Cabbar ŞIKTAŞ Iğdır ve Azerbaycan Türkleri
Tarih : 2019-07-06
Tüm Yazılar

Cabbar ŞIKTAŞ



        Iğdır ve Azerbaycan Türkleri 

        Eskişehir’de faaliyet gösteren Azerbaycanlılar Derneği Başkanı Cavit Aydın Bey sosyal medyadan yazarak aylık çıkarmakta oldukları dergi için bir yazı yazmamı rica etti. Ben de aktif çalışmalarından ve başarılı işlerinden haberdar olduğum fakat henüz tanışmadığım Cavit Bey‘in talebi doğrultusunda bir yazı kaleme aldım.

         Nasıl ki, Türkiye’de yaşayan her bir Azerbaycan Türk’ünün Azerbaycan ile bir hikayesi varsa, ülkemizin neresinde bir Azerbaycan Türk’ü yaşıyorsa mutlaka Iğdır ile bir bağı ve hikayesi de vardır. Yani burası ana yurttur. Kim nereye gitmişse ana yurttan gitmiştir; hep bir özlem duymuş, hasret çekmişlerdir. Çoğunlukla da şiirler yazarak bu hasretlerini ifade etmişlerdir.

        Iğdır’da yaşıyor olmalarına rağmen birçok arkadaş ve dosttan şunu işitmişimdir: “Ben Iğdır’a aşığım.” Sokaklarına, uçuk kerpiç duvarlarına, bahçelerine, tendir damlarına, sokaktaki işportacılarına; soğuk su, limonata ve ayran satıcılarına; yaşlısına, gencine aşığız diyorlar.

       Şüphesiz ki Iğdır’da her birimizin bir anısı vardır. Çocukluğumuzun geçtiği Iğdır sokaklarında bilye, hol, uzun eşşek oynamış; top koşturmuş, bahçelerden meyve çalmışızdır. Basma üzerinde Iğdır barı oynamış, yaylasında inek, koyun otlatmış, yaylacılık yapmış, pamuk toplamış, pancar çıkarmış, su suvarmıştır. Bu anıları yazmakla bitiremeyiz. Tendirde pişirilen lavaşın mis gibi kokusu eminim ki bir çoklarımızın halen burnundadır. Köyden gelen misafirimizin çantasında peynirimiz, yoğurdumuz, sütümüz eksik olmazdı. Lavaşın içine gizlenmiş tadı ve lezzeti tarif edilmez  “kalın” (kete)nin eşsiz lezzetini eminim ki hiçbirimiz unutmamışızdır.   

       Bilindiği üzere Oğuz Türkleri’nin yaşadığı Iğdır üç ülkeye sınır bir ildir. Ermenistan, Nahcivan (Azerbaycan) ve İran’a sınırı bulunan Iğdır; muhteşem güzelliğiyle, 12 ay boyunca zirvesinde kar tutan ve aynı anda dört mevsimi bir anda bizlere yaşatan Ağrı Dağı’nın eteklerinde kurulmuş şirin bir ildir.

        Bereketli ovası, sert kış koşullarına sahip doğudan farklı bir iklimi (mikroklima) bulunan, sebzenin, meyvenin bol olduğu, eşsiz lezzete sahip kayısısı, süper domatesi ve mükemmel doğası ile bir başkadır Iğdır.

        1918-20 hadiseleri baş gösterdiğinde Azerbaycan, Kızıl Ordu tarafından işgal edilmekle kalmamış, aileler bölünerek müthiş bir tahribat yaşamıştır. 1918 tarihinde büyük çoğunluğu Azerbaycan Türklerinden oluşan Ermenistan’ın başkenti Erivan’da Rusların desteği ile Azerbaycan halkı katledilmeye başlanmış; bir kısmı Azerbaycan’a, bir kısmı Türkiye’ye göç etmek zorunda kalmışlardır.  Barbar Ermeniler öz komşularını bile katlederken tereddüt etmemişlerdir.

        Bu süreç bu coğrafyada ezelden beri yaşayan Azerbaycan Türklerinin bir kısmının Azerbaycan’a, Nahcivan’a, İran-Tebriz’e ve Türkiye’nin çeşitli vilayetlerine sığınmak zorunda bırakmıştır.  

        Bu bölünme akrabaların, kardeşlerin ayrılmasına bir zaman sonra tamamen bağlarının kopmasına sebep olmuştur.

         Kısaca kendi ailemden örnek verecek olursam: Şıktaş ailesi soy şeceresine baktığımızda bile, yedi büyük babadan gelen ve dördüncü dedemiz Hacı Kasım’ın dokuz oğlundan sadece üçünü tanıyabilmişiz. Geri kalan altı dedemiz kayıp. Hatta Hacı Kasım dedemiz de, beşinci kuşakta üç amcasını kaybetmiştir, altıncı kuşakta iki kardeşten bir dedemiz kaybolmuştur. Yedinci kuşakta, Nurali, Koçali, Çolakail dedelerimizden sadece Koçali’nin soyu bilinmektedir... Yani, Şıktaş ailesi içerisinde bana ulaşım şu şekildedir. Koçali, Gülali, M. Hüseyin, Hacı Kasım, Allahverdi, Ekber, Salih, Cabbar.

        Bu örneği kendi ailemden vermiş olsam da eminim ki birçok aile de benzer şekillerdedir. 
Yani Ruslar ve Ermeniler bu topraklarda sadece bir amaç uğruna hareket etmiş ve bu coğrafyadaki Türk halkını öz benliklerinden uzaklaştırıp asimile etmeye ve katletmeye meyletmişlerdir.

       1992 yılında Nahcivan’a açılan Dilucu Sınır Kapısı’nın adını “Hasret Köprüsü” koydular.  Bölgemiz için yeni bir başlangıç, kavuşma, adeta bir vuslat, kucaklaşma anı olarak tarihe geçerken; binlerce kişi öz akrabalarıyla buluşmanın, tanışmanın sevincini yaşamışlardı.

       1991 yılında henüz Hasret Köprüsü açılmadan önce inşaat için kurulan servis köprüsünden Nahcivan’a kaçak geçmiştim. Nahcivan topraklarına ayak bastığımda inanın başım dönmüştü. Aras Nehri’nin kenarında balık tutmaya gittiğimizde, sınırları Ruslar tarafından korunan Ermenistan’a bakmak bile yasaktı. Ama şimdi 70 yıl boyunca esaret altında tutulan Azerbaycan topraklarına ayak basmıştım ve ilerliyordum.

       Nahcivan’a vardığımda hiçbir yeri tanımasam da her şey bana tanış geliyordu. Herkesle aynı dili konuşuyor, hiçbir şekilde yabancılık çekmiyordum. İlk gördüğüm manzara Nahcivan Azatlık Meydanı’na toplanan kalabalık olmuştu. Yanlarına vardım ve burada neden toplandıklarını sordum.

       Henüz Nahcivan Ali Meclis Başkanlığına seçilmemiş olan Merhum Haydar Aliyev, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte, Azerbaycan’daki 1990  ayaklanmasını bastırmaya çalışan  ve tarihe “Kanlı 20 Yanvar” olarak kaydedilen ve Kızıl Ordu’nun saldırısını protesto etmiş ve Politbüro üyeliğinden de istifa ederek Nahcivan’a, doğma vatanına, gelen Merhum Haydar Aliyev’in Ali Meclis Başkanlığına seçilmesini, görevi kabul etmesini sağlamak için  toplandıklarını öğrenmiştim. 

        22 yaşında bir gençtim. O gün orada ilk kez Merhum Haydar Aliyev’in ismini işitmiştim. İlgimi çekmiş ve gördüklerimi not etmiştim. Aynı gün geri döndüm ve Nahcivan’a gidiş yolunu biliyordum artık, üstelik kaçak geçmenin usulünü de biliyordum. Şantiye araçları benim ulaşım aracım olmuştu. Bazen de abluka altındaki Nahcivan’a götürülen yardım araçlarında yardım komitesine ismim yazılırdı ve giden heyetle birlikte ben de Nahcivan’a giderdim.

        Merhum Haydar Aliyev ile ilk görüşmemiz makamında olmuştu. İlk gördüğümde elini öpmüştüm. Azerbaycan’a gittiği güne kadar her hafta Nahcivan’da ziyaretine gider, verdiği talimatlar doğrultusunda Yeşil Iğdır ve Milliyet gazetelerinde önemli haberler yapardım.

        Bazı özel durumlarda bir haftada birkaç kez görüştüğümüz olurdu. Sederek’te savaş cephesine bizzat onun yazdığı emirle gitmiştim. Savaştan 10 gün önce de yine onun talimatıyla Sederek’te bulunmuş, Mil Tepesi’ne çıkarak Ermeniler’in yaptığı askeri yığınağı görüntüleyerek haber yapmıştım.

        Hasret Köprüsü’nün açılmasıyla birlikte Iğdır ve Nahcivan anında kaynaşıp entegre olmuşlardı. Çünkü kültürü, sanatı, töresi, örfü hemen hemen birçok alışkanlıkları aynıydı. Kimi ailelerin bir kısmı Nahcivan’da kalmış, bir kısmı Türkiye’de kalmıştı. Haliyle ben de muhabir olarak gittiğim Nahcivan’da, Nahcivan şivesiyle konuşurdum.

        Azerbaycan’a gittiğimde, Bakü’de kiminle konuşsam bana Nahcivanlı mısın diye sorarlardı. Doğrusu bu benim de hoşuma giderdi. Daha sonra Bakü şivesini konuşmaya başladım. Bakü şivesi daha çok İstanbul Türkçesini andırırdı. Kibar, akademik, entelektüel bir şiveydi. Nahcivan şivesi ise daha çok dağ dili, köy dili, sert mizaçlı kişilerin dili olarak kabul edilirdi.

         Iğdır’da kullanılan Azerbaycan dili hem Türkiye Türkçesi ile ve hem de Azerbaycan Türkçesi ile etkileşim yaşadığından garip bir ses tonuyla çıkmaktadır. Aralık ilçesi Nahcivan şivesine daha çok yakındır mesela. Tuzluca ilçesi batıya yakın olmasına rağmen dağ dili ile etkileşim yaşamıştır. Karakoyunlu ilçesi ve ova köyleri Azerbaycan Türkçesini son derece yoğun telaffuz ederler. Dağ dilini ben böyle yorumluyorum. Dağ bölgesinde yaşayan kişiler iletişim kurmak için sesli konuşmak durumundadırlar. Bu sesli konuşma dili zamanla bir şiveye dönüşmüştür. Elbette dil bilimciler bunu daha akademik yorumlayabilirler.

         Merhum Haydar Aliyev ile 2 yıl boyunca sayısız görüşmelerimiz olmuştu. Birçok hadise meydana geldiğinde ben Nahcivan’da bizzat yanında bulunmuştum. Ziyaretlerimi en yakın bilen merhumun sağ kolu şimdiki Ali Meclis Başkanı Sayın Vasıf Talıbov’dur. Türkiye’yi, özelliklede Iğdır’ı çok önemseyen Merhum Aliyev, her fırsatta Iğdır’a gelir, dönemin idarecileri ile sıkı dostluk ilişkileri kurar, Iğdır’da kendisini yabancı hissetmediğini beyan eder, Iğdır’ın stratejik coğrafi yapısının farkında olduğunu ifade ederdi.

        Geçenlerde İstanbul Milletvekili Şamil Ayrım Bey’in davetlisi olarak Azerbaycan’a gittiğimde, Türkiye ve Azerbaycan parlamentolar arası dostluk gurubunun programına dahil olmuştum. Resmi davette ismim olmadığından Cumhurbaşkanı Sayın İlham Aliyev’in ziyaretine ben gidememiştim.

         Sayın İlham Aliyev heyettekilerle görüşünce iş insanı Caferali Taşbağ’a hemen Iğdır’ı soruyor ve tüm Iğdırlılara selamımı söyleyin diyerek, babasının yolunda giden bir lider olduğunu bir kez daha ortaya koymuş oluyor.

Merhum Şair Samed Vurgun şiirinde şöyle der:
“El bilir ki, sen menimsen,
Yurdum, yuvam, meskenimsen,
Anam doğma vetenimsen
Ayrılar mı könül candan?
Azerbaycan, Türkiye, Iğdır.”

        Eminim ki bu şiir bütün Azerbaycan-Türk dünyasının duygularına tercüman olmuştur. 

Henüz yorum yapılmadı!

Bu içerik için yorum yapılmadı. Yorum yapmak için aşağıdaki formu kullanınız.

Yorum Yaz!

E-Posta adresiniz yayınlanmayacaktır.
* İşareti olan alanlar gereklidir.

Kerbela

Kerbela Sayfası