Zor Zamanlarda Milli Ruh ve Birlik-Beraberlik

Millî birlik ve beraberlik ülke içinde de, Yaşadığın şehirde de huzur ve güvenlik sağlar. Millî birlik ve beraberliğin ülke içinde, yaşadığın kentte sağladığı huzur ve güvenlik, ahlâkî ve manevî değerlerle de güçlenir. Ülke içinde sağlanan bu millî birlik ve beraberlik, yıkıcı ve bölücü zararlı akımlarla tam bir mücadele potansiyelini temin eder.
 
Milli birlik ve beraberlik, toplumların en çok muhtaç oldukları husustur. Çünkü toplumun huzuru, güveni, emniyeti buna bağlıdır. Aile içi yaşanan huzursuzluklar, kargaşalar o ailenin yıkımına nasıl sebep olmaktaysa; bir devleti oluşturan unsurların kendi aralarındaki çatışma, tefrika, anlaşmazlık, fitne ve fesat hareketleri de o toplumun çöküşüne neden olmaktadır.
 
Bu zor günlerde bütün bir millet olarak birlik beraberliğimizi korumalı, devletimize sadakatimizi güçlendirmeliyiz. Farklı dünya görüşlerinden, inanışlardan, ekollerden, anlayışlardan, kültürlerden müteşekkil olabiliriz. Fakat bir arada olmamıza çok neden bulunmaktadır. Ortak noktası çok olan bir toplumuz. Acıları, sevinçleri, dünü, bugünü bir olan milletiz. Bizler için her zaman tek yumruk olmaktan daha sevgili bir yol yoktur.
 
Mehmet Akif Ersoy'un: "-Girmeden tefrika bir millete düşman giremez/ Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez."  beyitlerini kendimize şiar edinmeli, farklılıklarımız üzerinden değil tek ortak kaygımız olan Devlet gerçeğinden hareket ederek birbirimize, birlikteliğimize ve devletimize sımsıkı sarılmalı ve güvenmeliyiz.
 
Şunu hemen ifade edelim ki, insanlarda istismara en müsait ve en zayıf damar “ırkçılık” damarıdır. Bugün birtakım iç ve dış güçler, insanımızın bu damarını kendi kötü emellerine alet etmek istemektedir. Bu maksatla sistemli ve plânlı bir şekilde ırkçılık duygularını körüklemektedirler. Bu bakımdan, insanları birbirine düşman eden bu fitneye karşı çok uyanık olunmalı ve bu oyunlara gelinmemelidir. Tarihin acı ve hazin tablolarından ibret almalıyız. Aksi halde, telâfisi mümkün olmayan pişmanlıklar yaşarız.
 
Bu sebepten dolayı toplumların huzuru birlik, beraberlik, dirlik, düzen esasına dayalıdır. Huzurun, birlik ve beraberliğin kalmadığı toplumlar da, dağılmaya mahkûmdur.
 
Türk Milletinin en zor, sıkıntılı ve çaresiz gibi göründüğü dönemlerde ortaya çıkan cesur, korkusuz ve ölümü hiçe sayan bu özelliği nereden geliyor?
 
Milletimizde var olan ve milletin en zor, sıkıntılı, kargaşalı ve fitne-fesadın bol olduğu günlerinde ortaya çıkan o genetik ruh nereden geliyor?
 
O ruh Hz. Nuh’un torunu Türk’te ve onun evlatlarında; Türk Milletinin atası Oğuz Handa; Hz. İbrahim’in eşi Oğuz Han’ın kızı Kantura ve onun oğullarında; Hz. İshak’ın kızı ile evlenen Oğuz Han ve evlatlarında; Mete Han’da, Atilla’da ve Bilge Kağan’da ortaya çıkan ruhtur.
 
O ruh, asıl adı Pamuk olan ve İran Türklerinden olan ve İslam’ın ilk kadın şehidi olan Hz. Sümeyye Hatun da; Müslüman devleti Karahanlıları kuran Ebu-l Gazi Bahadır Han’da çıkan ruhtur.
 
O ruh, Selçukluları kuran irade, üç kıta yedi denize hükmeden krallara taç giydirip, taht alan, sadece gönderdiği mektuplarla dünyayı yöneten Osmanlı cihan sultanlarında ortaya çıkan ruhtur.
 
O ruh, Çanakkale’de, Sakarya’da, 1974’te Kıbrıs’ta ve en son 15 Temmuz’da ortaya çıkan ruhtur. O ruhu yabancılar, Türk Milleti’ni tanımayanlar anlayamaz. Kavrayamaz. Anlayanlar vardır ancak bunlar çok azdır. Onlar da savaş meydanlarında Türk Milleti’ne yenilince anlamışlardır. Bunlardan biri de, Fransızların yenilmez sanılan İmparatoru Napolyon iki defa Türklere yenilmiş ve bir gerçeği anlayarak şöyle demiştir:
 
Kaşgarlı Mahmut Türk kelimesinin ne demek olduğunu şöyle açıklıyor:
 
“Türk; ‘Allah bağışlasın’ Nuh’un oğlunun adıdır. Bu, Allah’ın, Nuh oğlu Türk’ün oğullarına verdiği bir addır. “Bize ‘ad’ olarak Türk adını Ulu Allah vermiştir.”
 
Kaşgarlı, Divan-ı Lügat it Türk’te Buhara ve Nişabur hadis imamlarından şu Hadis-i Kutsi’yi rivayet eder: Ulu ve Aziz olan Allah diyor ki; Benim Türk ismini verdiğim ve doğuda yerleştirdiğim bir takım askerlerim (ordum) vardır ki, her hangi bir kavme karşı gazaba gelecek olursam o Türk askerlerimi (ordumu ) işte o kavmin üstüne saldırtırım.”
 
“14 asır evvel Kerbela’da dünya tarihinin en bü- yük trajedisi sergileniyordu. Ortalığı can korkusu ve dünya çıkarlarının tehdit ettiği bir Muharrem ayının 9. günü, ufukta yedi atlı göründü. Yağız atlarının sırtındaki bu yedi Türk kahramanı, canlarını hiçe saymışlar ve Hz. Hüseyin Efendimize gelmişlerdi. Allah aşkı ile yanan bu kahramanlar, Peygamber torunlarına karşı yapılan tuzakları sezmişler ve Hz. Hüseyin Efendimizi Türkistan’a götürmeyi istemişlerdi. Hz. Hüseyin Efendimiz: Kumandanınıza teşekkür ederim. Ancak yardımınız bana değil, hasta oğlum Abidin’e olacaktır. Ben şehit olduğumda alıp onu götürün buyurdu. Hz. Hüseyin ellerine semaya kaldırarak: Yarabbi, bu milletin 7 atlısına karşılık 7 Müslüman Türk devleti ver.” Rahmetli Nurbaki, “Bu kahramanlar Kerbela faciasından sonra Hz. Zeynel Abidin’i (R.A) kaçırarak Ehl-i Beyt’in yok olmasına mani oldular der.”
 
Kişisel menfaatleri bir kenara bırakabilmek, toplumun faydası ve özellikle kutsal değerler uğruna fedakârlık yapabilmektir.
 
Milletleri millet yapan en önemli unsur birlik ve beraberlik içinde yaşamasıdır. Bir ülkeyi yıkmanın en kolay yolu da insanları birbirinden uzaklaştırmak, insanlar arasına nifak tohumları ekmektir. İnsanları ayrıştırarak, birbirinden uzaklaştırarak en güçlü kaleleri dahi kolayca dağıtabilirsiniz. İnsanlar birlikte daha güçlü olduğunu hiçbir zaman unutmamalıdır.
 
Türkiye’de olduğu gibi İlimizde de Belediye seçimlerine çok az bir zaman kaldı. Ancak halen bireysel konuşmalar ve dedikodularla karşılaşıyoruz. Efendim, telefonuma çıkmadı, falanca neden orada, filanca neden orada yok, 
 
Masum gibi gördüğümüz basit konularda bile başkalarını çekiştirmek, hakkında konuştuğumuz kişinin yaşamında derin yaralar açabilir. Hakkınızda bir dedikodu yayıldığında siz ne kadar çırpınırsanız çırpının veya ne yaparsanız yapın o dedikodunun izlerini temizlemek oldukça zor. Dedikodu zamanla kişinin öylesine yaptığı bir şey olmaktan çıkıp yaşamınızın parçası haline gelir…
Birilerinin açığını arayan, sakladığı bir giz olduğunu düşünen ve sürekli diğerlerinin davranış ve söylemlerine şüpheyle yaklaşan, yani mesleği dedikoculuk olan tiplerle karşılaşmışızdır. Dedikoduyu meslek edinen bu kişiler, diğerleri hakkında bilgi toplamak için özel olarak çalışır, zaman ayırır. Sizin vermek istemediğiniz her tür bilgi kırıntısının peşine düşerek o bilgiyi bir şekilde edinmeye uğraşır. Bazen bilgideki eksikliği kendisi doldurur; işte asıl sorun da burada başlıyor. Yani sizden aldığı doğru bilgiyi kendi eksik bilgileriyle birleştirip hakkınızda asılsız bilgiler ürettiğinde dedikodu başlar. Dedikoduya konu olacak bilgiyi verdiğinizin bile farkında olmadan asılsız iddialar yayılmaya, hakkınızda bir karalama kampanyası yapılmaya, hatta sizi hiç tanımayan insanlar bile sizi kötülemeye başlar…
 
Dedikoduyu meslek edinenler, genellikle yaşam ile bağları zayıf veya belirli bir meşguliyeti olmayan, kendilerini oyalayacak iş arayan, herhangi bir işi doğru düzgün yapamayan insanlar… Bu kişilerin kendini diğerlerine ispatlamaya çalıştıkları, çoğunlukla huzursuz ve mutsuz oldukları, aile-arkadaş-iş ilişkilerinde doyumsuz, kıskanç, çocukluklarında yaşadıkları aşırı taciz ve travmalar ile aile içinde istenmeyen çocuk olma gibi durumların söz konusu olabileceği biliniyor. Yani bu insanlar hayatla barışık değil ve diğerlerinin başarılarını, özgürlüklerini ve diğer üstün yanlarını kıskanıyorlar. Diğerleri hakkında yaptıkları dedikodu sayesinde bu kişiler kendilerine çevreden yoğun ilgi olacağını ya da aranan kişi olacaklarını düşünüyor ve akıllı, güçlü hissediyorlar.
Mesleği dedikodu olanlardan bazıları kasıtlı şekilde dedikodu üretiyor; zarar vermek istiyor. Kendisine büyük bir amaç edinmiş, kendini etik bir ilke veya ahlaki bir değerin koruyucusu olduğunu düşünüyor ve dedikodu sonucu bir kişiye zarar verince toplumda yer edineceğini, ahlakı koruyacağını sanıyor. Çevresine de “ben bunu senin iyiliğin için yapıyorum” veya “kendini ondan korumak için bunları bilsen iyi olur” gibi söylentiler yayarak aslında ne denli ahlaki veya erdemli bir iş yaptığını savunuyor. Aslında çevresine güvenmiyor; çevresi de az çok bu kişiden soğuyor, onların nasıl karakterler olduğunu biliyor ama zaman geçirme veya eğlence unsuru olma adına dedikoduyu dinliyorlar. Diğerlerinin ilgi ve saygısını başarılarıyla değil, dedikodu gibi kolaycılıkla elde etmek isteyen kişiler, çevre tarafından ilgi görmeye başladıkça dedikoduyu azaltıyor. Ancak bazı durumlarda ilgiyi devam ettirmek için dedikodudan daha ötesi olan iftira ve diğer çamur atma tekniklerini kullanarak sosyal ilgiyi sürekli kılmak istiyorlar.
 
İlla birilerinin seni tercih etmesini beklememeliyiz. Herkes kendi ekibini kurabilir. Buna saygı göstermek gerekir. Bazı olayları eleştirmeği artık bırakmalıyız. Gün Birlik zamanıdır. Şahıslar üzerinden yürümemeliyiz. Iğdır için düşünmeliyiz. Iğdır için kalbimiz birlikte atmalı. 
 
Son yıllarda Iğdır’a büyük yatırımlar geldi. Bunlar hepimiz için. Bu yatırımlar Iğdır’ın çehresini değiştirdi. Bunları görmezlikten gelemeyiz. 
 
Diğer bir olay Milletvekilimiz Sayın Cantürk ALAGÖZ faktörüdür. Cantürk ALAGÖZ, daha ne yapsın. Elinden geleni yapıyor. Iğdır’a, insanlarımıza gerek bireysel olarak, gerek toplumsal çalışmalarını yapıyor. Iğdır’a hizmet eden insanlarımız çok fazla ancak Iğdır’ın adını kamuoyuna taşıyan da hiç kuşkusuz Cantürk ALAGÖZ’dür. Biz değerlerimize sahip çıkmalıyız. 
Hemen yanı başımızda yükselen Ağrı Dağı, nasıl ki, Türkiye’mizin, özellikle Iğdır’ın koruyucusu, arkamızı dayadığımız, güvendiğimiz bir manevi sembol ise, Sayın Cantürk ALAGÖZ’de bizler için bir
Ağrı Dağı’dır. Köroğlu, arkasını dayadığı dağlara ne demiş: 
 
Hemen Mevla ile sana dayandım
Arkam sensin kalem sensin dağlar hey
Yoktur senden gayri kolum kanadım
Arkam sensin kalem sensin dağlar hey
Sonuç olarak biz değerlerimize sahip çıkalım, Iğdır için, geleceğimiz için bir ve beraber olalım. 
 
“Ben dersen benliğin, sen dersen senliğin olur. Sen dersen, yüzünü gösterme; benden ol, kendinden ol.”   “Her gün bir yerden bir yere göçmek ne iyi Her gün bir yere konmak ne güzeI.  BuIanmadan, donmadan akmak ne hoş. DünIe beraber gitti cancağızım, ne kadar söz varsa düne ait. Şimdi yeni şeyIer söyIemek Iazım.”     (Mevlana)
Bizim insanlarımız, zor günlerde aklıselim düşünerek bir araya gelmektedir.Bu seçimde de böyle olacaktır. Buna inancım sonsuzdur. 

Yorum Yaz!

E-Posta adresiniz yayınlanmayacaktır.
* İşareti olan alanlar gereklidir.