BİR AYRILIK HİKAYESİ

Tarih : 2024-04-26 / Kategori : Kültür & Sanat

BİR AYRILIK HİKAYESİ

Arap Kaysim...

1945 Iğdır/Tuzluca/Hedimli köyünden.
Hayat onu 1973 yıllarında Fransa'ya yöneltti. Ve ancak 1981 yılına kadar dayanabildi orada. 

Ailesini götürmemişti ve gurbet duygusu daha fazla kalmasına imkan vermedi. 1981 yılında tekrar memleketi Tuzluca'ya döndü. Arıcılık'tan anladığı için balmumu imalatı yapmaya başladı. Yetmeyince Ayakkabıcılık da denedi...

Derken yıl 1992'yi buldu. SSCB'nin dağıldığı günlerdi. Azerbaycan özgürlüğünü elde edince Nahçıvan'la sınır şehri olan Iğdır'da da ticari ve sosyal hareketlilik başladı. Tuzluca'dan Iğdır'a göçtü. Burada Arı Malzemeleri ile birlikte Şarküteri dükkanı açtı.

Sekiz çocuğu vardı. "Hiçbiri beni üzmedi, Allah onlardan razı olsun" diyordu. 
Temiz bir insan ve helal rızık. Dolayısıyla muhabbet dolu bir aile...

Benim onu tanımam 2000 yılında oldu. Dürüst bir esnaf olduğunu duymakla beraber yavaş yavaş kendim de deneyimliyordum. Gerçekten özgün bir tarzı vardı. Fiyatları makul, müşteriye karşı samimi idi. Bir kaç seferden sonra sizin hangi ayarda ürüne dair hassasiyetinizi kavradığı için "Sana uygun bal yok, senin peynirden bu, şu kuru erik sana uyar..." tarzında konuşurdu hep.

Bir ay kadar önce dükkana uğradığım. "Hacı artık bir aya kadar kapatıyorum, haberin olsun" dediğinde, içimde bir şeylerin koptuğunu hissettim ama bu günkü gibi değildi.

Bu gün dükkana gittiğimde ise Merhum Cahit Zarifoğlu'nun "Güzel günler çabuk geçer, içimiz hep hoşça kal ülkesi..." mısraındaki gibi oldum. 

O boş dükkan bana bu şehirde bir yanımın daha koptuğu hissini yaşattı.  
Normalde alelade bir dükkandı, onlarcası gibi o da kapanıyordu. Yarın bir başkası açılacaktı belki, ama ben öyle değildim işte. 
20 yıldan fazladır artık özdeşleştiğim, bir dükkandan öte hatıralarımın, tanış olmanın kolaylığının, anılarımın kopup gittiğini gördüm.

Sandalyeyi çekip usulca oturdum yanına. Aslında pek konuşmak istemiyordum. Cep telefonumu çıkardım, biraz oyalandım. O esnada o da çekmeceleri topluyordu.

-Yaa böyle işte Hacı can, bak bitti. Bir sayfada böyle kapandı. Tam 44 yıl oldu, şimdi artık evde yaşayacağım, dedi.
Cesaret edemediğim konuşma fırsatına bir şekliyle yakalamıştım.

-Niye ama? Niye aldın ki bu kararı? Sağlık mı, çocukların baskısı mı, piyasa mı, ne?

-Hepsi...
Yaşlandım artık. Ayaklarım taşıyamıyor beni. Çocuklarım da görüyor bunu, üzülüyorlar. Son dönemlerde aldığım bütün mallardan neredeyse zarar ediyordum, sattığımın yerine koyamıyordum. Ben hep %20-30 kâr ile yapıyordum bu işi, kurtarmıyor artık. Masraf, kira, vergi... Altında kaldım.

-Hiç farkına vardılar mı senin? Bu yaşa kadar "dürüst esnaf"a temsil olmuş bir insanı hiç onore eden bir karşılık aldın mı? Meslek Örgütleri, Sivil Toplum Kuruluşları, Cemaatler, Camiiler, Dernekler adına hiç gelen gidenin oldu mu?

-Öyle değil de müşterilerim içinde oluyordu bu. Güven duyduklarını söylüyorlardı. Yoksa kim bana çiçek verecek? (Gülüyordu)

Dükkan'dan çıkarken "helal et bizleri" dedim. 20 yıldır alış-veriş yaptık. Soğuk, sıcak günler geçti üstümüzden...
"Helal olsun, siz de helal edin" derken, gözünü kaçırdı ve sırtını döndü. 

Hızlıca çıktım... Kendimi biliyorum çünkü.

Hani bazen filmlerde görüsünüz ya, bir mahalle ortamını; Kasap Ramazan amca. Manav Ali. Bakkal Muharrem amca...
Onlar ki, Kasaptan, Manavdan, Bakkaldan ötedirler ya.
Bazen bir çeşme bile sizin için çeşmeden öte. Hatıralar, yaşanmışlıklar, özlemler, kavuşmalar yumağı. 
"Arap Emi" benim için öyle biriydi. 

O, bana teraziyle oynamamanın, vicdan taşımanın, merhametli olmanın canlı örneğini sunuyordu. Müslümanca bir yürek taşıyordu. 
Onu okudukça daha çok insan oluyordum. İyi insan idi çünkü.

Rabbim'den ona sağlık ve afiyet diliyorum.
Duasında kılsın bizleri...
Ali Tumay
Araştırmacı Yazar

Facebook Beğenenler

Yorum yapılmadı!

Yorum yapmak için aşağıdaki formu kullanabilirsiniz.

Yorum Yaz!

E-Posta adresiniz yayınlanmayacaktır.
* İşareti olan alanlar gereklidir.