Ziya Zakir ACAR IĞDIR KALESİ (KORHAN/KORGAN KALESİ)
Tarih : 2023-07-13
Tüm Yazılar

Ziya Zakir ACAR



IĞDIR KALESİ (KORHAN/KORGAN KALESİ)

Iğdır İl’inin ilk kurulduğu yer, Büyük Ağrı Dağı’nın kuzey yamaçlarında bulunan “Korhan Yaylası” olarak adlandırılan Korhan/Korkan veya Iğdır Kalesi olarak anılan yerdir. 1640 Yılında meydana gelen depremde kalenin ve çevresinin yıkılması nedeniyle burası terk edilerek şimdiki şehir kurulmuştur.

           Iğdır Kalesi, savunmaya elverişli sarp kayalıklar üzerinde ve kervan ticaret yolunun en iyi şekilde kontrol altında tutulabileceği bir konumda yer almaktadır. Iğdır Kalesi, XI. Yüzyılda Oğuz Türkleri tarafından kurulmuştur. Dağ yamaçlarında “Kız Kalesi” ve onun 200 metre kadar aşağısında “Oğlan Kalesi” adı verilen iki kale kalıntısı bulunmaktadır. Sürmeli’den Büyük Ağrı Dağına doğru giden İlk Çağın kervan yolu, bu iki kale arasından geçmekteydi. Kervan Yolu Ahura (Yenidoğan) yönünde uzanarak Küçük ve büyük Ağrı Dağları arasındaki Serdarbulak Geçidi’nden, Doğubayazıt’a doğru uzanırdı. Iğdır/Korhan Kalesi eteklerinde o devirlerden kalma bir de değirmen bulunmaktadır.

          Ağrı dağının kuzey yamacında bulunan Kale, bütün bölgeye hâkim bir kayalık üzerinde kurulmuştur. 2120 rakımlı olan Kale içi ve dış olmak üzere iki kısımdan oluşmaktadır. Kale içerisinde bir de iç kale mevcuttur. Kalede ayrıca bir erzak deposu mevcuttur. Erzak deposunun yanında su kuyusu mevcuttur. Ana kaya üzerinde oturan surları kesme taştan yapılmaktadır. Büyük bir kısmı yıkılmış olan kale sur duvarlarının kuzey bölümünde bir burç ve güneybatı kesiminde 2. kademe sur duvar kalıntıları bulunmaktadır. Kale içinde merdivenlerle inilen su sarınçı bulunmakta olup içi taş ile doldurulmuştur.

            Kalenin güneyinde ve batı eteğinde, Aşağı ve Yukarı Korhan göletleri, 2 km. batısında ise İsabey göleti bulunmaktadır. Çevredeki mimarlık anıtlarının fazlalığı, Urartu Krallığı döneminde yerleşmenin yoğunluğunu işaret etmektedir. Deniz seviyesinden 2060 m. Yüksekliğinde andezitten oluşan bir kayalık tepe üzerinde kurulmuştur. Kale duvarlarında kullanılan irili ufaklı andezit taşlar, çevrede bulunan zengin andezit yataklarından elde edilmiştir. Güney kesimde kayalığın doğal biçimine göre duvarın çok az da olsa kuleye benzer yarım ay biçimde yapıldığı tespit edilmiştir. 

            Kalenin sadece bir kale olmasının yanında bir yerleşim kenti olarak yapıldığı anlaşılmaktadır. Düzlükte 4–5 km’lik bir alana yayılan yerleşimin yanında kalenin oturduğu tepenin yamaçları tamamen yapılaşma izleri ile doludur.

            Yukarı Korhan Göleti; Korhan Yaylası üstünde, Korhan Kalesi güneyinde, Ağrı dağının kuzey yamacınca 1720 m. Yükseklikte bulunmaktadır. Ağrı dağının kuzey eteği, balta artığı bodur meşe ağaçlarıyla kaplıdır. Korhan yaylası olarak adlandırılan alan, yaz mevsiminde yaylak olarak kullanılmaktadır.

            Urartu Krallığı döneminde gölet, sivil yerleşim merkezine ait konutların içinde kalmaktadır. Korhan kalesinin yaklaşık 150- 200 m. Güneyinde bulunmaktadır. Gölet, kabaca 97 m x58 m büyüklüğünde oval bir plan göstermektedir. Gölette biriktirilen sular, güneyde yükselen Ağrı dağının kuzey eteğinde Küp gölünün çok yüksekte olması, suyun hızlı bir şekilde aşağıdaki gölete akmasına ve büyük miktarda toprak taşımasına neden olmuştur. Ayıca kanal ve gölet uzun bir süreden beri kullanılmadığı için, içinde su bulunmamaktadır. Kanal suyunun getirdiği toprak zamanla göletin içini doldurmuştur. Gölet içerisindeki topraklar birkaç kez temizlenmiş ve duvar üzerine yığılmıştır. Bu yüzden duvarların yükseklikleri ve özellikle genişlikleri değişmiştir. Göletin içerisinde hala kalın bir toprak tabakası bulunmaktadır. Duvarlarda kullanılan andezit taşların dış yüzleri kabaca düzeltilmiştir. Taşlar çevrede zengin olarak bulunan andezit yataklardan elde edilmiştir. Göletin iki savağı bulunmaktadır. Bunlardan biri doğuda, diğeri de batıdadır Doğudaki savaktan akıtılan sular aşağıda bulunan alanlarda yapılan tarım su ihtiyaçlarını karşılamaktadır. Batıdaki savağın fonksiyonu çok daha ilginçtir. Üçken biçiminde yapılan savaktan akıtılan sular, yaklaşık 800 m. Kuzeybatıda yer alan Aşağı Korhan göletine su sağlamaktadır.

             Aşağı Korhan Göleti; Korhan kalesinin batı eteğinde ve Yukarı Korhan göletinin de ortalama 450–500 m. Kuzeyinde yer almaktadır. Deniz seviyesinden 1700 m. Yüksekliğindeki gölet, Yukarı Korhan göletinden 22–23 m. Daha aşağıdadır. Ortalama 95 m. X 47 m. Büyüklüğündeki gölet, kabaca elips bir plan göstermektedir. Duvar göletin eğimli olan kuzey kesimini kaplamaktadır. Yukarı Korhan göleti ile birlikte çok uzun bir süreden beri kullanmamaktadır.

Iğdır,  bugünkü yerinde sonradan kurulmuş yeni bir şehirdir. Eski merkez, aynı ulaşım imkânlarından ve önündeki verimli ovanın tarımsal zenginliklerinden uzak kalmayan bir yerde, günümüzdeki Iğdır şehrine göre daha güneyde, Büyük Ağrı Dağı’nın kuzeybatı yamaçlarında savunmaya daha elverişli bir yerde bulunuyordu.

Dede Korkut Oğuznâmeleri’nde Şatık Kalesi olarak geçen ve 1064 yılında Melikşah tarafından Bizanslılardan alınan kalenin burası olduğu sanılmaktadır. Kale Türk hâkimiyetine girdiği bu tarihten sonra Iğdır Korganı olarak anılmaya başlanmıştır. Iğdır Korganı ve önündeki Sürmeli Çukur, İlkçağ ’da Doğu Anadolu’nun büyük bir kısmına hâkim olan Urartu Devleti’nin elinde bulunuyordu. Daha sonra zaman zaman Sakaların akınlarına uğradığı bilinen yöre Roma ve Bizans dönemlerini yaşamış, Bizans dönemi içinde zaman zaman Sâsânîler’in hâkimiyetine girmiş ve Hz. Osman devrinde Aras havzasına yönelen akınlar sırasında Müslüman Arapların eline geçmiş, ardından Müslümanlarla Bizans yönetimi arasında birkaç defa el değiştirmiştir

. XVII. yüzyılın ortalarında Ağrı Dağı eteklerinde bulunan Iğdır Korganı’nın terkedilerek bugünkü yerine taşındığı anlaşılmaktadır.

 Bu yer değiştirmenin sebebi 1664 yılında meydana gelen şiddetli depremdir. Bazı kaynaklarda 1640 tarihi verilmiştir. Bu depremde Ağrı Dağı’nın büyük bir kısmı kopmuş, yamaçtaki eski Iğdır (Iğdır Kalesi) oturulamayacak duruma gelmiş ve şehir düzlükteki bugünkü yerine inmiştir. (Tuncer, 1999: 79). Klasik İslâm tarihi kaynaklarına bakıldığında, Iğdır’ın yamacında bulunduğu Ağrı dağlarına aynı ilginin gösterilmediği ve çoğu kaynaklarda onlardan hiç söz edilmediği anlaşılmaktadır. Bununla birlikte bizzat gidip bölgeyi dolaşan Müslüman gezginler ile bazı İslâm coğrafyacılarının, söz konusu dağlar ve çevresi hakkında malumat verdikleri görülmektedir.

Ağrı Dağında 1840 Ahura Depremi olarak da kayıtlarda geçmektedir. 1840 Ahura depremi, 2 Temmuz günü yerel saatle 16.00'da meydana gelmiş ve Türkiye'nin Doğu Anadolu Bölgesi'ndeki Ağrı İli, Sahat Çukuru ve Sürmeli Çukurunu etkilemiştir. Depremin merkez üssü Ağrı Dağı yakınları olup, burada bir patlamayı tetiklemiş ve köyleri yok eden bir toprak kaymasına neden olmuştur. Deprem ve hasar verici artçı sarsıntıları nedeniyle toplam 10.000 kişi hayatını kaybetmiştir. Deprem katalogları yüzey dalgası büyüklüğünü Ms  7.4 ve Mercalli şiddet ölçeği derecesini IX (Şiddetli) olarak vermektedir.

Depremin meydana geldiği gün Ağrı Dağı'nda Bandai tarzı bir freatik patlama tetiklenmiştir. Zirvedeki buzul eriyerek köyleri gömen bir laharla sonuçlanmıştır. Lahar ve heyelan volkanın tabanına yakın bir yerde birikerek büyük bir alüvyon yelpazesi oluşturmuştur. 2006 yılında yapılan akademik bir çalışmada, 3×108 m3 volkanik malzeme ve buzul eriyiğinin saniyede 175 metre hızla vadiden aşağı aktığı tahmin edilmektedir. Yanardağın üst kuzey kanadı boyunca uzanan fissür bacalarından piroklastik bir akış oluşmuştur ve bu akış kuvvetle muhtemel depremle ilişkilidir.

Yanardağın kuzeydoğu kanadında büyük bir heyelan meydana gelmiş ve Ahura Kanyonu'nu oluşturmuştur. Heyelan, deprem ya da patlama nedeniyle tetiklenmiştir. Ahura köyünü ve manastırını yok etmiştir. Hareket, doğal bir barajın oluştuğu 900 metre yükseklikte durmuştur. Bu baraj birkaç gün sonra yıkılmış ve civardaki köyler sular altında kalarak tahrip olmuştur. Ek toprak kaymaları da sele neden olmuştur. Tali etkilerde toplam 4,000 kişi hayatını kaybetmiştir.

En eski İslam tarihi müelliflerinden Belâzürî (1987: 272- 282), Iğdır ve buranın simge ismi Ağrı dağlarından söz etmekte, Aşağıda görüleceği üzere İslam coğrafyacılarının Azerbaycan ve Rân (Aran) adıyla zikrettikleri bölgeleri bu sayıya kattığı anlaşılmaktadır. İslam coğrafyacıları ise hem kadim Iğdır’ı sırtında taşıyan Ağrı dağlarından hem de Iğdır’ı besleyen Aras Nehri ve buradaki verimli topraklardan bahsetmektedirler. Buranın coğrafyası, kültürü ve sosyal hayatı hakkında malumat arz etmektedirler.

İslam tarihçileri ve coğrafyacıları Iğdır ve çevresi ile ilgili malumatı genellikle Ağrı Dağı ve Aras Nehri çerçevesinde arz etmişlerdir. Nitekim Müslüman coğrafyacılardan ilk defa Kudâme b. Cafer’in Ağrı Dağı’ndan Cebelü’l-Hâris adıyla bahsettiğini görüyoruz. Abbâsî vilayetlerinin ödedikleri vergi miktarı ve şehirlerin arasındaki mesafeleri kaydettiği eserinde Ağrı Dağı’nı dünyanın beşinci iklimi.  Verdiği bilgilere göre söz konusu iklimde aralarında Büyük Ağrı ve Küçük Ağrı dağlarının da bulunduğu yirmi dokuz adet dağ mevcuttur. Ancak Ağrı dağları hakkında ayrıntıya girmemekte, sadece çevre uzunluklarının otuz üç mil olduğunu belirtmekle yetinmektedir (Kudâme, 1889: 232). İstahrî (1927: 191-192), Büyük Ağrı Dağı’nı bölgenin en yüksek dağı olarak nitelendirmiştir. Tepesinde karın eksik olmadığı ve üstüne çıkmanın imkânsız olduğu bu dağın aşağısında Küçük Ağrı Dağı’nın bulunduğunu ifade eden İstahrî, içme sularının bu dağlardan çıktığını ve halkın buralardaki ormanlardan yakacak odun ve av hayvanı ihtiyaçlarını karşıladıklarını anlatmaktadır. Bölgede fiyatlar ucuzdur. Bazı yerlerde bir koyun fiyatı iki dirhemi bulmaktadır. Aynı şekilde bal da ucuzdur. Otları inanılmaz derecede gürdür. Çevrede Sultan mertebesinde beyler hâkimdir.

Buralarda daha çok hayvancılık yaygın olup, hayvan ve hayvansal ürünlerin ticareti revaçtadır. Aras Nehri’nde ise lezzetli balıklar bulunur ve bundan dolayı Irak’a kadar götürülüp satılırlar. Cenab-ı Allah’ın helak ettiği Ashâbü’r-Res burada yaşamıştır. Nitekim nehrin iki yakasında bulunan şehirlere dikkatle bakıldığı zaman bunların bir zamanlar alt üst edildiği anlaşılmaktadır.

372/982 yılında kaleme alınmış olan müellifi meçhul “Hudûdü’l-Âlem”de (1999: 30) ise Ağrı dağları hakkında şu bilgilere yer verilmiştir: Bu çevrede birbirinden ayrılmış iki dağ daha bulunmaktadır. Büyük olanın adı Cebel-i Hâris’tir. Yolun olmaması ve arazinin engebeli olmasından dolayı dağın tepesine çıkmak imkânsızdır.

Makdisî (1909: 373-374), Kur’ân-ı Kerîm’de (Furkân, 25/38) sözü edilen Ashâbü’r-Res’in, Ağrı dağlarının altında metfun olduğunu zikretmektedir. Ormanlık, yeşil ve verimli topraklarına hayran kaldığı yörenin güzelliğini cennete benzetmektedir. Ayrıca bölge isminin Hz. Nuh’un torunları tarafından kurulmuştur.

 Büyük Ağrı ve Küçük Ağrı dağlarının zirvesinde Urartu krallarının ziynetleriyle birlikte metfun oldukları mezarlarının bulunduğunu kaydeden Yâkût el-Hamevî (1977: II, 205), söz konusu dağlara insanların tırmanıp kral mezarlarına ulaşmasını engelleyen bir tılsımın varlığından söz edildiğini belirtmektedir. Ayrıca dağların altında metfun olduğuna inanılan Ashâbü’r-Res hakkında anlatılan bir hikâyeye yer vermektedir. Anlatılanlara göre Hz. Musa ile aynı ismi taşıyan bir Peygamber, bölge halkına gönderilmiş; ancak halk, kendilerini Allah (a.c.)’a davet eden bu peygamberi yalanlamıştır. Bunun üzerine söz konusu peygamber, onlara beddua etmiş; Cenabı Allah da daha önceleri Hicaz bölgesindeki Tâif şehrinde bulunan Büyük Ağrı ve Küçük Ağrı dağlarını yerlerinden kaldırıp bu halkın başına geçirmiştir. Onun içindir ki er-Ress (Aras) halkının bu iki dağ altında kaldığı söylenmektedir. Ayrıca Aras Nehri havzasının tarımsal zenginliğine değinen Yâkût (1977: III, 44), nehrin çevresinde başka yerlerde benzeri görülmeyen harika narların yetiştiğini ve incirlerinin hayret uyandırdığını kaydetmekte; bölgedeki sineklerin çokluğundan dolayı güneş fazla görülmediği için üzümlerin tandırlarda kurutulduğunu anlatmaktadır. Hacimli sayılabilecek eserinde Ağrı dağlarına tek bir cümle ile yer veren İdrîsî (2002: 829), Zevezân bölgesindeki dağların kuzeye doğru Büyük Ağrı ve Küçük Ağrı dağlarıyla birleşerek Tiflis’e uzandığını ifade etmekle yetinmektedir.

Bölgenin enteresan mekânları arasında Ağrı dağlarını g Ebü’l-Fidâ (1860: 59-60. Ayrıca bk. İbn Fadlallah el-Ömerî, 2010: II, 106-107), Aras (er-Ress) Nehri’nin Erzurum (Kalîkala) dağlarından çıkarak Debîl’e doğru aktığını zikretmekte; ardından nehrin etrafında üç yüz altmış adet harabe şehir ve köyün bulunduğunun söylendiğini ifade etmekte ve Kur’ân-ı Kerîm’de adı geçen Ashâbü’r-Res’in buralarda yaşamış olduğuna işaret emektedir.  Büyük Ağrı ve Küçük Ağrı dağlarına değinen Ebü’l-Fidâ (1860: 72), onları başlarında karın eksik olmadığı, çıkılması imkânsız dağlar şeklinde anlatmaktadır. Diğer yandan İslâm tarihçileri Ağrı Dağı’nın Nûh tufanıyla irtibatını kurmak bir yana, neredeyse onlardan hiç söz etmemişlerdir.

Bu bölgeyi ziyaret eden İspanyol elçilik heyetinden Ruj Gonzales de Clavijo 1404 yılında Korgan kalesini görmüş, buranın Sürmeli yakınlarında Bayezid yolu üzerinde bulunduğunu ifade etmiştir. Azad Çayı üzerindeki Duvioı, bölgenin en büyük ve önemli dini ve idari merkezidir. Nitekim Ortaçağ kaynaklan da, Sürmeli yerine daha çok Arpaçay sahilindeki Anı ve Azad kıyısındaki Duvin'den bahsetmektedir.

Kaynaklar XII. yüzyılda Sürmeli'de bağımsız bir beyliğin olduğunu kaydetmektedir. Şehrin, Duvin ve Ahlat kalelerine yağmalar ve katliam düzenleyen Gürcüler'den ne şekilde etkilendiği ise bilinmemektedir. 1160 yılından beri varlığını sürdüren Sürmeli Beyliğine son veren, 1227 yılında Harezmşalılı Celal ed-Din olmuştur.

İÇ-OĞUZ/ÜÇ-OKLAR Kolundan: “Ağca-Kala(k), Sürmelü” de oturan, “At ile Karun-Eli’ne (Erzum’a) çapkun yeten”, “Ak-Hisâr”\ (Kemah’ı) ahp sahiplenen, metbu’u (Büyük- Arşaklı timsâli) “Bayındur-Han’un Veziri ve Güvegüsü”, “Beğlerbeği” unvanlı “Olaş-oğlu Salvur Kazan Han/Bek” = Küçük-Arşaklılar timsâli olan ve bu sülâlenin en yiğit hükümdarı “Büyük” unvanıyla tanınan, Sasanlı I. Artaşır’i her defasında yenerek ülkesini kurtaran, “Vologas / Balaş / Valarş-oğlu II. TiridatIKhosrov” (217-252).

1404'de, yöreden geçen ve Sürmeli'de bir müddet konaklayan İspanyol elçi heyetindeki Ruj Gonzales de Clavijo, Sürmeli için şunları yazmaktadır.

"Kulp: Tekrar, Aras kıyısmda ilerlemeye devam ettik. Yol bozuk ve birçok yeri dimdik idi. Ertesi gün yine bir köyde konakladık. Burada dağ m tepesinde bir kale vardı. Her taraf tuz kayaları ile kaplıydı. İnsanlar tuz ihtiyaçlarını buradan karşılıyormuş... Çulmarin/Colmarin: Sünneti; şimdi Sürmari şehrini anlatacağım. Bize söylendiğine göre, Tufan'dan sonra kurulan ilk yer burasıdır. Sünneti ‘ye 29 Mayıs 1404 Perşembe günü öğle üzeri ulaştık. Büyük bir şehirdir. Ağrı Dağı buradan altı fersah ötededir. Nuh’un Gemisi bu dağın üzerine konmuştu. Aras nehri kenarında olan Çulmarin/Sürmeli, bir taraftan derin bir vadi ile çevrilmekle, diğer taraftan da sarp dağlar yükselmektedir. Bu bakımdan şehir son derece tehlikelidir.. Kapısı üzerinde kuvvetli kuleleri olan bir kalesi bulmamaktadır. Kalesinin her biri dış, bir de iç olmak üzere iki kapıya sahiptir".

 

Oğuz hanları eski bir şehir olan Armavir’i kışlak, Arpaçay’ın Aras ırmağıyla birleştiği yer dolayındaki Ağca kalesini de yaylak merkezi olarak kullanmışlardır.

Sürmeli Çukuru, Borçalı Çayı ile Khıram Çayı boyları, Çıldır Gölü çevresi ve Arpaçay boylarıyla, Kars Yaylası bölgesiyle birlikte 1064 yılında Selçuklu Sultanı Alparslan ve oğlu Melik Şah’ın Bizans ülkesine yaptıkları ilk seferde, Selçuklu ülkesine bağlanmıştır.

            Melikşah, yanında Nizamülmülk oldugu halde, Nahcivan’ın batı komşusu Sürmeli Çukuruna, Ağrı Dağları kuzeyine gelirken, Iğdır Korgan’ı yerinde kayalık tepe üzerindeki Satık denilen hisara hücum ederek fethetmiştir. Bunu müteakip Melikşah, Sürmari denilen kaleye geçerek burasını da fethetmiştir. Ayrıca, bunun batısındaki bir kaleyi de fethederek Selçuklu topraklarına katmıştır. Böylece 1064 ilkbaharında Selçuklu ordusu, bir daha geri vermemek üzere Bizanslılardan fethettiği ilk Anadolu toprağı, Ağrı Dağları ve Aras Nehri arasındaki Sürmeli Çukuru bölgesidir.

Iğdır İlini de içine alan Sürmeli Çukurunda meskûn olan Türkler, Selçuklu Türkmenlerinin gelişiyle hareketlenmiş ve bölge Orta Asya’dan yeni gelen Türk boyları için cazip bir yerleşim haline gelmiştir.  Iğdır Ovası’nın da içinde bulunduğu Sa’d Çukuru ve çevresi 1238–1256 yılları arasında Çingizlilerin, 1256–1355 yılları arasında da İlhanlıların hâkimiyetinde kalmış ve bu dönemlerde bölgede Türk yerleşimi oldukça güçlenmiştir.

İlhanlılar devrinde Ağrı Dağı ve Sürmeli Çukuru; “Aladağ Sancağı” adıyla bir yaylak merkezi sayılmıştır.

İlhanlı Devleti’nin yıkılmasıyla bölge, 1357 yılında Celayirliler’in eline geçmiştir. Bölgeye 1379 yılında da Karakoyunlular egemen olmuştur. Kuzey ve Güney Azerbaycan, Doğu Anadolu ve Irak bölgelerine yayılmış bulunan Karakoyunlu Türkmenlerinin en önemli yurtlarından biri de Sürmeli Çukuru ’dur.

Bölge 1386 yılı sonbaharında Timur tarafından fethedilerek, Türkmenler ’in yönetimine bırakılmıştır. Timur’un bölgeye yaptığı birinci seferden sonra, kuzeyden Altınordu Devleti’nin işgaline maruz kalmıştır. 1392 yılında Toktamıs Han buraları Altınordu ordusunda bulunan Kırımlı Kıpçaklara bırakmıştır. Iğdır Kalesi’ne yerleşen Kıpçaklar, halka zulmederek yoldan geçen kervanları soyunca, 1394 yılında Timur, ikinci seferinde Iğdır Kalesi (Iğdır Korgan’ı)’ni fethederek, kalenin bütün kapılarını yıktırmış ve bu kaleye bir daha kapı yapılmamasını emretmiştir.

1404 yılında Sürmeli Çukurundaki eski bir kaleye adlarını verecek kadar çoğalan ve yerleşik bir yaşantıya geçtikleri anlaşılan Iğdır, Oğuzların yirmi dört boyundan yirmi birincisi sayılan Üç Oğuzlardan, Üç Ok koluna dâhil bir boyun adıdır.

Iğdır (Sürmeli Çukuru) 1469 yılında Akkoyunlu Devleti’nin hâkimiyeti altına girmiştir.  Bu tarihten sonra Sürmeli Çukuru ve Iğdır Ovası’nı tamamen kontrolü altına alan Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan, bu bölgeyi kendine kışlak merkezi yapmıştır.

Safeviler’in gelişine kadar bölge, Akkoyunlu yönetiminde kalmıştır. Akkoyunlu Sultanı Göde Ahmet, 1459 yılında, Iğdır Ovasında öldürülünce, büyük karışıklıklar meydana gelmiştir. Bu kargaşadan faydalanan Sah İsmail, 1502 yılında Akkoyunlu Devleti’ni yıkarak Safevi Devleti’ni kurmuş ve bölgedeki Türkmenleri kendisine bağlamıştır.

Aslında bölge Osmanlılarla çok daha önceden tanışmıştır. Iğdır'ın adı; 24 Oğuz boyundan 21’ncisi sayılan İç-Oğuzlar-Üç-Ok kolunun ve Oğuz Han'ın altı oğlundan biri olan Cengiz Alp'in en büyük oğlu olan "Iğdır Beğ" den gelmektedir. Bu boyun ilk başbuğu Iğdır Beğ'dir. Iğdır Beğ, dört kardeşin en büyüğüdür. Kabilesi Aras havzası ve Azerbaycan bölgelerine yerleşmiştir. Bunun en büyük delili Yıldırım Beyazıt'ın 1402 yılında yapılan Ankara Savaşı Timur'a yenilmesine sevinen Hıristiyan âlemi, tebrik için Timur'a birçok elçi göndermişlerdir. Bu elçilerden biri olan İspanyol Klavijo'nun anlattığı gibi Iğdır Kalası (Iğdır Korganı) bugün Ağrı Dağı eteklerinde halen harabe halinde bulunmaktadır. Klaviyo, buraya "kayalık üzerinde duran bir kal'a” diyerek, adının da "Iğdır" olduğunu belirtmektedir.

Iğdır/Korhan Kalesi Erzurum Kültür Varlıkları Koruma Kurulu’nca 20.04.2001 tarih ve 1100 Sayılı karar ile askeri grubunda tescil edilmiş ve koruma altına alınmıştır.

 

Korhan Yaylasında 06 Mayıs 2001 Pazar günü Ağrı Dağı Korhan Yaylası Ağaç Bayramı, Piknik ve Uçurtma Şenliği’ni düzenledi. Halkın coşkuyla katıldığı 2001 yılında 1. ve 2002 yılında ise 2. Iğdır Ağrı Dağı Nuh’un Gemisi Kültür ve Sanat Festivallerini Ağrı Dağı Korhan Yaylası’nda düzendi.. Yapılan projeler ile Tarihi Korhan Yaylası ve Kışlasında imar planı yapılarak yerleşim ve konaklama tesisleri, Korhan Yaylası –Küp Gölü-Ağrı Dağı Zirvesi- Yenidoğan- Serdarbulak ( Küçük Ağrı Dağı eteği) arasında gondollift, skylift ve telesiyejler, Askerkülü Çukuru denilen yerde Nuh Müze Restoranı, Kültür Sitesi Toplantı Salonu ve Kütüphane ’den oluşan Nuh’un Gemisi’nin benzeri mimari özellikleri taşıyan tesislerin yapılmasını içeren; Iğdır Ağrı Dağı Doğa Sporları ve Kış Turizmi Merkezi Projesi ismi ile hazırlanan; 176 milyon Dolar toplam bedeli, 8.000 yatak kapasiteli, aynı anda 6.000 kişinin kayak yapabileceği, 15.000 kişiye iş imkânı sağlayan ve yıllık getirisi 76 milyon Dolar olarak planlanan bir proje olmasını sağlamıştır. Burada; yol, içme suyu, elektrik, telefon, imar planı, karakol ve sanat yapıları, 20 yataklı bina, umumi tuvaletler ve köy hizmetleri şantiye binası yapımını gerçekleştirmiş ve tamamlamıştır.

            Iğdır Kalesi Zirvesine 58 metre uzunluğundaki direkte 6×9 ebadında 54 metre karelik Ermenistan’dan dahi görünen Türk Bayrağı‘nı dikerek dalgalanmasını ve taş bina olarak 8 tane 10 metrelik burçları bulunan kale gibi çok güzel bir 180 kişilik Korhan Jandarma Karakolu Binası’nın inşasını sağlandı.

  Ayrıca, TEMA Vakfı ile birlikte başlatmış olduğu Ağrı Dağı’nın Milli Park olması, 107 hektarlık alanın tamamı Iğdır il Özel İdaresi adına Hazine’den satın alınarak tahsis ettirilmesi ve Projenin gerçekleşeceği alanın Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’na tescil ettirilmesi, tesislere gidecek yolun tamamının iş makinelerinin boş zamanlarında (16 km lik üst seviyede asfalt kaplı yol yapılması, Karakoyunlu ilçesinden 22 kmlik ikinci bir yol açılması, üçüncü bir yol ise Aralık Yenidoğan köyü tarafından 30 km) yapılması ve stablize kaplanması ve böylece volkanik olması nedeniyle toz ve kayalardan oluşan Ağrı Dağı’nda değişik yönlerden 100 km ye yakın yol yapılmasını sağlandı. Ancak bu yapılanlar uzun zaman kullanılmayınca yok olup gitti.

Iğdır tarihi eserler açısından çok önemli bir yerdir. Ne yazık ki Ağrı Dağı taraflarında bulunan tarihi yerlerden, ayrıca Aras Nehri sınırlarında bulunan önemli Tarihi yerlerden yeterince faydalanamıyoruz. Bu tarihi yerler muhakkak turizme açılmalıdır.

Henüz yorum yapılmadı!

Bu içerik için yorum yapılmadı. Yorum yapmak için aşağıdaki formu kullanınız.

Yorum Yaz!

E-Posta adresiniz yayınlanmayacaktır.
* İşareti olan alanlar gereklidir.