Çöl Yorgunu

Tarih : 2019-04-09 / Kategori : Kültür & Sanat

Çöl Yorgunu

Çöl Yorgunu /Fatma Aras
Zeynep, sabah ezanı okunurken geceden kalma bir bekleyişle balkonda sabahlamıştı. İlk kez kanamadan dinlediği bu ezan sesi ona anıların perdesini aralatmıştı.  Elindeki kahve fincanını içini döker gibi dudaklarında dondurdu. Bir zamanlar onun içini oyan bu ses, şimdi yeni bir sabaha uyan çağrısı yapıyordu. 
 

Yüreğindeki çarpıntı, nabız sesini yükseltmişti. Aklı ile mantığı arasında bir gel git yaşıyordu. Ama hayalleri onu otuz yıl öncesine götürmüştü. Zeynep, dışarıdan ülkesine kesin dönüş yapıyordu. Yeşil Köy Hava Limanında onu sabah ezanlarının sesi karşılaşmıştı. “Bu kent ne kadar ıssız, bu kent ne kadar köhne, bu kent uzak kokuyor” diye kalbinde mezar açıp kendi ölüsünü gömmek istemişti. Hayal kırıklığı, acılar elinden sıkı sıkı tutmuştu...
Bir zamanlar o da her çocukta olduğu gibi bir kan oynama mevsimi yaşamıştı. Sevgi miydi, aşk mıydı, coşku muydu? Adını bilmediği bir dönemdi. Yakın bir görüşme olmasa da Zeynep’in duygularını işgal eden biri vardı. Onun mektuplarına kayıtsız kalamamıştı. Yol, özlemi artırırmış. Bir süre sonra, Zeynep’in önüne koyulan yolda, bu özlem sevdaya dönüşmüştü. Sürgün edildiği o yabancı ülkede yer gök adımlarına ve içindeki sadakatli duygulara tanıktı. Sevdiğinden gelen gazeteler, plaklar, kasetler hatta sakızlar günlerine neşe katardı. Her mektubun sonunda,  sevdiğinin: “Gara böcüğüm, seni sana tavşırıram”( emanet ediyorum) diye yazdığı sözler, Zeynep’in etrafındaki kalın duvarına kat kat perde çekiyordu. Dışarıya gittiği o gün sevdiğinin hava limanında hediye ettiği bakır yüzüğü, etrafında dönenlere karşı“ nişanlıyım” diye hep parmağında taşımıştı. 
Ayrı ülkede yaşamalarına rağmen, aynı ceketin içinde bir ısınma tutkusuydu Zeynep’inki. Yılmaz Güney’e benzettiği aşkını da kendisi gibi sadakatli biliyordu. Bir gün arkadaşından gelen mektup dünyasını alt üst etmişti. Sevdiği gencin bir gece nikâhlandığını yazmıştı. O günün sancılı acısını hangi kalem yazabilirdi, hangi göz bu yaşa dayanabilirdi ki! Ertesi gün Zeynep, sevdiği gencin kaldığı Kadırga Öğrenci Yurdu'nu aradı; “Ayrıldı” dediler. Aynı gün içinde çalıştığı firmaya sevdiğinden telefon gelmişti. İlk kez adıyla hitap etti. “ Zeynep, yalnızlığımı oyalıyordum, hata oldu. Yakında bu hatadan döneceğim.” dedi.  Titrek bir sele söylediği sözleri, Zeynep anlayamamıştı. Bir tufana tutulmuş gibiydi. Olduğu yere yığılmamak için sendeledi ama gururu ona omuz vermişti. Ağlamadı. Ama buz dağına çarpmış gibiydi. O gün ülkesine kesin dönmeyi aklına kodu. Kendisi için kurulan idam sehpasına inadına yürüyecekti.  
İşte Zeynep’i hava limanında karşılayan ezan sesi, ona Haliç’in sularında hüzünlere kulaç attırıyordu. Işıklara baktı. Karanlığı avazı yırtacak gibiydi. Gözünün iliştiği bütün nesnelerin ona acıyarak baktığını düşünüyordu. Hırsını ayaklarından aldı. Ayakkabılarını çıkardı, kendisini atar gibi bir karanlığa fırlattı. Yalın ayak perona taşıyan araca yöneldi. Arabaya bindiğinde ezan sesleri kesilmişti. “Selam bitti  “ diye içinden geçirdi. İçinde binlerce el hiçliğini boğuyordu. O gece, o kentte kanatan bu tutkuyu gömmeye kara vermişti. Ama gömemedi. Uzak uzak iklimlerde hep sonbaharı yaşadı.  
Yıllar yılları kovaladı. Zeynep, ülkesinde bir kamu kurumunda çalışıyordu. Kaç kış, kaç bahar geçti. Kara iklimler yaşadı. Bir pembe iklime adım attığı ilk günlerdi. Bir gün çalıştığı kuruma gelen telefon, “Geçmişinle yüzleşme günün” der gibiydi. Ama Zeynep’in acıları izin vermedi. Aradan aylar geçti.  Yine sevdiğinden gelen telefon, onu coşkulara yeniden kaptırmıştı. Sevdiği, “Yarın seni Hasan Sağlam Öğretmen Evinde kahvaltıya bekliyorum” demişti. Zeynep’in yaşadığı kente gelmişti. Geceyi balkonda geçiren Zeynep, saatlerin geçmesini bekliyordu. Bu koca kentteki bütün ezanlar ona susuz çölde bir su sesi gibi geliyordu. Bu kabuğunu soyan ses duygularını, kararını önüne yatırmıştı. Zeynep’in gözü yeni uyanan bir kediye takıldı.  İçini onunla paylaşır gibi; “Bir yürek bir mantık cengin içinde/ birisi kal derken biri git diyor/ duygular deseniz farklı biçimde / tükettin kendini yürü git diyor.” diye mırıldandı ve Zeynep, o kahvaltıya gitti. İki olgun vücut karşılıklı bir masada oturmuşlardı ama sohbetleri kaldıkları o gençlik yaşlarından devam ediyordu. Hayat işte, sabah güneşi ısıtmayınca akşam güneşi hiç ısıtmadı.  Sevdiği adamın yalnızlık oyalaması, bir süre sonra Zeynep’in duygularını nadasa çekti. Taaa ki telefonda sevdiği adamın ölüm salasını dinleyene kadar. Koca bir ömür içinde başlayan boranın hışmı hep Zeynep’e dokunmuştu.  
Zaman işte, Zeynep’in yarası kabuk bağlamıştı. Ama korkuların da esiri olmaktan kurtulamamıştı. Bir gün ona bir dostu, “Ablam sen aşka eğik bakıyorsun” dediğinde,  Zeynep’in bakışında bir geminin batışı vardı. 
Not: Kıyıdili Dergisinde yer aldı. 2018

Facebook Beğenenler

Yorum yapılmadı!

Yorum yapmak için aşağıdaki formu kullanabilirsiniz.

Yorum Yaz!

E-Posta adresiniz yayınlanmayacaktır.
* İşareti olan alanlar gereklidir.

Kerbela

Kerbela Sayfası