Karanlık Yırtan Bir Şair: Mustafa Fırat

Tarih : 2014-02-10 / Kategori : Kültür & Sanat

Karanlık Yırtan Bir Şair: Mustafa Fırat

Fatma Aras
     Mustafa Fırat’ın 2013’te yayımladığı yeni kitabı “Karanlık Şiirler”in kapısını karanlıkta  aydınlık dizeleri arama umuduyla açtım ; tıpkı saçlarını salmış bu siyah şiir” (s,24) dizesinde olduğu gibi... Şiirlerin başlıklarının roma rakamlarıyla belirtilmesi dikkatimi çekti. Atmış dört sayfa ve otuz beş şiirden oluşan kitap, otuz beş yaşında olan şairin yaş diyalogunun şiirleri kanısını uyandırıyor okurda. Kitabı defalarca incelediğimizde, arka sayfasında Ali Günvar’ın dediği gibi “Hüznümüze hoş gelen bir şiirle karşı karşıyayız…”
Şairin başlıca yapıtları:
“Paslı Ayna” ( 2003,
“Lâlezar”(2005-Kültür ve turizm Bakanlığı Nüzhet Erman Şiir ödüllü),
“İçimdeki Telaş”(2009)
“Karanlık şiirler”(2013)
Ve son senelerde “Şair Dağın Doruğunda” başlığıyla hazırladığı seçki, emeği kucaklayan bir yapıt ve şair hâlen Mühür Şiir Edebiyat Dergisi’nin editörlüğünü sürdürüyor. Edebiyat öğretmeni olan şairin, bu yoğun koşuşturmaca içinde Türk
Edebiyatına katkı sağlayan çalışmalara tüm gücüyle verdiği emek çok anlamlı!
Mustafa Fırat, “Karanlık Şiirler”de hayatta olanların ve olması gerekenlerin, içindeki çıkmazların şiirlerini yazmış. ”Neydi bizi bizden alan” (s,22) dizesinin yansıttığı gibi şair çokluk içinde nedensiz bir azalmayı sorguluyor. “ Kalbimizde biriktirdiğimiz /
yarına teşne uzayan insan/gibi durumlardan daralan içimiz… “dizeleriyle devam eden şiir, günden güne artan özümüze, topluma yabancılaşma olgusunu vurguluyor.
İnsani değerlerin azalmaya yüz tuttuğu son zamanların en büyük çıkmazlarından biri olan uzaklaşma duygusuna eğilimli olan bir durumu imliyor. Şairin hayattan ve insandan yana olan kalbi “Mühür” gibi bu dizelerde.
Kitap da dikkatimi çeken durum: İlk şiirdeki dizelerle son şiirdeki dizelerin kan uyumu.
Bu uyumla dizeler birbirinin çatısını tamamlayan bir sağlamlığa ulaşıyor. Örneğin: İlk sayfada yer alan, I. şiirinde ilk dize: ”düşerse geceye aşka yalan”(s,7) ile kitabın son şiiri olan XXXV. şiirin ilk dizesi: “yolun yarısı diyorduk ya geldik”(s,62) dizesinin
kumaşları nasıl da aynı. Yine I. şiirinden İkinci dize:” büyür gözlerimde bakışların”
(s,7) ile XXXV. şiirinde ikinci dize, “ işte geldik durduk soğuk ırmaklar kadar üzgün”
(s,62) nasıl da birbirini pekiştiriyor. Kitabın içerdiği şiirler, sondan başa, baştan sona okunduğunda bir solukta okunacak kadar, birbirinin devamı gibi… Bu şiirler okuru sıkmadan içine sığdırıyor!
Kitabın V. başlıklı şiirinde: ”Gel bir ömür okuyalım yan yana/yakıla yakıla en temmuzda/çağlar yürüsün biz yürüyelim/yüzümüzdeki utançla” dizelerinde Mustafa Fırat, bakışımızı yakın zamanda işlenen toplu katliama, Sivas olaylarına yöneltiyor. Sivas olaylarında insanları diri diri yakan bir utancın silinmeyen izlerini anımsatan bu dizerin derinliği, yoğun bir içsellik hissettiriyor insanda. Şair,ucuz kirliliğin boy attığı, acımasız insanların insana yaptığı bu utanç veren gerçeğin, kokuşmuşluğun yanardöner yüzünü, bilinçlerden çıkmayan o zamanın açık bir fotoğrafını gösteriyor.…
“ Karanlık Şiirlerin” XIII. başlıklı şiirinde: ”(… )ölüm mü yalnızlık mı/hangisini öne alalım bu kalabalığımızda”(s,25) dizelerinin derinliğinde, ölüm ile yalnızlık eşitlenirse geriye özlemin kaldığını anlıyoruz. Ama bu özlemde yalnızlığın acısı daha ağır basıyor.
Ölüm hayatta var olan bir olgu; ölen için acıların dindiği bir andır; oysa yalnızlık insanın iliklerinde ayaz başlatan bir dönemdir. İnsan karakışı kanında yaşar. Eti kemikten ayırır bekleyiş. Şiirin devamı olan ”hırçın denizler gibiyiz bak/gemi çok zamandır beklerken limanda…” (s,25) dizelerinde şair, yalnızlığın acısını, hüznünü imliyor. Burada hayattan bir örnekle yola çıkarsak: demir ateşte örselenir. İşlem biter ateş söner, örselenen şekil alır. Ayrılık da böyledir; insanın, hayatını, bakışlarını, iç rengini değiştirir. Uzun yorgunlukların altını çiziyor bu dizelerle.
Yine XIV. şiirinde: Burası kalp radyosu/tarumar olmuş bir bahçeden/çıktım geldim yanına/ ne çok çiçek, ne çok aşk ezilmiş” (s.26) dizerinde teknoloji denilen bu çağda her şeyin metalleştiği bir dönem döngüsünde giderek çoğalan kirliliğin verdiği
sancıyı kalbinde hissedip duyumsadığı bir kokuşmuşluğun altını çiziyor. Burada çiçeğe aktarılmış adların, insanın insani duygusunu besleyen aşk olgusunu ve bu yaşanması gereken olgunun günümüzde tez tükenmişliğin sancısını bu dizlerle aktarıyor.
 XX. başlıklı şiirinde,“ bir hayalin peşinden koşan çocuklar gibiyim/öyle fütursuz öyle büyüyen bir doğu/saplarken durmadan ve durmadan bu oku/dedim ben sadece yalnızlık gibi bir şeyim” (s,34) dizelerin ses uyumu kendini hissettiriyor. Türk şiirinde
sembolizmin öncülerinden olan Ahmet Haşim’le Mustafa Fırat’ın şiir akrabalığı bazı dizelerde oldukça yakın.
Örneğin: İlk dizede: “bir hayalin peşinden koşan çocuklar (gibiyim)” gibi(y)im Son dizede: “dedim ben sadece yalnızlık gibi bir(şeyim) “şey/im deyişiyle, kökleri farklı olan “gibi” , “şey” kelimelerinin aldıkları “im” ekiyle ses uyumunu yakalamış.
Gibi(y)im sözcüğünde aradaki “y” harfi kaynaştırma görevini üstlenmiş ve bu da şiiri diri tutmuş! Diğer şiirlerinde de yer yer görünen bu ses uyumu şiirlerinin Ahmet Haşim’le akraba izleğini oluşturuyor. Bu akrabalık, bu ses uyumu, bu dizeler bana şiirin farklı bir tadını hissettirdi.
Şairin, XXXIII. başlıklı şiirde:” ben ağaçları sevdim en çok senden sonra/nasıl olduğunu bilmediğim uzun bir şarkıyla/sevdim dallarıyla uzayan yalnızlığımı/ ve gördüm bir ağacın bir ağaca çok geldiğini” (s.58) dizelerini okuduğumda
Azerbaycan’ın ünlü şairlerinden Bahtiyar Vahapzade’nin “Kökü var ağacın da, taşın da/Adamsa kökünü gezdirir başında!”deyişin hatırladım. Bu bağlamda iki şairin de yorumları bir noktada birleşiyor: dilin dile, kökün köke yabancılaştığı ve hızla artan bir kirlilik; insanın insana çok geldiği bir durumun acısı… Mustafa Fırat, insanlar arasındaki esmerliği resmetmiş.
Yine XXX. Başlıklı şiirinde:” ve dinleyelim ninnisini karanlığın/sürekli sürekli yolculuğa çıkar gibi/dinleyelim ninnisini karanlığın bıkmadan/avutalım içimizdeki çocuğu o ki şiirin tâ kendisi…” (s,53) dizelerinden yola çıkacak olursak, genelde
ninniler ağıt kokar, her şair de şiirlerini hüzünle besler. İçimizdeki çocuğun şiir olgusu yabana atılmayacak bir benzetme. Çükü şiir itirazdır, şiir başkaldırıdır, şiir isyandır, yerine göre mayın tarlasıdır. Piminin çekilmesini bekleyen bir el bombası gibi…
Şiirin gücünü anlatan güzel bir örneği Moşe Dayan vermiştir. Filistinli şair Fatma Tukan’ın bir şiirinin yirmi gerillaya bedel olduğunu söylemiştir. Mustafa Fırat“ avutalım içimizdeki çocuğu o ki şiirin tâ kendisi…”dizeleriyle şiirin diline tercüman olmuş.
Kısacası, Haydar Ergülen’in bu kitap hakkında dediği gibi :“ Az yazmış çok söylemiş” Mustafa Fırat. Şairin şiir işçiliğinde geleneği benimseyip ve bunu özümsediği gözleniyor.
Karanlığın arkasındaki karanlıkların izleğini şiirlerine taşıyan şairin bu kitabı bir söz zenginliği içinde yazılmış. Beklemeyi, bekletilmeyi, ölümü, yaşamı ezenin verdiği acıyı, doğada canlı ve cansız ne varsa şaire verdiği derin dokunum acısını hissettirerek, duyumsayarak yazılan bu şiirler kendinden daha çok söz ettirecek.
Sonuç olarak: Mustafa Fırat’ın “ Karanlık Şiirler” kitabı bana Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın şu sözlerini hatırlattı: “ Sanat eseri hem bir saat gibi bulunduğumuz zamanı, hem de bir pusula gibi gidilmesi yönü işaret etmelidir.” Mustafa Fırat’ın şiirleri hem saat, hem de *Mustafa Fırat, “Karanlık Şiirler” Mühür Yayınlar, İstanbul-2013 Mühür Dergisi- 49. Sayıda yayımlandı.

Facebook Beğenenler

  1. kenan 2014-02-17 08:30:16

    Fatma Hanım Yazı güzel.<br />Lakin, bırakın İzmirde doğmuş, Antalya ve İstanbulda okumuş Iğdırın kenarından köşesinden geçmemiş bir şairide.. <br />Yöremize ait adı sanı duyulmamış sanat ve sanatçıları, şairleri tanıtan yazılarınızı bekliyoruz.

  2. Fatma Aras 2014-07-06 19:11:00

    Kenan Bey, elbette Iğdırlıyım ama dünyanın neresinde olursa olsun bir değere, emeğe el uzatmak zorunda. Bunun için de şair dünyalıdır.

Yorum Yaz!

E-Posta adresiniz yayınlanmayacaktır.
* İşareti olan alanlar gereklidir.

Kerbela

Kerbela Sayfası