, hasetse, kişinin diğerlerinin sahip olduğu nitelik, başarı ve maddi imkânların kendisinde olmasını istemesidir.
Haset veya kıskançlık olgusu insanlık tarihi kadar eski… Ama diğer yandan bugün kadar da yeni… Literatürde bir gezinti yaptığımızda bu konudaki nitelikli tartışmaları görmek mümkün… ABD’li yazar Archibald Rutledge kıskanç insanı tanımlarken sert bir tarza sahiptir: “Kıskanç insan, başkalarını küçük düşürmek isteğiyle kendini gözden düşüren bir zavallıdır.” Ama hasedin yarattığı tutku öylesine güçlüdür ki, kişinin bu durumu objektif olarak algılaması hiç de kolay değildir. Kıskançlık, tedavisi pek kolay olmayan bir tür körlüktür.
Ünlü destan Kelile Dimne’nin yazarı Hintli düşünür Beydaba şöyle der: “İnsanların en alçağı, başkasının kazandığı ilgi ve sevgiyi çekemeyendir.” Anlaşılacağı üzere kıskançlık, ruhun hastalıklarından biridir. Haset, önlem alınması unutulmuş güve gibidir. İçin için hem kıskançlık yapanı hem de muhatabını bitirir.
Tasavvuf dünyasının etkileyici düşünürü ve şairi Mevlâna Celaleddin-i Rumi, “Bir mum diğeri tutuşturmakla ışığından bir şey kaybetmez” der. Sanırım; bilginin, görgünün ve deneyimin paylaşımı bundan daha zarif anlatılamaz.
Gerçek yaşamda kim olduğumuz ile kendimizi kim sandığımız konusundaki kanaatlerimiz birbirine karışıyor. Zihnimizde kendimize bir sanal kimlik çizip bunu dillendirirken, “Madem bende yok, onda da olmasın” misali kıskançlık ve hasedi biteviye yeniden üretmeye devam ediyoruz.
Kıskançlık, bireyin ahlaki değerlerini aşındırır; kişi, farkında olmadan etik çerçevesini yitirir. Bu süreçte paylaşım azalırken gerginlikler ve düşmanlıklar artmaya başlar. Çevreyle geçimsizlik had safhaya varır. Çevredeki bireylerin başarıları sürekli rahatsızlık yaratırken, kişide başarıları küçümseme, azımsama ve karalama gibi davranışlar içeren bir model gelişir. Kıskançlık ve çekememezlik, kimi zaman destek gerektiren bir ruhsal bozukluğun sonucu olarak ortaya çıkarken, her durumda ruhsal arızayı destekleyen unsurlar arasında yer alır. Servet-i Fünun Edebiyatı’nın üç önemli isminden biri olan ve gelenekçilerin en sık saldırısına uğrayan Cenap Şahabeddin kıskançlık ve çekememezliğin kişiyi nasıl olumsuz etkilediğini, “Haset, başkasının balını kendine zehir etmektir” şeklinde anlatır. Çekememezliğin bir kısır döngü olduğunu ifade ederken “Hasedin karnı doymaz, cebi dolmaz, ağrısı dinmez” der.
Kıskançlık insanlık ile beraber var olan bir duygudur. Allah melekleri ve cinleri toplayarak Hz. Âdem’e secde edilmesini emrettiğinde, şeytan secde etmeyerek cennetten kovulmuş,
İnsanlık tarihinin başında kıskançlık, haset ve rekabet duygusunun ortaya çıkmasına neden olmuştur. Kur’an, aile bireyleri arasındaki bağları ve ilişkileri ele alırken kardeş ilişkilerine de değinmiştir. Kardeşler arasındaki ilişkiler her zaman karşılıklı saygı temeline dayanır. Ancak zaman zaman kardeşler arasında haset gibi hoş olmayan duygular da devreye girebilmektedir.
Bu sebeple Kur’an Hz. Âdem’in iki oğlu ve Hz. Yusuf ve kardeşleri arasında geçen kıskançlık ve düşmanlığa dayalı ilişkilere de dikkat çekmiştir. Kur’an kardeş kıskançlığının yol açabileceği felaketi çarpıcı bir örnek üzerinden anlatmaktadır. Hz. Yusuf ve kardeşleri kıssasıyla kardeş kıskançlığına dikkat çekmiş ve çözümler sunmuştur. Kur’an bu soruna değinirken “kıssa anlatım” tekniğini kullanmıştır. Bunun için bir değil, iki tarihi kesit sunmuştur. Hz. Âdem’in iki oğlunu örnek vermekle yetinmemiş, kardeşlerinin Hz.Yusuf’a duydukları kıskançlığı ve boyutlarını da ayrıntılı olarak anlatmıştır.
Kur’an-ı Kerim’de dört ayette beş defa zikrolunan haset kavramına, yüzlerce ayette işaret olunmaktadır. Zira haset, kişilerde ve toplumlarda psikolojik tesirleri ve verdiği zararlar ile bütün insanları ilgilendiren çok önemli bir kavramdır. Bu kavram, geçmişte en fazla tasavvuf ve ahlak ilminin konusu iken günümüzde, söz konusu ilim dallarıyla beraber psikoloji ve sosyal psikolojinin de konuları arasına girmiş bulunmaktadır. Başkasının sahip olduğu maddi veya manevi şeylerin, o kimsenin elinden çıkmasını veya kendisine geçmesini temenni eden, hatta bunun için çabalayan kişinin içinde bulunduğu bu ruhsal duruma, haset denmektedir. Bu menfi duygu, bazen kibir, hırs ve şuhh gibi yasaklanmış manevi hastalıkların neticesi olmaktadır.
Bazen de kalpte hâsıl olduğunda sahibine zarar vermekle kalmayıp cimrilik, öfke, kin, düşmanlık, tefrika ve zulüm gibi kötü tutum ve davranışlara sebep olmaktadır. Kur’an-ı Kerim, bize bu hastalığın imana taalluk eden yönünü de haber vermekte ve hasedin, kişinin gözüne ve gönlüne perde çektiğini, hak ve hakikati görmesine engel olduğunu ve sahibini inkâra sürüklediğini bildirmektedir. Ayrıca bu olumsuz duygunun tesirinden kurtulmak için önce bu hastalığın mahiyetini kavramayı, ondan kurtulmak için çabalamayı işaret etmekte ve bu süreç içerisinde de Allah Teâlâ’ya sığınmayı tavsiye etmektedir.
Kabil, kardeşi Habil'i kıskandığından dolayı ona karşı kin ve nefret beslemiş, en sonunda da kardeşini öldürerek İnsanlık tarihindeki ilk cinayeti işlemiştir.
Kıskançlık, toplumsal olarak kabul edilmeyen bir duygudur. Özünde hedef kişiye karşı düşmanlık ve öfke yatar. Bu nedenlerle de kıskanç olmak veya haset etmek hoş karşılanan davranışlar değildir. Peki, madem sosyal normlara uyma odaklı canlılarız o zaman kabul görmemesine rağmen neden kıskanmayı bırakmıyoruz? Kıskanmak bize ne kazandırıyor?
Kıskanç hislerle ile başa çıkmak için, belirli bir duygusal olgunluk seviyesinin gerekli olduğuna dair hiç şüphe yok. Eleştirici iç sese ve ürettiği bütün güvensizliklere meydan okumak ve kıskanç güdüsel tepkileri durdurabilmek için irade gücü gerekiyor. Ancak, bu gücü besleyip büyüttüğünüzde, düşündüğünüzden çok daha güçlü olduğunuzu anlayacaksınız. Kıskançlıkla nasıl başa çıkacağınızı öğrenerek kendi içinizde ve ilişkilerinizde daha güvenli hale geleceksiniz.
Kıskanmak yerine, örnek almayı deneseniz belki içten içe büyüyen fesatlığınız da son bulur.
“Niyeti kötü olanın attığı ok kendine döner. “Kabiliyetsiz olmak suç ya da kusur değil ama karaktersiz olmak çok büyük kusurdur.”
Gelin kıskançlığı bırakalım, takdir edelim.