REFERANDUM

Tarih : 2010-10-22 / Kategori : Genel Haber

     Av.Cafer  ZOR
12 Eylül 2010 tarihinde ülkemizde önemli bir halk oylaması (referandum) yapıldı.

T.C. Anayasasının 26 maddesinde bazı değişiklikler yapılmasını öngören yasa, daha önce TBMM(Türkiye Büyük Millet Meclisi)’nde , 3/5 çoğunlukla kabul edilmiş, ardından Anayasamızın 175/4 maddesi uyarınca halkoyuna sunulmak üzere Resmi Gazete’de yayımlanmıştı.(Anayasanın 175.nci maddesi, Anayasanın değiştirilmesi usullerini hükme bağlamış olup, 4.ncü fıkraya göre 3/5 ile 2/3 arasında bir sayıyla kabul edildiği takdirde değişikliğin halkoyuna sunulması gerekmektedir).
             Biz bu yazıda referanduma konu yapılan değişikliklerin ne götürüp ne getirdiğini  sorgulamaktan  çok “Referandum” kavramı üzerinde durmayı  ve bu kavramla ilgili bilgiler vermeyi uygun bulmaktayız. Ancak daha önce konunun terminelojik  boyutunu    irdelemeyi  yararlı görüyoruz.
            Referandum eski Roma dilinde(Latince)  “reyine başvurma”, onayını alma” ya da “tavsiyesini alma” anlamına gelen “refere” sözünden türetilmiş bir kelimedir. Günümüzde dilimize de girmiş bulunan “referans” (referance) sözü de buradan gelir.
            Klasik demokrasi anlayışı iki türlü kendini gösterir: 1)Doğrudan Demokrasi, 2)Temsili Demokrasi. Günümüzde bu iki demokrasi anlayışından birinin  saf ve yalın biçimde tek başına kullanıldığı bir örnek söz konusu değildir. Genellikle çağdaş demokratik sistemlerde benimsenen “temsili demokrasi” dediğimiz seçimle yetkilendirilmiş organlar eliyle “ulusal irade”nin hayata geçirilmesi, yani “Temsili Demokrasi”nin uygulanmasıdır. Ancak zaman zaman, kimi demokratik ülkelerde halk oylamalarına gidilerek (referandum) “Doğrudan Demokrasi”nin örnekleri de yaşanmıyor değildir. Böylece doğrudan halka sorularak(Referandum) halk iradesinin yönü belirlenmiş olur.
             “Referandum” kavramı, genellikle “Plebisit” kavramıyla birlikte kullanılan ve uygulanan bir kavramdır. Plebisit sözü  de keza eski Roma hukuk düzenine ilişkin bir söz olup, günümüzde Anayasa Hukuku alanında kavramlaşmış bulunmaktadır. Eski Roma sosyal düzeninde insanlar “Soylular” ve “Plebler” (Köleler, niteliksiz halk) diye iki  sosyal gruba ayrılmıştı. Soylular ayrıcalıklı sınıftan,  Plebler ise genellikle kölelerden oluşurdu. Bu iki ayrı sosyal sınıfa iki ayrı hukuk sistemi uygulanırdı. Bu sosyal sınıflara “Preator Hukuku” ve “Corpus Juris Civilis”adlı hukuk sistemleri tatbik edilmekte idi.
            Genellikle “Arena” ya da “Angora” denilen alanlarda halk kitleleri,  hükümet veya  yasama organı gibi bizzat toplanır, o toplantılarda bazı önemli konular halka (pleblere) direkt sorulur ve kararları alınırdı. Bu kararlar ise uygulamaya konurdu. İşte bu işleme “Pleb Meclisinin Aldığı Karar” anlamına gelen “Plebiscitum” denirdi.  Günümüzde ise halkın güven oyuna bizzat başvurma diyebileceğimiz “Plebisit”e çok fazla baş vurulmamaktadır.
              İl bakışta doğrudan halka götürerek bizzat halkın iradesine başvurmak, son derece demokratik bir yöntem olarak görünmektedir. Böylece “Milli İrade” ya da “Halk İradesi” hiçbir kuşkuya  yer vermeyecek şekilde tecelli etmektedir. Ancak acaba gerçekten böylemidir? Bu sorunun cevabını aramakta yarar vardır.
              Günümüzde Demokrasi ve İnsan Hakları teorisyenleri, Milli İrade ya da Halk İradesi kavramlarını, Temel Hak ve Özgürlüklerin ana felsefesine aykırı ve esasen boş bir “fiksiyon” olarak görmektedirler. Zira bu düşünceye göre Ulusal İrade ve Halk İradesi gibi kavramlar kutsallaştırılıp “mutlak doğrular” haline getirildiğinde, bireyin “dokunulamaz ve devredilemez” nitelikteki hakları üzerinde baskı oluştururlar ve  Temel Hak ve Özgürlüklerin sınırlandırılması, giderek yok edilmesi sonucunu doğururlar. Çünkü  çoğunluğun iradesine saygı duymak ve meşruiyetini kabullenmek gerektiği hususu bir yana, çoğunluk iradesini “mutlak doğru” olarak kabul etiğimizde , bu “doğrular” uğruna  bireysel hak ve özgürlüklerin kolaylıkla kurban edilebileceği fikri yavaş yavaş beyinlerde şekillenmeye başlar. Bu süreç ise bizi J.J. Rousseau’nun “Ulusal İradenin Yanılmazlığı ve Mutlak Doğruluğu” sonucuna, dolayısıyla “Çoğunluğun Azınlık Üzerindeki Tahakkümü”ne götürecektir. Artık bunun adı “Çoğulcu Demokrası” değil, fakat “Çoğunlukçu Diktatoryal Sistem” olacaktır.
              İşte tam bu noktada karşımıza şu kaçınılmaz olgu çıkmaktadır: Özellikle Anayasa’nın kalıcı ve Temel Hak ve Özgürlükler alanında kimi kurallarını halkoyuna(referandum) konu yaptığınızda, çıkan sonucu “Milli İrade, Halk İradesi, Doğrudan Demokrasi” gibi ilk bakışta itiraz edilemez kavramlarla adlandırdığınız vakit, referandum konusu yaptığınız hak ve özgürlüklerin ulaştığı  o “makus”kaderi meşru görürsünüz. “Doğrudan Demokrasi” ye ulaşayım derken, bir bakarsınız ki demokratik hakların özünü oluşturan özgürlükler sizlere ömür.
              Peki ne yapmalı? Bu gün batılı demokrasi teorisyenleri ve siyasal bilimciler, özellikle Temel Hak ve Özgürlükler alanında sık sık  referanduma gidilmesini tehlikeli bulmaktadırlar. Onlara göre, oldukça soyut ve teknik  kavramlar dizininden oluşan ve insanlığın binlerce yılda bin bir çile ile ulaşabildiği bu günkü demokratik değerlerin geniş halk kitleleri tarafından bir çırpıda kavranması oldukça zordur. Referanduma katılan halkın çoğu, neyi oyladığının bile üzerinde çoğu kez durmaz. Ya siyasal iktidarın vaatleri onu cezp etmiştir, ya da kişi veya parti etkisinde kalarak oyunu kullanır. Ancak sonuçta olan temel demokratik haklara olur.
              O nedenle ileri demokratik ülkelerde, toplumun, bütün zamanlara yayılan temel haklarına ilişkin kurallar değil, fakat belli bir zaman kesitinde ortaya çıkan istençleri halk oyuna konu yapılmaktadır. Örneğin Türkiye Avrupa Birliği’ne girsin mi? Falan yerde nükleer santral yapılsın mı? Orman alanları imara ya da tarıma açılsın mı? gibi. Görüldüğü gibi örneklediğimiz konulardan hiç biri “Temel Hak  ve Özgürlükler” alanında bulunmayıp, belli bir zaman kesitinde ortaya çıkan, ancak toplumun tamamında ciddiye alınıp tartışılan konular hüviyetinde kendini göstermektedir.
               Bizde ise , üzüntüyle belirtmeliyiz ki, çeşitli nedenlerden dolayı bu duyarlılık gösterilmemektedir. Adını “Halkın İradesi”, “Milli İradenin Tecellisi” koyarak “Temel Hak ve Özgürlükleri” sık sık referandum konusu yapmak, “ileri demokrasi”yi  yakalayım derken, “sıfır demokrasi” sonucuna doğru götürmektedir bizi. Özgürlükçe Demokrasinin “olmazsa olmaz”(qua non sine) koşullarından biri olan “Hukukun Üstünlüğü İlkesi” her şeyden önce “Yargı Bağımsızlığı”na dayandığı halde, yargıyı siyasallaştırma  ve ele geçirme girişimlerini başka nasıl izah edebilirsiniz ki?..

Facebook Beğenenler

Yorum yapılmadı!

Yorum yapmak için aşağıdaki formu kullanabilirsiniz.

Yorum Yaz!

E-Posta adresiniz yayınlanmayacaktır.
* İşareti olan alanlar gereklidir.