IĞDIR’IN YAKIN TARİHİNE NOTLAR -XXXVI- IĞDIR’IN GÜLDÜRÜ KAYNAKLARI

Tarih : 2024-01-17 / Kategori : Kültür & Sanat

IĞDIR’IN YAKIN TARİHİNE NOTLAR -XXXVI- IĞDIR’IN GÜLDÜRÜ KAYNAKLARI

Emir ŞIKTAŞ
Iğdır, 1590 Ferhat paşa antlaşması Tuzluca, Aralık, Karakoyunlu ile birlikte Sürmeli olarak anılan bölge Aralık kazası adıyla kurulduğu anlaşılan Osmanlı eyaletine bağlanmıştır. 

Nasuh Paşa Antlaşması ile 1612 de Safevi devleti yönetiminde kalmıştır. 1828 Revan hanlığının yıkılışına kadar Revan hanlığına bağlı olmuştur. 1917 yılına kadar hanlıkları ele geçiren Rus Çarlığı Iğdır’ı da idaresine almıştır. 14 Kasım 1920 de Türk ordusu tarafından Iğdır işgalden kurtarılmıştır. 1992 Yılına kadar Kars vilayetine bağlı ilçe olarak idaresini sürdürmüştür ve 1992 yılında Kars’ın ilçesi iken Ardahan ile birlikte il yapılmıştır. * Cumhuriyetle birlikte yılların ilçesi olmasının birikimi yanı sıra Revan/İrevan, Kuzey Azerbaycan, Güney Azerbaycan (üç parçaya böldüklerinden sonra) dan ve yörede yüksek noktalarda yaşayan insanların ovaya gelerek yerleşik düzene geçmelerinin sonucu kültürel olarak zenginleşmiştir. 
 
Bu gelişmeyi şiirde, edebiyatta, hikayelerde, güncel yaşanan fıkralarda, latifelerde, esprilerde, oyunlarda, gelen kişilerin becerisine göre mesleklerine istinaden iş hayatının da çeşitlenmesinde görmek mümkün olmuştur. Bir arada yaşamaya başlayan bu halk topluluğunun içerisinden nüktedanlar, güldürürken düşündürenler, her sohbetinde bir muziplik yaratanlar, halkı eğlendirirken eğlenenler, fıkra hafızası dolu olanlar ve anlatımı çok sevenler, dokunulduğunda kişisel becerileri öğrenilenler, toplumun latifelerine alıştığı/özümsediği kişiler, düğünlerde yorulmadan, bıkmadan oynamak hevesinde olanlar, kuş beslemeyi sevenler, ticaretinde toplumu güldürenler ortaya çıkmaya, yeteneklerini sergilemeye başladılar. Gördüğüm, duyduğum, tanıdığım kadarıyla yazmaya çalışırsam; 1965 li yıllardan sonraki dönemi ele alacak olursak rahmetle andığımız insanlar; Bahşeli (Bahşo) bey yaşamda yaptığı hareketleriyle, rıtto Yusuf emi “bastır Ankara kara kara gücü” sloganıyla, sporda tezahüratıyla, Muştaba dayı günlük geçimini temin ettiği ticarette yaptığı şakalarla, berber Cezire kebapçılık mesleği icra ederken söz cambazlığı ile, Rıza gulu emi insanlara takılarak güldürmesiyle, halkı iyi analiz etmiş şıh Hüseyin emi nüktedan konuşmaları ile, ninno Sefer emi kızdırılmasıyla, deli Hakim kurumları gezmesiyle, her hareketi güldüren muhtar Elo emi argo şakaları ile, Azerbaycan/Iğdır halk kültürünün duayen ustası rahmetli Av. İbrahim hoca öğrencileri tiyatro, folklör, şiir, edebiyat dalları ve üniversite okumaları yönünde teşviki, desteği ve hafızasında sakladığı onlarca şiir, masal, fıkraları ile, rahmetli toy başı Hanımcan hala davul sesi duyduğunda oynamasıyla, tiyatro eğitimi almamasına rağmen Ali bey usta tiyatroculara taş çıkartan yeteneğiyle, Ekrem hoca çevresine takılması, latife yapmasıyla, Melekli, Kacer köylerimiz halkının büyük bir bölümü güncel hayatta yaptıkları esprilerinin çoğu yazılı kaynaklarda yer almamasına rağmen toplumun sinesinde yaşayan ve dilden dile aktarılan, bu yolla da unutulmayan insanlarımızdan aklımızda kalanlardır. Örneğin anlatılanlara göre, rahmetli ninno Sefer emi akıl hastanesinde doktorun birine parmakla müstehcen davranışta bulunur, yapılan harakete çok kızan doktor Sefer’e sert çıkar, kendisinin deli olmadığını halkın deli ettiğini anlatmaya çalışan Sefer emi doktora derki “bakın bir hareketime tahammül edemiyorsunuz, bir Iğdır halkı bana bu hareketi yapıyor, ben deli olmayayım kim olsun?” Rahmetli Müştaba dayı, yine rahmetli Mehmet Ekmekçi amcanın fırınının (halk deyimi ile lazların fırını) önünde kaldırımın köşesine tahtadan eski bir sandık bırakmıştı, şehre ürün getirip satmak isteyenler Mecit Kumtepe’nin işyeri Yıldız kitapevinin önünde ara sokağa park eder, getirdiklerini bu sokakta satarlardı. Müştaba dayının evinin önü olduğu için dayı komisyonunu bir şekilde satıcıdan alırdı. Köylerden birisi inek yağı getirir satmaya, Müştaba dayının babası yağı alır terazinin bir tarafına boşaltır ve yağın bakır kazanını da bir tarafa bırakır ve kazanın darası yağdan ağır gelir.
 
Bakır kazan yağdan ağır gelince köylüye seslenerek “kazanın darası (tartılması) yağdan ağır geldi yağ eksik git biraz daha getir, ödeşelim” der, bunu duyan köylü şoka uğrar, avazı çıktığınca bağırır, şahsın şaka yapan birisi olduğunu bilmediği için köylü birazda telaşlanır. Sese gelen komşu dükkancılar Emir bey, Ali bey, Orhan bey, Alay bey, Mecit bey, Zöhrap bey, Şaban bey, vd. bir muziplik olduğunu tahmin ettikleri için toplanırlar, “kazanın darası yağdan ağır geldi, üzerini tamamla” talebine kahkahalarla gülerler ve köylü de şakayı anlayınca gülmeye başlar. Köylü parasını alır gider. Rahmetli berber Cezire Iğdır’dan evini taşımış ve uzun bir süre dönmemiştir, bir gün canına tak edince gurbet çeker gelir tekrar Iğdır’a. Vali yolunun yeni dönemleri, bir köşede kebapçılık yapmaktadır. Açık alanda bıraktığı birkaç masalık yerin önüne Depremzede Cezire’nin yeri diye de tabela asmıştır. Kebap pişirmeye uğraştığı bir anda fark eder ki tanımadığı bir şahıs bunu baştan aşağı süzmekte, gözleriyle adeta muayene etmektedir. Meraklanır ve şahsa dönerek “hayırdır gardaş, birine mi benzettin?” diye sorar. Şahıs yüzüne bakar ve “depremzede sen misin?” diye sorar. “Evet” deyince şahıs “Cezayir bey, babası rahmet, hani sende bir şey yoktur, nasıl depremzedesin” İşleri kesat olan ve sıkıntı içindeki Cezire abi der ki “ulan be ay g…… bekliyirdin ölem, ondan sonra mı depremzede olduğuma inanasın?” Muhtar Elo ikinci evliliğini yapar, sürekli şaka yaptığı akranlarından biri gelir der ki “Elo, neçe lira masraf eledin” Elo emi derki “4 bin dolar pulum çıktı” Elo eminin beklemediği bir anda adam derki “7 bin dolar verirerem” Elo emi bu teklif üzerine bağırıp çağırıp tersler arkadaşını. Gelir oğlunun yanına dert yanar “hele adama bak, utanmadan deyir 7 bin dolar verim” 7 bin dolar sözünü duyan oğlu derki; “ay Elo, niye herslenirsen, indiye geder hansı işinden kar eliyipsen, tek bu işinde kar eliyeceksen. Ver getsin, yenisini al” Ticarette hep zarar ettiklerini bilen Elo dayı bu söze gülmeye başlar ve çeker gider köye. Rıza gulu emi caminin önündeki evinden çıkar cami bahçe duvarının yanında güneşlenen Ezancı emiye selam verir, hal hatır sorar ve sonunda imalı takılmaya başlar “ay kişi pamuğu satmırsan?” Öncelikle şunu belirtelim, geçmiş yıllarda Iğdır ovasında çok pamuk ürünü ekilirdi, pamuk sonbahar sonu yetişir ve pamuklar toplanır, evlerde tüccara ya da varsa çukobirlik kooperatifine satılırdı. Bu nedenle her evin deposunda ektiği pamuk vardı, ayrıca da nadirde olsa kadın ismi olarak da konulmaktaydı pamuk ismi. Ezancı eminin karısının ismi de maalesef Pamuk idi. Azerbaycan Türkçesi ile “pamuğu satmıyor musun?” lafı ağır laftı ve ima doluydu. Bu lafı duyan şahıs başlar küfürler savurmaya. Şaka yapmayı çok seven ve sakince dinleyen Rıza gulu emi sessizce, sanki imalı söylememiş gibi yeniden “ay gardaş niye herslenirsen pamuk ekmemiş misin, ekmişsin, bende satar mı, satmaz mı merak edip sordum” diye tekrarlayınca ezançı emi yeniden küfür etmeye başlardı. Çok kızdırdığını anlayan Rıza gulu emi gülerek “tamam sormamış olayım, sen bilirsen satmazsan satma” der terzi Yusuf’un dükkanında sürekli oturan Resul, Mehmet ali, Asker, Mehemmed, vd. diğer sürekli oturdukları arkadaş grubunun yanına gider sohbet ederlerdi. Gerçek hayattan nakledilmiş bu alıntılar yaşanmışlıklar olup, dilden dile nakledilenlerdir. 
 
Abartı, ekleme ya da yakıştırma olmadığı, yalnız rütuş tarzında eklemeler olabileceği kanaatindeyim. Şimdi çoğu hayatta olmayan rahmete gitmiş bahse konu şahısları birebir tanıma şansım olduğunu da belirteyim. Fıkra anlatmayı seven rahmetli şair Hamit emi, rahmetli İbrahim abi, rahmetli Ennağı emi, rahmetli babam Salih ustadan sürekli fıkralar dinlemiştim.
 
Türk cumhuriyetlerinden birisi askerde eşeğin üzerine çıkar, fotoğraf çektirir, ailesine gönderir ve fotoğrafın altına da şöyle yazar; “Ata, üsdeki menem” Yani eşeği ben sanmayın, eşeğin üzerindeki benim. Bunu rahmetli İbrahim abi birazda albenili yaparak kahkahalarla anlatırdı. Rahmetli Hamit emi terekeme fıkrası anlatmayı çok severdi. Terekeme muhtarmış, süresi dolmuş ve tekrar seçimi kazanamamış, muhtarlık elden gitmiş, derken çok geçmeden genç yaşta bir evladını kaybetmiş. Bu acılara dayanamayarak en yüksek yer olan ot tayasının/yığınının üzerine çıkar ve elini göğe kaldırarak bağırır “ey tanrı! ey tanrı! bende senin kimi tanrılık eledim, ama heç kimin evini yıxıp oğlunu öldürmedim” diye sitemde bulunur. Ekrem hoca anlatmakta, dağ köyünden bir grup insan şehre alışverişe gelir, günlerden Aşura günüdür, her taraf kapalıdır, yemek için ekmekte yoktur, mecburen karın doyurmak arayışıyla Aşura için toplanılmış yere giderler, hiç görmedikleri bir ortam, herkes ağlamakta. yaşlı olanı sorar “hayırdır nolmuş, ölen mi var?” Törene katılan biri demiş ki evet “Peygamberin torununu öldürmüşler, ona ağlıyoruz” Telaşla sormuş adam “ne zaman öldürmüşler?” cevap olarak “1400 yıl evvel” demişler. Köylü merakla “sizin yeni haberiniz oldu?” demiş. Tüm hayattan göçmüş insanlarımızı rahmetle yad ediyorum. Hayatta olan neşe kaynağımız insanlarımıza da sevgi, saygı sunarım. *Kyn: Iğdır Araştırmaları -1-

Facebook Beğenenler

Yorum yapılmadı!

Yorum yapmak için aşağıdaki formu kullanabilirsiniz.

Yorum Yaz!

E-Posta adresiniz yayınlanmayacaktır.
* İşareti olan alanlar gereklidir.

Kerbela

Kerbela Sayfası