GÖĞE YÜKSELEN BEŞ KILIÇ  (ERMENİLER TARAFINDAN KATLEDİLEN ŞEHİT TÜRKLER ANIT VE MÜZESİ)

    Bin yıldan fazladır, vatan yaptık bu en engin coğrafyayı kucaklayan toprakları, kan dökerek, can vererek. İlim irfan, sanat türlü uğraşı sonu, dolana dolana vatan toprağı şekillendi, yoğruldu, can buldu. Yüzyıllar sürdü, onu fethedişimiz, ona kan dökerek alıp ter dökerek sahiplenmemiz. Üstünde yeni bir tarih yazdık, yeri geldi çağ açtık, çağ kapadık...
Anadolu gibi binlerce yıllık bir tarihe sahip olunursa, bir de bu saydıklarımıza eski eserler, ören halini almış tarihe tanıklık eden yüzlerce ve binlerce sanat harikası eklenirse, üzerinde boy attığınız toprağın değeri daha da artar, ona sahiplik daha da anlam kazanır. O eski eserler yok olup gitmesin diye üzerine titrersiniz, korumak için çaba harcar, aç açık kalmak pahasına bütçenizden pay ayırırsınız. Size ait her eski eser, sanat değeri olan her yapı, hatta taş parçası, o coğrafyada varlığınıza işaret eden bir belgedir, hatta tapu olma özelliği taşır.
Sonra Milli Mücadele döneminde verilen efsanevi büyük çaba ile kazanılan bu toprakların harcı yine şehit kanlarıyla yoğruldu. Vatanımızın dört bir yanında can verildi, kan dökülerek elde edildi. 
Bu toprakları canları pahasına koruyan şehitleri yâd etmek, unutmamak ve anmak adına yapılan anıtlar ve şehitlikler ise dünü bugüne taşıyan önemli alanlardır. Her birinin farklı bir hikâyesi olan anıtlar ve çoğunun adı dahi bilinmediği şehitlerin yattığı şehitlikler bu yönüyle milli bilincin korunması ve bu toprakların hangi bedeller ödenerek alındığını sürekli canlı tutan birer toplumsal bellek alanlarıdır. 
   Bir ülkenin bir şehri, kasabası veya köyünde doğup büyümek, o ülkenin vatandaşı veya o şehrin hemşerisi olmaya yeter mi? Yeter gibi görünür ama yetmez.
“Ben Türk’üm” diyebilmek için doğduğun, üzerinde büyüdüğün toprağa canı gönülden bağlılık duyman, dört elle sarılman, yeri geldiğinde canını vererek koruman, kısacası bir zamanlar sadece kuru toprak iken kanınla sulayıp vatan yaptığın o toprağı karşılık beklemeden, yürekten sevmen gerek.
Toprak kokusunu bilir misiniz? Toprak, hele hele yağan yağmurdan sonra başka kokar, otu başkadır, çiçeği başka biter, kokusu ve rengi başka başkadır her birinin. İnsanın doğduğu memleketin havası, kokusu bile başkadır. O topraklarda doğmuş büyümüş, anasından süt emer gibi suyunu içmiş, havasını soluyup koklamışsanız...
Toprak, şunu bilin ki, kılıç sallanarak, top tüfek tank ile kan dökülerek vatan olmaz. Toprak, gönlünüzde yoğrula yoğrula, sevdalısı olursanız, emek verip ter dökerseniz “vatan” olur! Bunu idrak edemiyorsanız, bir eksiğiniz var demektir. 
Bu Vatanın zor günlerinde “Bölücülük” yapmaya kalkışan gafiller bunu bilmiyor, nimetiyle yaşadıkları, hayat sürdürdükleri ülkeye ihanet etmekteler, bundan habersiz görünüyor, gerçeğe gözlerini yumuyorlar.       
Yurdumuzun her yerinde olduğu gibi Serhat Şehri, Oğuzların başkentlerinden biri olan Sürmeli/Iğdır’da da önemli şehitlikler mevcuttur. “Mehmet Çavuş Şehitliği”, “Suveren Sultantepe Şehitliği”, “Aralık Sultantop Şehitliği”, Aralık Yenidoğan Şehitliği ve Ermeniler tarafından katledilen, Şehit Türkler anısına yapılan Türkiye’nin en yüksek Şehitliği “Şehit Türkler Anıtı”…
(“Iğdır Soykırım Anıtı ve Müzesi’nin” adı 31/03/2006 tarih ve 35081 sayılı kararla “Ermeniler Tarafından Katledilen Şehit Türkler Anıt ve Müzesi” olarak değiştirilmiştir.)
Iğdır’da Ermeniler Tarafından Katledilen Şehit Türkler Anıt ve Müzesi, Iğdır şehrinin doğu girişinde yani Nahcivan, İran ve Ermenistan'dan gelen yolların kavşağındadır. Üçgen biçimli arazinin alanı 1,3 hektardır. Ayrıca seçilen araziye dikilen anıt Ağrı dağı fonunda yükselmektedir. Anıtın temeli 1 Ağustos 1997 yılında atılmıştır. 5 Ekim 1999 tarihinde açılışı yapılmıştır. Yerden yüksekliği 43.50 metredir. Halen Türkiye’nin en yüksek anıtıdır. Alt kısmı 350 M2 alanı ile müze, üst kısmı 5 kılıçtan oluşan anıttan ibarettir.  
Anıt, üçgen arazinin odak noktasında yükselmekte ve temelini 7.20 metre yüksekliğinde tepe-kurgan oluşturmaktadır. Türklerin yaşadığı geniş coğrafi mekânda-Avrasya bozkırlarında hükümdarlar ve ordu komutanlarının hatıralarına dikilmiş suni tepeler-kurganlar günümüze kadar yaşamaktadır. Kurganların iç kısmında defin odası bulunmaktadır. Bu eski gelenek Iğdır anıtında da korunmaktadır.
Suni tepenin ortasında konuşlanan daire planlı salon içerisinde Ermenilerin katlettiği şehitlerin sembolik mezarı bulunmaktadır. Ortasında şehitlerin simgesel mezar taşı olan bu salon, tepe içerisinde yerleşen soykırım müzesinin de merkezi bölümüdür. Dairevi salonda Ermeni vahşeti açılan toplu mezarlara ait resim ve belgelerle sergilenmektedir. Bu salondan dışarıya uzanan koridorun sağ tarafındaki odada Ermenilerin yaptıkları katliamlara ait fotoğraflar, sol tarafında ise soykırım araştırmaları için bir kütüphane bulunmaktadır.
Müzeye giriş kapısı Selçuklu-Türk mimarlık geleneklerine dayanan taç kapı şeklindedir. Taç kapının mekân tasarımında Kadavalı Osmanlı cami mihraplarına kompozisyon benzerliği de vardır. Bu şekilde kaç kapının, kutsal bir mekâna açıldığı vurgulanmak istenmiştir. Müzeye giriş kapısı ve çevre şekillerindeki bordo ve siyah renkli granit kaplamada, sayıca az ve oldukça dar pencerelerinden de soykırım olayının ağırlığı ve faciası temsil edilmektedir.
Suni tepe-kurganın ortasında yüksekliği 36 m. olan kılıç grubu yükselmektedir. Bunlar masum Müslüman halkı soykırımdan kurtarmış Türk ordusunun şerefine, onun şehit ve gazilerinin aziz hatırasına dikilmiştir. Sayısı beş olan kılıçlar, planda beş köşeli bir biçimde yatmaktadır. Üstten bakıldığında kılıç grubu Türkiye Cumhuriyeti Devlet simgesi ve Bayrağında olan beş köşeli yıldız görünümündedir.
Eski Türk askerlerinin, savaştan önce kendi kılıçlarını rüzgâr, yağmur ve yıldırımlar altında keskinleştirme töreni varmış. Ağrı dağı eteklerinde yükseltilen temsili kılıçlar da, böylece güneş, yağmur ve rüzgâr altında sertleşecektir. Milli hedefleri "bir gün Ağrı dağı çevresini ile geçirmek" olan Ermeniler, şimdi bu kutsal Türk dağının önünde yükselen Türk kılıçlarını görmektedirler.
Beş devle kılıcın eğri uçları yukarıda birleşerek kubbe şeklini almaktadır. Bu haliyle de Selçuklu türbelerine benzeyen biçim ve silueti andırmaktadır. Türk-Oğuz hatıra mimarlığında sultanların, kahramanların, kumandanların, nüfuzlu şahısların mezarı üstünde kubbeye benzer türbeler dikiliyordu. Selçuklu türbeleri geleneksel olarak yeraltı serdabe (mumyalık) katı ve yerüstü kule kısmından ibarettir. Iğdır Şehit Türkler Anıtı da iki katlıdır. Alt kat suni tepe içerisinde olan simgesel serdabe-müze salonudur. Üst kat ise beş kılıç figürünün oluşturduğu kuledir.
Böylece Iğdır Şehit Türkler Anıtı’nın mimarlık mekân biçiminde, tarihin en eski çağlarından gelen Türk hatıra mimarlığının üç büyük geleneğini (kurgan, Selçuklu türbesi ve mezar taşları) birleştirip, yeni konuya ve çağdaş mimarlık inşaat taleplerine uygun bir kompozisyon oluşturulmaya çalışılmıştır.
İnsan elindeki kılıç korkutucudur. Baş başa çatılmış kılıçlar sağlık, huzur ve barışın timsalidir. Ayrıca ülkenin, milletin savunma gücünü göstermektedir. Kılıçların keskin yerlerinin dışa yönelmesi, dışardan gelecek saldırılara karşı her zaman hazır olma anlamına gelmektedir.
Dairevi müze salonu (temsili mezar), yukarıdan aydınlatan beş köşeli baca, kılıçlar arasındadır. Bacanın örtüsü küçük cam primat olup çadıra benzetilmiştir. Altın rengindeki çerçeveler ve renkli camlardan hazırlanmış bu çadır, Türk bozkır mimarisinin şaheseri olmuş, Altın Çadırı simgelemektedir. Eski dönemlerde devlet hâkimiyet simgesi olan Altın Çadır üzerinde, devlet bayrağı dalgalanırdı. Yürüyüşte olan ordu karargâhının tam merkezinde dikilen Altın Çadır özel korunurdu. Anıtta da, tepesinde Türk Devleti'nin bayrağı dikilmiş Altın Çadırı beş kılıç korumaktadır.
Kılıcın kutsallığı, onun güzel estetik yapısına da yansımaktadır. Oldukça kullanışlı olan Türk kılıcının kabzası, çoğu zaman değerli metal ve nakışlarla süslenir, onlara özel bir estetik verilirdi. Iğdır Anıtında da kılıç kabzalarını, granit çerçeve içerisine alınmış tunç rölyefler, kabartmalar süslemektedir. Her kılıç kabzasında bozkurt, at ve çift başlı kartal kabartma figürleri tekrar edilmektedir.
Bozkurt, eski Türklerin baş totemi olup kutsal ve yol gösterici sayılmıştır. Hun İmparatorluğundan başlayarak Osmanlılara kadar bozkurt, milli sembol olmuştur. Türklerin İslamiyet’i kabulünden önce Bozkurt başı, Türk bayrak ve tuğlarının ucuna âlem olarak konurdu, sonraları âlem hilal ve yıldız olmuştur.
Türk Kültürü’nde “Bozkurt” hiç bir siyasi iradenin tekelinde olamaz milli bir simgedir. Yani siyasi bir önerme, anlatım değildir. Türklerin tarih sahnesinde var oluşundan beri bayraklarda, paralarında kullandığı milli semboldür. 
Bozkurt’un Türk destanlarındaki, yani Türk Milleti’nin inanışlarındaki rolü üç şekildedir;  Ata  – Rehber  – Kurtarıcı, olarak. Türklerin millet hayatında büyük tesiri olacak hareketlere girişecekleri zamanlarda bozkurt onlara yol göstermekte, rehberlik yapmaktadır. Ergenekon Destanı’nda ve Kut Dağı Efsanesinde bozkurt milli bir kılavuz rolünü oynamaktadır. Türk’ün zor duruma düştüğü zaman ‘Bozkurt’un ortaya çıkarak onu kurtarması, evladı üzerine eğilen bir ananın veya babanın şefkat duygusunu hatırlatacak derecede derin bir mana da taşır Sanki bozkurt mana âleminden Türk Milleti’nin akıp giden hayatını devamlı takip edip başının sıkıştığı zaman ortaya çıkarak yol göstermekte.
Güçlü, özgürlüğe düşkün ve akıllı hayvan olan bozkurda saygı ve sevgi, Altaylardan Anadolu'ya kadar bütün Türklerde vardır. Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk döneminde, paraların, pulların, resmi binaların üzerine bozkurt tasviri basılmıştır. Kılıç kabzasında kurtuluş simgesi olan bozkurt rölyefinin olması milli değerlere saygı ve Atatürk ideallerine sadakat göstergesidir.
"Kılıç devri" tarihte, aynı zamanda "at devri" olmuştur. Türk tarihçilerinin yazdıklarına göre "Türklerin yaptıkları büyük fütuhatta en mühim rol oynayan iki sanatları olmuştur: At yetiştirme ve madencilik, bilhassa demircilik." Demircilik silah yapmak özellikle kılıç düzeltmek için, at beslemek ise, uzak ve önü alınamayan askeri seferler için mecburi idi. Türk askeri uzak seferlere atı, kılıcı ve çadırı ile çıkıyordu.
At eski Türklerin baş totemlerinden biri olup askerin ayrılmaz dostu ve yardımcısı idi. Savaş tarihinde kılıcı atsız, Türk'ü ise kılıçsız ve atsız tasavvur etmek olmaz. Bu sebeple kılıç kabzalarında, Türkler ’de aynı zamanda kahramanlık, mutluluk ve güneş sembolü olan şaha kalkmış çılgın at figürü kullanılmıştır. Bozkurt ve at rölyefleri kabzaların yan yüzlerine basılmıştır.
Kabzaların iç yüzlerinde çift başlı kartal figürü basılmıştır. Yükseklik, ululuk timsali olan kartalın da Türklerde bir totem gibi kutsal sayılması, Altay kaya resimlerinden bellidir. Anadolu'da çift başlı kartal önce Hitit Devleti'nin sembolü olmuş, sonra Bizans İmparatorları da onu benimsemiştir. Daha sonra Anadolu Selçuklularının devlet simgesine dönüştürülen çift başlı kartal, bu çok asırlık geleneğin zirvesi, hem de Türklerin Anadolu topraklarında kökleşmesi ve Bizans İmparatorluğu'nu yıkılmasının sembolüdür.
Kabzaların dış yüzlerinde her kılıçta birer asker figürü ardır. Bozkurt, at, kartal kılıçlarda değişmez eski Türk sembolleri olarak tekrar olunmaktadır. Asker figürleri farklıdır. Her kılıç kabzasında bir tarihi devrin askeri tasvir edilmiştir. Bunlar, tarihçe sırasıyla, Hun, Göktürk, Selçuk, Osmanlı ve çağdaş Türkiye askerleridir.
Zaman zaman birbirinden muhteşem devletler kuran ve şerefli tarih oluşturan Türk askerleri, en muazzam abidelere layıktır. Anıt rölyeflerinde tunçlaşmış askerler, tarih boyu devletçiliğin, memleket içinde huzur ve barışın teminatı olan bütün Türk asker nesillerinin simgeleridir.
Anıtın temeli 1 Ağustos 1997 tarihinde Iğdır Valisi Şemsettin Uzun tarafından atılmıştır. Anıt külliyesinin çevre duvarları Ahlat taşından örülmüş ve duvarları üzeri dövme demirlerle süslenmiştir. Müzenin kapı, pencere ve dolapları kestane ağacından hazırlanmıştır. Kılıçlar, İtalya'dan alınmış "Bianco Maris" adı ile tanınan Boz Çin graniti, birkaç mimarlık detayı ise borda renkli "Afrikan Red" graniti ile kaplanmıştır. Sonraları değiştirilmiştir.
Anıt inşaatında Türkiye'nin çeşitli bölgelerinden alınmış mermerler; Kayseri'den "Toros siyah", İzmir'den "Teos yeşili" ve "Ege füme", Diyarbakır'dan "Hazar Pink", Muğla'dan "Ege bordo", Denizli ve Kütahya'dan "Traversin", Muğla'dan "Bodrum kayran" doğal taşı, İzmir'den "Bergama granit" parke taşı, Antalya'dan "Imyra" doğal taşı kullanılmıştır. Bu çeşitli malzemeler, kullanıldığı yere ve birbirine uygun şekle getirilmeye çalışılmıştır.
Anıt ve Müze "Iğdır İli ve İlçelerini Kalkındırma Vakfı" tarafından yaptırılmıştır. Bu muhteşem anıt ve müze, öncelikle toplu şekilde katledilmiş, mezarları olmayan şehitlerimizin yüce türbesidir. Bu kutsal türbeyi ziyaret eden herkes, zaman zaman unuttuğumuz şehitleri hatırlayacak, soykırım seviyesine ulaşan faciamızın nedenlerini araştırmaya çalışacaktır.
Anıtın açılışı dönemin Cumhurbaşkanı Merhum Süleyman Demirel’in himayelerinde Iğdır Valiliği ile Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi Başkanlığı’nca Hakmehmet köyü Toplu Mezar Kazısı ve “21. Yüzyıla girerken Tarihe Dostça Bakış: Türk-Ermeni İlişkileri Uluslararası Sempozyumu” ile birlikte 5 Ekim 1999 yılında gerçekleşmiştir. 
Törenlere Dönemin Devlet Bakanları, Iğdır ve Kars milletvekilleri, Iğdır Valisi Şemsettin UZUN, Nahcivan Ali Meclis Başkanı Vasıf TALİPOV, Doğubayazıt Tugay Komutanı, Atatürk Üniversitesi Rektörü, Iğdır Protokolü ve halkı katıldı.
Bu toprağın sevdalısı olmak için, bir bedel ödemek, bir takım şartları yerine getirmek ve bunun bir görev olduğu idraki içinde bulunmak lâzım.
Iğdır’da dedelerimiz bir bedel ödeyerek bu toprakları bize kazandırmışlardır. Ulusal basın önünde açılan toplu mezarlar bunun en açık bir kanıtıdır. Şehit Türkler anısına yapılan bu anıtın önemi oldukça büyüktür. 
Iğdır Valimiz Sayın Hüseyin Engin SARIİBRAHİM, Şehit Türkler Anıtı’nı yeniden restore ediyor. Kendisine Iğdır halkı saygı ve teşekkürlerimizi sunuyoruz.
Şehitlerimizi bir kez daha rahmet ve minnetle anıyoruz. Ruhları Şad Olsun.

Yorum Yaz!

E-Posta adresiniz yayınlanmayacaktır.
* İşareti olan alanlar gereklidir.